YAZARLAR

Garê sonrası bir durum değerlendirmesi denemesi

Bilanço, son Garê vakasında “onlardan da 52” yahut “2005’ten bu yana on yedi bini aşkın” gibi hiçbir anlam ifade etmeyen rakamlara (“metrics”) indirgenir. Varılacak yerin her hal ve kârda “siyasal” bir unsur içereceğini dile getirmek, ya “sen önce PKK’yi kına” yahut “teröre destek” olarak yaftalanıp, hainlikle eşdeğer tutulur. Vatanın öz evsahipleri ve niyetlerinin salihliğinden şüphe duyulması gereken konukları vardır. Asıl konu bunların arasındaki çelişki, çekişme ve çatışma olarak sunulur.

Garê Dağı’na yapılan ve 12’si yurttaşımız, biri (artık anlaşıldığı kadarıyla) Iraklı rehinenin PKK tarafından öldürülmesi ve operasyonu yürüten TSK birliğinden iki yüzbaşı ile bir astsubayın çatışmada hayatlarını kaybetmesi, ayrıca yine TSK’den pek çoğu ağır, fazla sayıda yaralı oluşu vahim bir kayıp tablosu ortaya çıkardı. Bu tablonun siyasal ve hatta hukuksal sorumlusu olarak muhalefetin harekâtı planlayan ve uygulayan, başta Cumhurbaşkanı ve Milli Savunma Bakanı, siyasal karar alıcıları göstermesini ve kamuoyuna hesap vermesini, aynı karar alıcılar reddediyor.

Onlara göre “sorumlu” deyince anlaşılması gereken tetiğe basan PKK. PKK’nin bir terör örgütü olduğunun yinelenmesi ve ötesinin kamuoyu önünde tartışılmasının görünemeyecek bir geleceğe, “sine die”, ertelenmesi gerekiyor. Bu tutum, demokratik, siyasal ve hukuksal bakımlardan, eksik değil düpedüz yanlış olduğu denli, (PKK terörüyle mücadelede) “ne olduğunda, hangi sonuca ulaşıldığında” bunların konuşulmasına olanak tanıyacak ortamın oluşacağının sorulmasını da dolaylı yoldan zorunlu kılıyor. Özetle, “askercesiyle”, Türkiye’nin (yani güncel yönetimin) terörle mücadele stratejisinde “amaç, tanım, kapsam” nedir? Soru bu.

Diğer, bu omurga soruyu çevreleyen, daha geniş sorgulama ise “terörle mücadele” gerekçesiyle hukukun askıya alınıp alınamayacağına, “devletin rutin dışına çıkıp çıkamayacağına”, bu bağlamda hak ve özgürlüklerin kısıtlanıp kısıtlanamayacağına, yeni rejimde cumhurbaşkanının yetki ve sorumluluklarının çerçevesine, keza yeni rejimde atanmış bakanların ulusun seçilmiş temsilcileri milletvekilleri ve kurum olarak TBMM ile ilişkisine ilişkin. Hatta, sözkonusu sorgulama “cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen rejimin işleyişini (veya işleyemeyişini), radikal biçimde reforme edilmesi veya değiştirilmesi gerekliliğini de içeriyor.

Terörle mücadele karmaşık ve uzmanlık gerektiren çokboyutlu bir konu. Kişisel olarak benim bu alanda yirmi yıllık meslek hayatımdaki ilk görev yerim Cezayir (1993-95) ve Irak’ta (Bağdat ve Erbil) yahut Irak üzerine çalıştığım (Ankara ve Vaşington) ikinci onyılı (2003-13) dolayısıyla belirli bir deneyimim ve yaşantım olsa da, bir uzmanlık iddiam kesinlikle yok. Genelgeçer doğru veya veri, terörle mücadele stratejisinin hangi amaca, hangi kaynaklar harcanarak ve yöntemler kullanılarak, ne korunarak ulaşılacağı.

Kaynaklardan anlaşılan insan, para, silâh, mühimmat, teknoloji. Yöntem deyince, siyaset, halkla iletişim, eğitim, sosyal yardım, ekonomik kalkınma, istihbarat, polisiye önlemler, askeri harekâtlar. Korunması gereken ise yaşama biçimi, demokrasi, hukuk devleti, yasalar, toplum. Yapılmaması, kaçınılması gereken tartışmanın yasaklanması, siyasete kutsallığın karıştırılması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması. Varılması hedeflenen yer ise daha belirsiz. Tam da bundan ötürü, “terörle mücadele” deyince AB ve ABD’den bir türlü o beklediğimiz “anlayışı” göremiyoruz.   

