Bir Hazin Hürriyet*

Ülkede özgürlüğün olduğu, aksini iddia edenlerin bu ülkeye ihanet ettikleri imajını yaratmak için eline mikrofon verilip konuşturulan birkaç şarkıcı, oyuncu vb. bu ülkede özgürlüğün olduğunu, baskı ve zorun yaşanmadığını iddia ediyorlar. Unutulmasın diye adlarını ve açıklamalarını alıntılayarak devam etmeyi borç biliyorum...

Google Haberlere Abone ol

Yemen Cankan

Son dönemin en çok konuşulan kavramlarından biri şüphesiz özgürlük. Esasen her dönemin mutlak istenci ve talebi olan özgürlük, ülkede baskı her geçen gün artarak devam ettikçe, adını daha fazla duyurmaya başladı.

Aydınların, yazarların, demokratların, muhaliflerin, devrimcilerin ve adını sayamadığım onlarca grubun özgürlük çağrıları, çok güçlü ve etkili olmasa da, bir şekilde yayılıyor ve toplum içerisinde bir hayalet gibi dolaşıyor.

Öyle ki iktidar sahipleri ve bunlara yakın isimler dahi özgürlük üzerine birkaç kelam etmekten kendilerini kurtaramıyorlar. İktidar sahipleri bir kenara (onlara kalsa, dünya yanmış olsa fazla özgürlükten yanmıştır), son dönem basına yansıyan birkaç ünlü(!) ismin yaptığı açıklamalar takdire şayan!

Ülkede özgürlüğün olduğu, aksini iddia edenlerin bu ülkeye ihanet ettikleri imajını yaratmak için eline mikrofon verilip konuşturulan birkaç şarkıcı, oyuncu vb. bu ülkede özgürlüğün olduğunu, baskı ve zorun yaşanmadığını iddia ediyorlar. Unutulmasın diye adlarını ve açıklamalarını alıntılayarak devam etmeyi borç biliyorum.

Hülya Koçyiğit: “Söylenildiği kadar baskı olduğunu düşünmüyorum. Bundan daha açık bir toplum görmedim ben. Kimse baskı altında değil, bilakis herkes fazla özgür. Çok fazla atıp tutuyorlar!”

Yavuz Bingöl: “Fazla özgür sözlerine (Hülya Koçyiğit’i kastederek) katılıyorum. Diktatör dediğiniz insana her şeyi söyleyebiliyor, konuşabiliyorsunuz.”

Kaya Çilingiroğlu: “Ben baskı olduğunu düşünmüyorum. Güney’de isteyen rahat rahat bikinisini de giyiyor, içkisini de içiyor. O baskı nerede hissediliyor anlamıyorum.”

Ferdi Tayfur: “Kime baskı yaptılar? Ne baskısı? Gösterin bana parmağınızla şu adama baskı yaptılar, şu sanatçıya şunu yaptılar diye... Yok böyle bir şey! Ülkede baskı var da bizim gözümüz mü görmüyor? Bana baskı gören birini getirin. Allah aşkına geçsinler bunları.”

Daha başka açıklamada bulunan varsa, onlar da bir kenara not edilsin. Bize şimdilik bu kadarı yeter.

Yukarıdaki açıklamaları yapan söz konusu kişilerin, bu açıklamaları yapma amaçları, günbegün açığa çıkıyor elbet. Aralarında damadı için ihale kovalayan mı dersiniz, kızı için yüksek kademede bir iş arayan mı? Ne ararsanız var. Tabii gidişata karşılıksız methiye dizen de vardır, kim bilir? Ama bu durum aşağıda yapacağımız açıklamalarımıza ters düşmeyecektir.

Maddi bir menfaat kovalayan ya da hiçbir karşılık beklemeksizin milli meselelere teşne olanların, yukarıda alıntılanan türden açıklamalar yapmalarında elbette pek fazla şaşılacak bir yan bulunmuyor. Söz konusu durumda bana göre şaşılacak olan şey, bu kişilerin yaptıkları açıklamalarda haklı olmalarıdır. Buyurun cenaze namazına!

Geçtiğimiz hafta Gazete Duvar’da yayımlanan “Bitmedi daha sürüyor o savaş ve sürecek, biz dur deyinceye dek” başlıklı yazımda, savaş meselesi üzerinden, kullandığımız birçok kavramın sahibinin bizler olmadığımızı, kavramların ve dolayısıyla dilin ideolojik işlevlerinin bulunduğunu belirtmiştim. Fazla detaya girmesem de, savaşı yürütenlerin o savaşa taktıkları adla, savaşın gerçek mahiyetinin örtüşmediğine dikkat çekmiştim.

Hem bahsi geçen o yazıya küçük bir katkı koymak ve hem de halihazırdaki bu yazıdaki derdimi anlatmak adına birkaç laf daha etmiş olayım. Yukarıda savaş konusunda değinmiş olduğum noktanın belirleyici olan unsuru, savaşın, sınıfsal bir olgu olduğu gerçeğidir. Toplumların tarihinden ve ezen ezilen ilişkisinden bağımsız düşünülebilecek bir tarafı yoktur savaşın. Herhangi bir savaşın taraflarının ezen ve ezilen sıfatlarını karşılamıyor olması dahi bu gerçeği değiştirmeyecektir. Savaşlar, sınıf savaşımlarıyla doğrudan ilintilidirler. Bugün yürütülen savaşların tümünün, kapitalist dünya düzeninin devamı için yürütüldüğünü bilmeyen sanıyorum yoktur. Kapitalizmin kendisi bir ezen ezilen karşıtlığının ifadesidir. Bu sistemin devamı ve devamı için yapılan her türden faaliyet, ezen ve ezilen sınıfların çatışması gerçeğini içermektedir.

