YAZARLAR

Genelkurmay, darbecilerin Dişli’si ve otorite sorunu!

Onca çocuk, sonra genç, derken koca koca adamlar, onca kurmay eğitimiyle de filan; “nereye gittiğimizi sormadan” bir şahsa “iman ve itaat” etmiş. Akıl ve vicdan tutulması, ancak böyle mümkün olabiliyor zaten. O yüzden, bugün kimi “ahmaklık”la açıklasa da, iktidar ile “Fetö” dediğinin yıllarca uyum içinde olması, tamamen “otoriterlik uyumu ve mutabakatı”dır. Bir aklınız, bir kalbiniz, bir vicdanınız, hepsinden müteşekkil muhakeme kabiliyetiniz varsa; az olun ama kaz olmayın.

Madem ki 6’ıncı yıldönümü ve “darbe girişimi”nin muamması hâlâ boldur; hemen darbenin ardından yazdığım (ve soruları olan) yazılarla idrak edeyim ben de.
“Darbeden önce sorulması gereken 1001 soru” var, sonradan sorulması gerekip sorulmayanlar yanında da.
Bir kere şunu unutmayalım:
Meclis’te kurulan ilk komisyon ne dönemin “derdest edilen” ve darbecilerin “Evren olun” dediği dönemin Genelkurmay Başkanı Akar’a sormak istemişti, ne de darbeden birkaç saat önce Genelkurmay’a giden MİT Müsteşarı Fidan’a.

AKP sonradan, mahkemeler dışında, Meclis’te bu konunun deşilmesini de pek istememişti.

“Darbeciler” arasındaki kritik ve öndeki isimlerden biri General Mehmet Dişli’ydi.
Kıdemli milletvekili dahil, AKP’li bir ailede kardeş; terfii zar zor son sıradan olduğu halde, Genelkurmay’da ilk kez kurulan “Strateji- Proje” isimleri taşıyan dairenin başına getirilen Dişli kişi!

Neden oraya getirilmiş, darbe akşamına kadar orada görev yapmıştı? Kendisi “ben darbeci değilim, beni o dairenin başına Hulusi Akar getirmişti. Hava üssüne birlikte gittik, birlikte döndük” diyordu ya…
Sahi neden o helikopterde, Akar’ın tam yanındaydı!


BU ÇARKIN DİŞLİSİ NASIL DÖNDÜ? (30 Ekim 2016)


Cevaplarımız yahut tespitlerimiz farklı olabilir ama soru doğru!
CHP Genel Başkanı’nın canlı yayında söylediği kritik mesele:
(Darbe liderlerinden sayılan) Tümgeneral Mehmet Dişli için Genelkurmay karargâhında kurulmuş özel Daire! Kendisinin orada olabilmesi, kalabilmesi için neler yapıldığı?
Kuran, kurduran, kurulmasını kabul eden, kurulmasını talep eden, tavsiye eden, başına geçirilecek kişiyi tespit eden askeri ve siyasi iradeler var.
Kim onlar?
Çok mu muamma?

İktidar veya propagandacıları, Emniyet ve yargı bazen “suçun şahsiliği” ilkesini asla takmıyor; kocası yüzünden bir kadın “kafadan” suçlanabiliyor ama biz öyle yapmayalım.
Tümgeneral Mehmet Dişli’nin “suçlandığı şeyler” ile kardeşi AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın asla “kafadan” suçlanamayacağını peşinen kabul edelim.

Ancak sorun şurada:
Asker Dişli için Genelkurmay’da adeta özel Daire kurulmuşsa Sivil Dişli’nin bunda rolü olup olmadığı, iktidarın önemli ismi olarak iktidara veya başkalarına tavsiyede bulunup bulunmadığı yahut kendisinin hiç dahli yoksa, sırf onun kardeşi olduğu için Genelkurmay’ın veya iktidarın Asker Dişli’yi oraya oturtup oturmadığı? Ve tabii niçin, neden, niye?


Açıkça izlemedikçe ve ihbar olmadıkça, alttaki bir askerin “Cemaatçi” olduğunu belki bilemezsiniz…
Albaylıktan generallik bile bir yana, tuğ iken tüm yapılmış, bir de Genelkurmay’da kendisine özel statüyle Daire açılmış birini ise azıcık bilesiniz!

