Filistin bu sefer kazanabilir mi?
Artık Filistin konusu, Ortadoğu’da 'yeniden' yeni eksenlerden biri oldu! Her şeye rağmen bir gün öncesine 6 Ekim’e dönmek için çırpınıyorlar, özellikle AKP iktidarı. Erdoğan hemen, 'arabulucu olabiliriz, devreye girebiliriz' demeye başladı. Sanki taraflar uzlaşmaya karar verdi de 'arabulucu bulamadıkları için' uzlaşamıyorlar!
Her şeyden önce çok başarılı bir askeri operasyon. Başarıyı büyüten en önemli faktör, herhangi bir devlete karşı değil İsrail’e karşı yapılmış olması. Böyle bir saldırıya karşı hazırlıklı olması ve anında yanıt üretmesi beklenen (dünyadaki) devletler arasında İsrail birinci sırada idi. Dış istihbarattan sorumlu Mossad’ı, iç istihbarat kurumu Shin Bet'i –ki Gazze’yi kendi toprağı olarak kabul ettiği için bu kurum oradan sorumlu- ve devasa ordusu, hatta 3 yıl zorunlu askerlik eğitimi almış vatandaşları ile birlikte hepsi, “gözüne far tutulmuş tavşana” döndü.
ABD’nin 11 Eylül’de yediği darbeden sonra, “İsrail’in 7 Ekim'inden" sonra görülmüştür ki dünyada darbe vurulamayacak hiçbir devlet yoktur. Ve 21. yüzyılda bile olsak “silahlı mücadele/eylem” ile tarihin akışı hâlâ değiştirilebilir durumda! Bu saldırı ile Ortadoğu’da “bazı planlar” yeniden yapılmak zorunda kalacak.
Başarıyı büyüten diğer faktör ise hazırlık (mutfak) sürecidir. 4-5 saat içinde tamamlanmış olsa da anlaşıldığı kadarıyla arkasında uzun yıllar süren bir “faaliyet” mevcut. Üstelik bu faaliyet, denizden ve karadan İsrail askeri güçleri tarafından çevrilmiş (Mısır sınırının İsrail tarafından kontrol edilmediği söylenemez) bir açık hava hapishanesinde icra edilmiş. Yani her malzemenin temininin, taşınmasının, girişinin Mossad tarafından, içerideki sevkiyatının, üretiminin, stoklanmasının Shin Bet tarafından denetlendiği ve yüzlerce muhbirin/ajanın kol gezdiği bir açık hava hapishanesinde. (Hollwood’un kült filmi “Escape from Newyork”un sahneleri gibi.)
Kuşkusuz en çarpıcı sahne, sınırın İsrail tarafından çekilmiş görüntülerdi; yüzlerce roketin “üzerinize” geldiği. Bu kadar roket ve roket rampası nasıl üretildi, nerede stoklandı ve nasıl aynı anda senkronize edildi? Biliniyor ki bu roketler, hazır halde Gazze’ye sokulamıyor, orada sıfırdan imal ediliyor ve yıllar içinde geliştirilmiş modellere sahip.(1) Çeliği getirmek, işlemek gerekiyor. Patlayıcıları, ateşleme mekanizmalarını edinmek, yerleştirmek lazım. Bunlar da yetmez. Büyük ihtimalle son teknoloji cnc makineleri, lazer kesicileri, üç boyutlu yazıcıları yoktur, hepsini 30-40 yıllık torna tezgahlarında, basit kaynak makineleriyle, derme çatma yeraltı atölyelerinde yapıyorlardır. Sadece roketler de değil, üç çeşit hava aracı da (paramotor türevi) üretmişler. Bir de hızlı deniz tekneleri.(2)
10’dan fazla noktadan yarım saat içinde ateşlenen 5 bin civarında roket. Roketlerin bu kadar çok olmasının asıl nedeni, saatte sadece 110 roket “karşılayabilme” kapasitesine sahip Demir Kubbe savunma sisteminin devre dışı bırakılarak, tam bir panik yaratma ve yıldırma gerçekleştirme.(3) Aynı anda yola çıkan onlarca paramotor, aynı anda sınırı yıkan buldozerler ve yıllar boyunca bu iş için eğitilmiş militanlar ise en kısa zamanda en büyük zararı vererek mümkün olan en fazla rehineyi Gazze’ye taşıma işini gerçekleştirmiş.
Ve tüm bunları, yaklaşık iki yıl boyunca tam bir konspirasyon içinde sürdürülüp, İsrail’in ele geçirdiği toprakları geri alma amacıyla başlattığı 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın 50. yıl dönümünde Yahudi bayramı Yom Kippur sırasında uygulamaya geçirmek! Kabul etmek gerekir ki kapsamı, karmaşıklığı ve süresi göz önüne alındığında herhangi bir kurmay ekibinin yapabileceği bir “iş” değil.
Anlaşıldığı kadarıyla şimdiye kadar gördüklerimiz, askeri harekatın ilk bölümü. Ve bu bölümde, askeri amaç olarak iki hedef belirlenmiş; İsrail’in yıkılmaz denilen savunma sistemini tarumar etmek -ki bu aynı zamanda İsrail halkının savunmasız olduğunu hissettirecek- ve çok sayıda asker/sivil rehin almak ki içlerinde general bile var. (İsrail topraklarında kalmak, orada cephe kurmak, çatışmayı orada sürdürmek, hatta intihar eylemleri yapmak bir tercih değil).
Özellikle rehinelerin “değerinin” her iki taraf da farkında. Hatırlanacak olursa yine Hamas’ın bir operasyonda rehin aldığı İsrail askeri karşılığında 1027 Filistinli mahkum serbest bırakılmıştı (2011). İsrail devleti için bu durum, vatandaşlarının ne kadar değerli olduğunun bir kanıtı olarak pazarlanmıştı, içeride (1’e karşı 1027). Ne olursa olsun savaşa gönderilecek olanlar, geri getirileceklerine inanmalı.
Böylesi bir kurmaylığın, bundan (birinci adımdan) sonraki süreci öngöremeyeceğini beklemek, safdillik olur. İsrail’in ezberini bütün dünya ezberledi; tankıyla topuyla karşılık verecek.
Şimdi, ikinci aşamada neler olacağına tanıklık edeceğiz. Hamas, İsrail’in Gazze’ye girmesini bekleyecek ve orada mı karşılık verecek yoksa benzer bir saldırı daha mı yapacak. Üstelik Hamas militanlarının bir kısmının hâlâ İsrail topraklarında saklandığını, İsrail Hükümeti bile ifade etmişken. Ve Hamas kurmaylığının, