YAZARLAR

Fırsat transferleri kolektif futbola fırsat tanımıyor: Sıradaki kurban Galatasaray

Galatasaray dün akşam Icardi, Mertens ve Mata’nın aynı anda sahada olduğu hiçbir maçta bütünlüklü bir futbol oynayamayacağını gösterirken, Kayserispor ise kenarda iyi bir teknik idare olduğu takdirde sahada ne yaptığını bilen, birlikte hareket edebilen, örgütlü bir futbol takımı seyredebilmenin hiç transfer yapılmadan da mümkün olduğunu gösterdi.

Ağustos ayının sonuydu. Galatasaray, yaz transfer döneminin bitmesine bir hafta kala Trabzonspor ile deplasmanda golsüz berabere kalmış ve maçın ardından Okan Buruk’tan ilginç bir açıklama gelmişti. Kadrolarını daha güçlü hâle getirmek istediklerini belirten Buruk, “En az üç tane daha oyuncu katabilirsek…” demiş ve eklemişti: “Sürekli oyuncu izliyoruz. Transfer dönemi bittikten sonra ben de rahatlayacağım. Takıma daha iyi odaklanacağım.”

Galatasaray yönetimi ise transferin son gününde Mauro Icardi, Juan Mata, Milot Rashica ve Yusuf Demir’e imza attırarak Buruk’un en az üç transfer isteğini bir fazlasıyla gerçekleştirmişti.

Fakat aradan yaklaşık bir buçuk ay geçtikten sonra, dün akşam maç öncesinde hiç de rahatlamış gibi değildi Buruk. Bu defa da kadronun genişliğinin getirdiği sıkıntılardan bahsetti. Maç kadrolarını yaparken zorlandığını, hatta antrenman maçı yaparken bile çok zorlandığını, birilerinin hep dışarıda kalması gerektiğini söyledi. Nitekim dün akşam Kayseri’de de Kerem Aktürkoğlu, Sergio Oliveira, Leo Dubois, Bafetimbi Gomis, Haris Seferovic ve Milot Rashica dışarıda kaldı.

Bilhassa Kerem, geride kalan sekiz haftada Galatasaray’ın oyunundaki bir numaralı sorun olarak görülüyordu. Medyada birçok kez, Kerem ve Yunus Akgün’ün formlarının yeterli düzeyde olmadığı, ama sahada üç yerli oyuncu bulundurma zorunluluğu sayesinde forma bulmayı garanti gördüklerini ve bu yüzden antrenmanlarda çalışıp kendilerini geliştirmedikleri söylendi.

Herhâlde Buruk da bu eleştirilere kulak vermiş olsa gerek ki, Kayseri’de bu ikiliden Kerem’i yedek bıraktı ve sol kanatta Dries Mertens’i değerlendirebilmek için arkasında üçüncü yerli oyuncu olarak ilk defa Kâzımcan Karataş’a şans verdi. Fakat maç başlayınca görüldü ki, Galatasaray’da sorun Kerem değilmiş. Alâkası bile yokmuş. Üstelik yerine Mertens’in oynaması çok daha büyük sorunlara yol açabiliyormuş.

Belçikalı yıldız, bir zamanlar etkili bir sol kanat oyuncusuydu, evet. Ama bu 2016 sonbaharında değişti. Napoli o dönemde yıldız golcüsü Gonzalo Higuain’i Juventus’a kaptırdıktan sonra, yerini Ajax’tan Arkadiusz Milik ile doldurmuştu. Fakat Milik, Napoli kariyeri boyunca peşini bırakmayacak sakatlıkların ilkini yaşayıp çapraz bağlarını koparınca, Maurizio Sarri öncelikle Manolo Gabbiadini’yi denemiş, ama ondan istediği verimi alamayınca bu defa Mertens’i sahte dokuz rolünde kullanmıştı. Mertens’in sol kanatlığı da o günden itibaren sona ermiş ve yıllarca Lionel Messi’den sonra Avrupa’nın gördüğü en gösterişli sahte dokuz performansını gösterip, kulüp tarihinin en golcü oyuncusu olmuştu.

Dolayısıyla aradan altı yıl geçtikten ve Mertens 35 yaşına geldikten sonra onu kaleden uzaklaştırıp tekrar sol kanada yerleştirmek hiç iyi bir fikir gibi durmuyordu. Üstelik yanında kendisi gibi topsuz oyunda takıma yük olacak yaşıtı Juan Mata, en uçta yine topsuz oyunda takımın taşıması gereken oyunculardan Icardi, arkasında da Galatasaray’daki ilk Süper Lig maçına çıkan Kâzımcan varken…

Nitekim kâğıt üzerinde kötü olarak duran bu fikir, sahada daha da kötü sonuç verdi. Top kendisindeyken tüm oyuncuların hücum pozisyonuna, top rakipteyken ise herkesin savunma pozisyonuna geçmesi gerekirken, Galatasaray’da takım savunmacılar ve hücumcular olarak ikiye ayrıldı. Ve Kayserispor, başta Mertens’in kanadından olmak üzere sahada kendileri lehine oluşan bu devasa boşluğu çok iyi değerlendirdi.