Asker Dişli’nin Askerî Şûra tarihi şöyle:
2011’de, öyle ön sıradan olmasa da, Topçu Albay’ın tuğgeneralliğe terfii.
Org. Necdet Özel’in Jandarma’dan gelip vekaleten yürüttüğü Genelkurmay Başkanlığı’nın da Bakanlar Kurulu kararıyla 4 yıl için asaleten yapıldığı dönem.
Darbe saldırısı sırasındaki Genelkurmay Başkanı Akar’ın korgenerallikten orgeneralliğe terfi ettiği Şûra.
Benimle epey sorunu olmuş, sanırım şimdi emekliyken gözaltına alınmış birisinin tuğgenerallikten tüme varım olduğu Şûra!

Asker Dişli’nin ikinci terfii 2015.
“17-25 Aralık darbe girişimi” denen akçalı, kutulu, kasalı, bantlı sürecin üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş, iktidar kendi deyişine göre “Fetö terör örgütü”yle amansız mücadele ediyor o sıra!
O Şûra’da Asker Dişli 3’üncü sıradan tuğgenerallikten tüme varmış!
Benimle sorunlu Tümgeneral’in görev süresi uzatılmış.

Aynı zamanda, Asker Dişli’yi Genelkurmay karargahında kabul edecek, Daire’nin açılıp başına getirilmesinde tanık ya da aktör olacak, 15 Temmuz gecesi kaçırıldığı yerde onu görecek, derken aynı helikopterde karşımıza çıkacak Orgeneral Akar’ın da, Özel yerine Genelkurmay Başkanı olduğu Şûra.

O Şûra’da ve bilhassa 2014’te, şimdi “darbeci” olarak tanıştığımız çok sayıda ismin albaylıktan tuğgeneralliğe terfi ettirildiğini sadece not edelim!

Genelkurmay’ın, bilhassa önceki ve şimdiki başkanlarının cevap verebilmesi gerekir:
Genelkurmay’da Stratejik Dönüşüm Dairesi kurulup başına da Tümgeneral Mehmet Dişli’nin getirilmesi öncelikle kimin fikriydi? Kimin tavsiyesiydi? Kimin kararıydı?
“Darbe stratejisinin hazırlandığı merkez” denen Daire’nin kurulmasında ve başına Asker Dişli’nin getirilmesindeki siyasi ve askeri kararlar nasıl alındı?


Ne tuhaf değil mi?
Anadolu’nun ücrasında mütevazı bir öğretmenin suçlanmasında “o sıra yasal” sendika üyeliği, bir memurun zanlı olmasında birkaç aylık banka hesabı kâfi olabiliyor…
Lakin biz şu sorunun cevabını bilmiyoruz:
General Dişli, hangi dişlilerin dönmesiyle, hangi dişlerin gıcırdamasıyla, hangi takma dişin veya fişin takılmasıyla, neredeyse şahsa özel “hem Strateji, hemi de Dönüşüm” dairesi başına getirildi?
Orada bir yıl kadar yaptıkları nasıl bilinemedi?
Şimdi hepsi “Fetöcü, darbeci” denen 8 kişilik ekibi nasıl oluştu, nasıl çalıştı?
“Su Akar Genelkurmay bakar” süreci nasıl mümkün oldu?

Kim dişli kim dişsiz, kim çarkın dişlisi, kim çarkıfelek, kim melek, kim kelek belki anlaşılır!
Gerçeği bilemezsek, geleceği nasıl bulacağız?

 

İSTER İNLERİNE GİRİN, İSTER CİNLERİNE…
TEMEL MESELE, BUYRUK İLE KUYRUK (27 Temmuz 2016)


23 değil 3 Nisan’dı. Genelkurmay “darbe” konusunda “çok sert” bir açıklama yaptı. Bir Havuz gazetesi şu başlıkla vermiş o zaman:
“TSK’dan darbe heveslilerine tokat gibi yanıt!”

Genelkurmay “tokat”ta demişti ki:
“TSK’da disiplin, mutlak itaat ve tek emir komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve-veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir.
Bazı medya organlarında hiçbir dayanağı olmadan yapılan haber ve yorumlar hakkında, hiçbir hukuki, insanî, aklî dayanağı olmayan, basın etiğinden uzak, haddini aşan haber ve yorumları yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.”

Başbakan Davutoğlu ise, “Bu açıklama hem benim iznimle yapılmıştır, hem de bu açıklamanın arkasındayım” diyecekti.
Fakat “yasa dış, emir komuta hiyerarşisi dışı hareket”i Başbakan olarak göremeden görevden gidecekti.