Esasen “terörle mücadele” tarihinin, bunun bir küresel bir etikete dönüşmesinin, miladı 11 Eylül 2001 NY İkiz Kulelere ve Pentagon’a yapılan saldırı. Yoksa terörizmi dileyen Haşhaşilere, isteyen Haganah’a, anti-koloniyalist ulusal kurtuluş hareketlerine yahut Soğuk Savaş’ın 70'li yıllarına dek geri götürebilir. Bugün de Batı’yı meşgul eden terörizm El Kaide, IŞİD türevi selefi cihatçılık. Bununla nasıl mücadele edileceği konusunda da hem sırtında tarihsel Cezayir kamburu bulunan, hem AB’deki en yüksek sayıda Müslüman nüfusu barındıran ve hem de kentlerinde en kanlı terör eylemlerine hedef olan Fransa’da yürüyor en canlı tartışma. (Ona bir başka yazıda girelim birlikte.)

Bizdeki duruma gelince, Taşnak ve ASALA eylemleri ile 70'li yıllardaki “sağ-sol çatışması” adı altında bilinen olaylar ayrı tutulursa, 1925 Şeyh Sait, 1926-30 Ağrı ve 1938 Dersim isyanlarından sonra 1984’te PKK’nin Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla başlattığı, dördüncü “Kürt isyanı” olarak da görülebilir. Erken dönemde Hafız Esat’ın Suriye’siyle ilintisi sorgulanabilir. 1999’da Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte geçirdiği dönüşümler incelenebilir. Lider kadronun onlarca yıldır aynı yerde ve aynı kaldığına dikkat çekilebilir. Ancak NATO penceresinden bakılınca yürütülen etkinlik “isyan bastırma” (“counter-insurgency”) olarak sınıflandırılır, “terörle mücadele” (“counter-terrorism”) yerine.      

1984-2021, tam 37 yıldır kullandığımız terimler de çoğunlukla isyan bastırmaya ilişkindir: Alan hâkimiyeti, sınırötesi harekat, hava indirme, SİHA vb. Bir bakıma, fikir vermesi için biraz yamultarak bakarsak, verdiğim Fransa örneğindeki terörle mücadele etkinliğinden elde yalnızca “Sahel” ülkelerinde yürüttükleri “Barkhane” operasyonunu tutmuş olsak, onun gibi. Resme, kayyumları, yanıtsız kalan anadilde eğitim talebini, fezlekeleri, Demirtaş, Kavala ve benzeri davalarla mahkûmiyetleri, terörün yasalardaki tanımını, havuz medyasını, sivil-asker hatta memur-yurttaş ilişkisini, iç istihbaratın yasal çerçevesini ve otokratik başkanlık rejimini de katarsak, Batı’nın “anlayışsızlığının” gerekçeleri belirginleşmeye başlar.    

Varılacak yerin neresi olduğu, neye benzediği, ne olunca devinimin duracağı ise kasıtlı biçimde müphem bırakılır. Bilanço, son Garê vakasında “onlardan da 52” yahut “2005’ten bu yana on yedi bini aşkın” gibi hiçbir anlam ifade etmeyen rakamlara (“metrics”) indirgenir. Varılacak yerin her hal ve kârda “siyasal” bir unsur içereceğini dile getirmek, ya “sen önce PKK’yi kına” yahut “teröre destek” olarak yaftalanıp, hainlikle eşdeğer tutulur. Vatanın öz evsahipleri ve niyetlerinin salihliğinden şüphe duyulması gereken konukları vardır. Asıl konu bunların arasındaki çelişki, çekişme ve çatışma olarak sunulur. Ayrıksı ses çıkaran, itlaf olunması gereken haşeredir. 

Şimdi, muhalefet için yaşamsal önemde olan konu, oyunda kalmak. Tartışmayı canlı tutmak. Soru sormayı ısrarla ve tutarlılıkla sürdürmek. Taraf ve muhatap olma iddiasını korumak. Alternatif sunmak. Yeni ve daha kapsayıcı bir cumhuriyet vizyonu ortaya koymak. Eşit anayasal yurttaşlık ilkesine dayalı bir hukuk devleti hedefinin içini doldurmak. O zaman insan gibi yaşamak düşü kurabiliriz. O zaman sağaltıcı ve birleştirici bir yas tutma süreci yaşayabiliriz. O zaman dolabımızdaki iskeletlerle de yüzleşebilir, toplam değil toplum olabiliriz.

O zaman kısacık yaşamları bir mağarada PKK’nin kafalarına sıktığı kurşunlarla son bulan yurttaşlarımız gibi kayıpları artık vermeyeceğimiz yahut bu durumların nadir istisnalara dönüşeceği ve demokrasimizi kökünden tehdit etmeyeceği bir geleceğin düşünü hep birlikte kurabiliriz. O zaman onları oradan kurtarmak adına bizler için hayatlarını veren, tehlikeye atan askerlerin de fedakârlıklarının bir anlamı, bir karşılığı olur. O zaman eline silâh alan, şiddet yoluyla siyasal amaca ulaşmak isteyene destek veren yurttaşı da yeniden topluma geri kazandırabilir, şiddete/tedhişe karşı kendiliğinden toplumsal, kitlesel bir muhalefet kurabiliriz.