Onur Bulut ve Ramazan Civelek’ten oluşan sağ kanatları, önceki maçlardaki yüksek uyumlarını, Galatasaray’ın kendilerine verdiği fırsatı da değerlendirerek bu maçta da sürdürdüler. Bilhassa Onur’un sezon başından beri sağ bekten içe kat ederek etkili olma alışkanlığı, dün akşam kendi zirvesini gördü. Hem Mertens’in kendisini takip etmemesinden dolayı sağ kulvardan neredeyse hep boşta geldi hem de Mata’nın merkezi eksik bırakmasından dolayı ceza yayı çevresinde çok sayıda fırsat buldu.

18. dakikada ceza yayından çektiği şutunu Fernando Muslera’nın parmaklarının ucuyla kornere çelmesi Galatasaray için bir uyarıydı. Ama bu uyarı, kenar yönetimi tarafından ciddiye alınmayınca 34. dakikada Yunus’un kaybettiği bir topun ardından yakalanılan hızlı hücum fırsatında ev sahibi sağ kanattan yine bomboş geldi, Onur merkezde yine fazlalık yarattı ve bu defa zayıf ayağıyla tam köşeye çektiği şutuna Muslera bakakaldı. Aynı şekilde ilk gol de yine sağ kanattan çok rahat bir şekilde yapılan bir ortanın ardından savunmadan seken topun ceza yayı üzerinde alınamamasıyla gelmişti.

ATAN'IN OYUNUNDAKİ DEĞİŞİM

Burada bir parantez açıp, Çağdaş Atan hakkında bir şeyler söylemek gerekebilir. Atan, teknik direktörlük kariyerinin ilk yılı olan 2020-21 sezonunda Alanyaspor’da dikkatleri üzerine çekmişti. O sezon Akdeniz ekibine ligin en baskın futbollarından birini oynatan Atan, topa sahip olmak isteyen ve ön alanda uyguladıkları şiddetli presle de bu isteklerini gösteren bir takım yaratmıştı. Buna karşın, özellikle sezonun ikinci yarısında kendilerine karşı derinde bekleyen rakiplerin sayısı artınca üretkenlik sorunu yaşamaya başlamışlar ve bu da sonuçlara olumsuz yansımıştı.

Bir sonraki sezonun başlamasına kısa bir süre kala kendisiyle yaptığımız röportajda ise Atan bu durumun farkında olduğunu ve yeni sezonda daha hibrit bir oyuna geçeceklerini söylemişti: “Kendimizi ve oyunumuzu geliştireceğiz. Bu sezon topa yüzde 70 gibi oranlarda sahip olmak istemiyorum. Tabiî ki maçların skorlarının ve rakiplerimizin oyun tarzlarının bizi nereye götüreceğini kestiremiyorum. Asla pragmatik olmayacağım, yine benzer bir oyun planıyla sahada olacağız; ama prese başlayacağımız nokta biraz daha kendi yarı sahamıza yakın olacak, topları bu bölgede kazanmak isteyeceğiz. Çünkü geçen sezon baskımızı rakip kaleciye kadar ilerletmiştik ve bu sefer rakipler geride hiç pas yapmamaya başlamıştı, bu da mesafemizin uzamasına ve rakip savunmaların uzun topları sonucunda çok fazla geriye koşmak zorunda kalmamıza neden olmuştu.”

Atan’ın takımının futbol tarzında yapmayı düşündüğü bu değişimi bir sonraki sezon Alanyaspor’da uygulayabilmesi mümkün olmamıştı, çünkü henüz üçüncü haftanın ardından kendisiyle yollar ayrılmıştı. Bu sezon ise Kayserispor’un başında, elbette elindeki oyuncuların özelliklerine de uygun şekilde, tıpkı röportajda söylediği gibi topla daha az oynayan, baskı yoğunluğunu daha geride konumlandıran, daha hedef odaklı, sonuca dolaysız bir şekilde ulaşmayı isteyen bir futbol anlayışına sahip olduğu görülüyor.

Bu anlayışları, Galatasaray’a sadece topsuz oyunda savunma sorunları değil, toplu oyunda da üretkenlik sorunu çıkardı. Galatasaray’ın ilk yarıda topa sahip olma oranı yüzde 62’ydi. İsabetli pas sayısı da Kayserispor’dan neredeyse iki kat daha fazlaydı. Ama gol beklentileri James Bond’un seri numarası gibiydi: 0.07.