Gelelim metnimizin konusuna. Özgürlük kavramı da, tıpkı savaş kavramı gibi sınıf savaşımlarıyla ilgilidir ve dolayısıyla tarihsel ve sınıfsaldır. Bugün yaygın kullanımının getirdiği karmaşa nedeniyle özgürlük kavramı, gerçek mahiyetini kaybetmiş durumdadır. Oysa zamandan ve tarihten kopuk, bir başka deyişle bütün zamanlar için geçerli olan ve bütün toplumsal yapılarda karşılık bulacak (tarihsel olmayan) bir özgürlük olgusu yoktur. Böylesi bir olgunun inşa çabasıysa, bizleri tarihsellikten ve sınıfsallıktan uzaklaştıracaktır. Marks, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi'nde hakkın, hiçbir zaman, toplumun ekonomik yapısının ve ona tekabül eden kültürel gelişmesinin üstüne çıkamayacağını belirtmiştir. Marks’ın bu tespiti özgürlük için de tekrar edilebilecektir.

Özgürlük, içinde bulunduğu toplumun üretim ilişkileriyle ve bu üretim ilişkilerinin nihai sınırlarıyla sınırlıdır. Üretim ilişkilerini aşacak düzeyde, sınıflar üstü bir özgürlük, yoktur. Çıkarları mutlak surette çatışan sınıfların hepsini birden karşılayacak bir özgürlük olamayacaktır. Kapitalizm örneğinde, sermaye sınıfını ve proletaryayı aynı anda kesecek bir özgürlük algısı son derece hatalıdır. Birinin gerçekten özgür olduğu bütün şartlarda, diğeri için özgürlük ortadan kalkmıştır demektir. Örnek olsun, kölecilik düzeninde, köle sınıfının özgür olduğu bir koşulda, efendi sınıfı açısından artık özgürlükten bahsedilemez. Tersinden bir efendinin varlığı bir kölenin varlığının koşutudur. Dolayısıyla efendi ve köleyi aynı anda karşılayacak bir özgürlük var edilemez. Günümüz toplum düzeninde de işçi sınıfının gerçekten özgür olacağı bir koşulda, artık sermaye sınıfının özgürlüğü ortadan kalkmış olacaktır.

Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan en önemlisi, özgürlüğün, sadece, isteyenin istediğini yapabilmesi, yapmak istemediği bir şeye zorlanamaması ve "anayasal hakların kullanılması" şeklinde anlaşılmaması gerektiğidir. Türkiye özelinde, OHAL'in ve demokratik haklar önündeki engellerin kaldırılacağı, mesela grevlerin, işçi eylemlerinin, her türden basın açıklamalarının, mitinglerin yapılmasının önünün açılacağı bir düzende de, mesela işçilerin, Kürtlerin, devrimcilerin, hak savunucularının vs. özgür sayılamayacakları açıktır. Gerçekten özgür bir düzen, emek sömürüsünün ortadan kaldırıldığı, hak elde etmek için grevlere, eylemlere vs. gerek duyulmadığı bir düzendir.

Sokaklarda hak aramak bir özgürlük değildir. Özgürlük sokakta aranılan o hakka ulaşma halinin ifadesidir. Yoksa Nazım Hikmet'in dediği gibi:

"Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan

yoğurursun

bütün nimetlerin hamurunu.

Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı

Karun etmek hürriyetiyle hürsün!" **

Geçirdiği bir iş kazasında üç parmağının kopmasına rağmen, borçları yüzünden, bir hafta sonra, işe gitmek zorunda kalan bir işçinin*** özgür sayılmaması için hiçbir demokratik hakkının engellenmesine gerek yoktur. Bu işçinin içine sokulduğu bu zorunluluk ilişkisinin kendisi, özgürlüğün bir ihlalidir. Başkaca bir kritere bakmaya da gerek yoktur.

Bu çerçeveden bakıldığında, yazının başında açıklamaları verilen Hülya Koçyiğit, Yavuz Bingöl, Kaya Çilingiroğlu ve Ferdi Tayfur’un bu ülkede baskının olmadığı, herkesin son derece özgür olduğu yönündeki söylemlerinin, bu söylemlerin sahipleri açısından bir gerçekliği ve en önemlisi haklı bir tarafı vardır.

Bu kişiler, kendilerini iktidar sahibi dolayısıyla ezen sınıfın saflarında konumlandırmışlardır ve bu sınıfın perspektifini paylaşmaktadırlar. Bizlerin kendimizi özgür hissetmediğimiz bir ortamda, onların kendilerini özgür hissetmeleri eşyanın tabiatına uygundur. Biz özgür olmadığımız için onlar özgürlerdir ve onlar özgür oldukları için bizler özgür değilizdir. Onları ve bizi aynı anda karşılayacak bir özgürlük bulunmadığı içindir ki, bizler özgürlük diye haykırdığımızda, bu kişiler itiraz etmekte ve özgürlüğün zaten var olduğunu söylemektedirler.

Avukat, İzmir Barosu

*Nazım Hikmet’in ‘Bir Hazin Hürriyet’ adlı şiiri

**Aynı şiirden bir bölüm

***Olay gerçektir ve İstanbul'da yaşayan bir işçi tanıdığımın başından geçmiştir.