Ne CHP’nin, ne İYİP’in benden akıl almayacağını biliyorum. Buna karşılık yukarıdaki satırlarda kısaca taslağını oturtmaya çabaladığım bağlamda ve bu cumhuriyetin yurttaşları olarak yüzümüz Kandil’e değil Ankara’ya dönük olduğuna göre, yine de acizane seslenmek isterim: Bu defa, hepimizi şaşırtarak, “biz sizden daha milliyetçiyiz, biz de sizin kadar Müslümanız” demediniz. İçtenlikle kutlarım. Ancak arkasını da getirmenizi bekliyoruz: Tutarlı, soğukkanlı ve özgüvenli olunuz, yeterli.

EK-BAZI GÜNCEL ÖRNEKLER:  

*İçişleri Bakanı Soylu: "Teröriste terörist diyoruz. Dediğimiz zaman bizi eleştiriyorlar. Öcalan için özgürlük isteyen, eylem yapan insana biz ne diyelim. Geçenlerde sırf yalakalık olsun diye yine vekiller sözde tecrit kalksın özgürlük gelsin diye açıklama yapmaya kalktılar. Yapabilirler mi? Yaptırır mıyız? Buna müsaade eder miyiz?"

Yanıt: Terörizmin tanımı konusunda neden, örnekse, AB ile bunca zamandır anlaşamadık? Teröriste mahkeme terörist der. Siyasetçilerin, yurttaşların, ülkelerin terörist tanımı farklı olabilir. Idlip'te her Astana toplantısında "terörist" denilen HTŞ ile çalışmıyor mu bir yandan devlet? Öcalan, diğer 80M+ yurttaş gibi bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı. Diğer mahkûmlarla da aynı haklara sahip ve aynı kısıtlamalara tabi. Öcalan veya bir başka mahkûm için eylem yapan kimseye bakan (bu sistemde memur) "terörist" diyemez. Ancak savcıya/mahkemeye verebilir. Bakan (bu sistemde memur) hiçbir milletvekiline "yalaka" diyerek hakaret edemez. Milletvekilleri, Öcalan'ın veya bir başka mahkûmun, tecrit gibi bir durumunu meclise veya kamuoyuna taşıyabilir, taleplerini dile getirebilir. Bir veya daha fazla sayıda milletvekilinin dilediği bir konuyu meclise yahut kamuoyuna taşıması İçişleri Bakanı'nın (bu sistemde memur) iznine tabi değildir. İçişleri Bakanı'nın herhangi bir siyasal girişim veya barışçıl toplumsal eylem için "izin verir miyiz?" diye sorabildiği düzene demokrasi veya hukuk hatta kanun devleti denemez. Bu yazdıklarımı dile getirmek için Öcalan/PKK destekçisi olmak gerekmez. Her eşit anayasal yurttaş kendi hak ve özgürlüklerine titizlik ve hatta kıskançlıkla sahip çıkmalıdır ki, ülkemiz daha yaşanır bir yer olsun. Muhalefet de Öcalan veya PKK özelinden değil bu demokrasi ve hukuk devleti temelinden kurulmalıdır. Bu toplara girilmeden de, dış politika ve terörle mücadele dahil ve başta, ne anlamlı, ne işe yarar, ne tutarlı söz söylemek mümkündür.

**İçişleri Bakanı Soylu: "PKK'nın karşısında hep birlikte bir cephe olabilmek fırsatını kaçırdık. Bu tarihi bir fırsattı. Bu kalleşliğe hep birlikte fatura ödettirebilmek fırsatını kaçırdık."

Yanıt: Demek ki, yalnızca HDP değil, CHP ve İYİP de terörle mücadelenin tanımı, nasıl yürütülmesi ve bu ülkenin nasıl bir cumhuriyetle yönetilmesi gerektiği konularında AKP-MHP ile hemfikir değil. Demek ki toplumun, seçmenin yarısından daha geniş bir kesimi bu yaşamsal konularda ayrı düşünüyor. Böyleyse Soylu siyaseten, kendi açısından, kendi ikna becerisinin yetersizliği, başarısızlığı bakımlarından kamuoyu önünde yakınabilir. Ancak, İçişleri Bakanı ünvanıyla, kendi ve temsil ettiği AKP-MHP iktidarı gibi düşünmeyenlerin üzerlerine devletin olanlarını kullanarak ve yargıyı araçsallaştırarak çullanma yetkisine sahip değildir.

***İçişleri Bakanı Soylu: “Murat Karayılan’ı yakalayıp bin parçaya bölmezsek bu millet yüzümüze tükürsün.”

Yanıt: Hiçbir yurttaş hakkında, o kişinin en aşağılık, en kanlı suçlara bulaşmış olduğu somut kanıtlarla belirlenmiş olduğu durumlarda bile, ülkenin iç güvenliğinin baş sorumlusu “bin parçaya bölmekten” söz edemez. Hatta “sözün gelimi öyle söyledim” dahi diyemez. Dediği, diyebildiği yerde hiçbir yurttaş kendini güvende hissedemez. Karayılan’ın bin parçaya bölünmesindense, 12+3 cenaze birleştirilip, bir ağırbaşlı toplu tören yapılabilirdi ülkemizin başkentinde. Hayat o gün adeta durmalıydı. Neden yapılmadı, yapılamadı?  
 


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.