Maç sonunda Galatasaray bu sezon dış sahada en fazla isabetli pas (456) ve orta (17) yaptığı maçı oynarken, Kayserispor ise en fazla rakip ceza sahasında topla buluştuğu (23) ve şut çektiği (18) maçı oynadı.

Bu elbette Galatasaray’ın kendi yapısal sorunlarından da kaynaklanıyordu. Zira Galatasaray’daki tek sorun oyuncuların birbirlerini tamamlamamaları değil, aynı zamanda seçilen oyun da oyuncuları pek tamamlamıyor gibi.

GALATASARAY'IN KADROSU FAZLA GENİŞ

Bu sezon Türkiye’deki hâkim futbol paradigmasının dışına çıkarak rakiplerini fiziksel üstünlük yoluyla alt etmeye yönelen Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin aksine, Galatasaray ve Trabzonspor uzun yıllardır şampiyonluk adayı takımlarda gördüğümüz gibi, temposu düşük ama teknik becerisi yüksek oyunculardan kurulu takımlar oluşturmayı tercih ettiler. Buna karşın Okan Buruk’un son olarak Başakşehir’de de örneğini gördüğümüz direkt futbol anlayışı, bu takıma pek uymuyor gibi. Zira Galatasaray’ın yaş ortalaması yüksek hücum hattı, top kendisindeyken ileride örgütlü ve şiddetli bir pres uygulayamadığı gibi, sahip oldukları tempo ve dinamizm sorunları da top kendilerindeyken Buruk’un ceza sahasına direkt bir şekilde ulaşma isteğini karşılayamıyor.

Bu açıdan sezon başından bu yana en öne çıkan oyuncularının takımın atletik kapasitesi en yüksek oyuncusu olan Sacha Boey olması tesadüf değil. Aynı şekilde dün akşam ikinci yarının başında Mertens ve Yunus’un yerine oyuna giren Rashica ve Barış Alper Yılmaz’ın yüksek fiziksel kapasitelerinin de Buruk’un taleplerine daha iyi karşılık vermesi gibi.

Öte yandan, Buruk’un bu sezon yaşayacağı en önemli zorluk taktiksel sebeplere dayalı olmayabilir. Şöyle ki, Galatasaray’ın Süper Lig için gereğinden fazla geniş bir kadrosu var. Örneğin temmuz ayında muhtemelen takımın birinci santrforu olacağını düşünerek Galatasaray’a gelen Haris Seferovic, dün akşam maçı bitiren kadronun neredeyse tamamı hücum oyuncularından oluşmasına rağmen sahada değildi. Bu yüzden Seferovic’in kulübedeki mutsuzluğunu yönetmek, Galatasaray’ın saha içindeki sorunlarını çözmekten bile daha zor olabilir.

Benzer genişlikte bir kadroya sahip olan Jorge Jesus, her hafta ligde ayrı Avrupa’da ayrı kadroları sahaya sürme rahatlığına sahipken, Buruk ise haftada sadece bir maç oynayan takımına öncelikle işleyen ve kazandıran bir formül bulmak zorunda, ayrıca her hâlükarda dışarıda kalacak olan oyuncularını da motive etmek zorunda. Yani saha içindeki yapısal sorunlar, bir yandan Buruk’tan yüksek taktiksel beceriler isterken, geniş kadronun getireceği saha dışı sorunlar da ondan aynı şekilde yüksek yöneticilik becerileri talep ediyor. Çok ama çok zor bir görev.

Nitekim dün akşam görülen gerçeklerden biri, Galatasaray’ın birbirinden şöhretli üç transferi Icardi, Mertens ve Mata’nın üçünün birlikte oynamasının imkânsız olduğu ve bu üç oyuncunun aynı anda sahada olduğu hiçbir maçta Galatasaray’ın bütünlüklü bir futbol oynayamayacağıydı. Böylece “fırsat transferleri” adı altında getirilen oyuncuların takımların kolektif bir futbol oynamalarına fırsat tanımadığı da bir kez daha görüldü.

Ve yine Kayserispor gösterdi ki, kenarda iyi bir teknik idare olduğu takdirde hiç transfer yapılmadan da sahada ne yaptığını bilen, birlikte hareket edebilen, örgütlü bir futbol takımı seyredebilmek mümkün. Dolayısıyla belki buradan UEFA’ya da bir çağrı yapılabilir: Süper Lig’de daha iyi bir futbol için lütfen hakkaniyetli olun ve daha fazla takıma transfer yasağı getirin.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.