Yeni Başbakan Yıldırım, iktidar partisi il başkanlarına, “Toplumsal mühendisler, demokrasiye ayar yapmaya çalışanlar AK Parti’den sonra işsiz kalmışlardır. Korku ve karamsarlık yok olmuş, yerine umut gelmiştir” dediğinde 13.07.2016’ydı.
15.07.2016’dan iki gün önce!

İki gün sonra anladık ki, “işsizlik” ne kelime, general, albay, çeşitli kademede asker, polis olarak “yasa dışı, emir komuta dışı silahlı işleri” varmış.
“Darbeden değil, terör örgütünden” denip bir anda “işleri”ne son verilen binlerce hâkim, savcı, öğretmen, bürokrat, memuru da isterseniz ekleyin, istemezseniz hepsi için ayrı bir hakikati ayrıca bekleyin!

Belki de “toplumsal mühendisler, demokrasiye ayar vermeye çalışanlar” işsiz sanıldığı için…
15.07.2016’da onca general, yüzlerce subay ve emirlerindeki astlar birçok karargâhta “demokrasiye ayar” ne kelime, “infaz”a hazırken, MİT ancak şüphelenmiş ama Genelkurmay’ın önce hiç haberi yok.
Genelkurmay’da bu şüphe üzerine oturulmuş, konuşulmuş, emirler verilip çay içilmiş. Belki çaylar da yaverlere, emir subaylarına söylenmiştir!

Şimdi dediklerine göre, hava sahasından tank sahasına, çok sayıda tedbir emri de verilmiş.
Öylece saatler geçmiş.

Sonra… Cumhurbaşkanı ancak akşam vakti “eniştesi”nden duymuş darbe girişimini; Başbakan da kendi deyişiyle “oradan buradan.”
İnsan Genelkurmay’ın, MİT’in, birbiriyle bu kadar konuşurken neden bu kadar sır tuttuğunu merak ediyor.

Diyorlar ki yeterince kanıt yoktu.
Öyle ya, gariban bir astı kovmaya gelince, oda hapsine atarken, maaşını keserken, ahlaksızlıkla, aşırı borçlanmayla suçlarken, yargılamadan onca ceza verirken hep çok yeterli kanıt oluyordu!

Ya darbe girişimine dair istihbaratı ve darbecileri küçümsediler…
Yahut hakikaten “toplum mühendisleri, demokrasiye ayar yapmaya çalışanlar işsiz kalmış” sanıyorlardı!
Bir de takdir bekliyorlar.

Her yıl milyarlarca dolar yatırılan 700 bin kişilik devasa ordunun en yüksek komuta merkezindeki en büyük tedbir ve hazırlığın, en kuvvetli korumanın, Genelkurmay Başkanı’nın darbecilere sarf ettiği “çok ağır laflar”dan ibaret olmasına şaşıyor insan.

“Şikayetçi” olarak verdiği ifadesiyle, Genelkurmay Başkanı şöyle demiş darbecilere:
“Sık ulan… Ne diyorsun lan sen… Ne operasyonu, manyak mısın… N’apıyorsun ulan… Benim senle bir işim olmaz.”

Oysa savaştan “terörle mücadele”ye, Disiplin Kanunundan tazminatların, yan ödemelerin arttırılmasına, üst kademe askerlerin muhtemel suçlarından yargılanmasının zorlaştırılmasına, (bir zamanlar var olan) Askeri Yargı’nın “bağımsız”mış gibi muhafaza ve müdafaasına kadar birçok yeni “tedbir” alınmıştı!

Fakat nihayetinde, Genelkurmay Başkanı, yine kendi ifadesiyle, kendisini kaçıranlar karşısında şunla baş başa kalıyor:
“Nereye gittiğimizi söylemediler. Ben de sormadım.”

Birey olarak esasında hepimizin temel meselesi bu.
“Nereye gittiğimizi pek sormuyoruz.”
Sorsak, biraz bilirdik!

Onca çocuk, sonra genç, derken koca koca adamlar, onca kurmay eğitimiyle de filan; “nereye gittiğimizi sormadan” bir şahsa “iman ve itaat” etmiş.
Akıl ve vicdan tutulması, ancak böyle mümkün olabiliyor zaten.
Bunu ister inlerine girerek, ister cinlerine girerek izah edin; temel mesele bir otoriteye, buyruğa boyun eğilmesidir.
Sadece sinsilikle, gizlenmekle, yok ara sıra içki içmeleriyle, cinleriyle, çipleriyle, muskalarıyla açıklarsınız ama açıklanmaz.

Ancak “cuk oturmak”la açıklamanız lazım.
Çünkü “bir otoriteye boyun eğenler” ancak başka otoritelere de boyun eğilmesini dayatan organizmalarda yer bulabilir.
İsterseniz kısaca “devletimiz ve her yanımız” diyebilirsiniz.

Nitekim devletimiz ve iktidarımız da “otoriteye biat-itaat edenler”i bilhassa yargıda, poliste, bürokraside, eğitimde, hatta iktidar partisinde onca yıl “istihdam” etmeyi “kazayla” değil, taammüden becermiştir!
“Otoriteye karşı, türlü çeşitli darbecilik” yapana kadar!


“Laik” terkip ve tertipteki TSK ile cumhuriyetçilik formatından milliyetçiliklere, inanç anlayışlarımıza, devletin tüm yapısına, iktidarın her kapısına, eğitim müfredatına, askerlik raprapına, Emniyet ve bürokrasideki, hatta piyasadaki otoriterliğe kadar…
Ağa, paşa, reis, patron, amir, lider, baba, başkan, örgüt başkanı, hoca, koca buyrukları ve “otoriterlikleri”nden müteşekkil gündelik siyasi, askeri, sivil, ailevi, dini, mesleki hayatlarımız işte!

Bir otoriteye kafadan kafa eğmeyenler; dik durmasını, itiraz etmesini bilenler, bunu aklının, vicdanının, muhakemesinin esası yapanlar ne bu otoriter sistemlerde barındırılır, ne de huzurla boyun eğip yaşar!

“Kaz adımları” ile yürütenlerin önce adımlara değil, kazlara ihtiyacı vardır.
Çobanlığa soyunan varsa, koyunlar olduğu içindir. Koyun yoksa çoban yoktur.
Buyrukçu için kuyrukçu şarttır.

Onların kazcılığı ve faşizanlığına karşı da, başka otoriter kurumlar ve durumlar ancak “konjonktürel karşıt” olur; “bambaşka, kökten farklı demokratik zihniyet” değil.

“Darbedeki cemaatin hocası” gibi, “Otoriteye itiraz etmeyin” diyenler, esas gizlenerek, gizleyerek değil; otoriteye boyun eğdiren sistemlerde boyun eğerek, eğdirerek yola çıkar. Belki bir “darbe gecesi”ne kadar.

O yüzden, bugün kimi “ahmaklık”la açıklasa da, iktidar ile “Fetö” dediğinin yıllarca uyum içinde olması, tamamen “otoriterlik uyumu ve mutabakatı”dır.
Onca “Cemaat mensubu ve medyacısı”nın yıllarca iktidarı, liderini övmesi… Onca “iktidar mensubu ve medyacısı”nın yıllarca cemaati, hocasını övmesi gibi.

Karşılıklı otoritelerin (gönülden veya takiyye ile) kabulü!
İşin özü ahmaklık değil, yanılma değil; bu farkındalıktır!
Bunca insanın devlette kendine yer bulması, devletteki yerlerin otoriterliğe aykırı olmaması, kendilerinin de bu otoriter düzenimize münasip bulunması sayesindedir.

Yıllardır “iç savaş”ından korkulan millet yerine, yıllardır “devlette iç savaş” izliyoruz.
“Laik-muhafazakâr” derken, “muhafazakâr-muhafazakâr.”
“Darbenin terörizmi” de devlette iç savaş üzerinden muhtemelen millette iç savaş hesapladı.
Nasıl daha önce devletin (ve milletin) sahipleri onu kaptırmamak istemişse; demokrasi, halk iradesi diyenlerin temel derdi de devleti ele geçirmek oldu.

“Devletin baskı aygıtı olarak yok oluşu” gibi bir idealden yola çıkan kimi sosyalizmin de, otoriterlikle “baskıcı devletin zirvesi”ne varması odur tarihte!
Konumuz bu sonuncular değil zaten.
Konumuz şu, çocuklar:
Bir aklınız, bir kalbiniz, bir vicdanınız, hepsinden müteşekkil muhakeme kabiliyetiniz varsa; az olun ama kaz olmayın.
Kimseye boyun eğmeyin ki eğdirmemeyi de öğrenin!

Bunun ters istikametlisi de olabilir: Eğdirmemeyi öğren ki, boyun eğme! Aynı yere çıkar:
İnsan haysiyetine, insan hakkına, insanın hakikatine…
Özgürlüğe ve başkalarının da özgürlüklerine.


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.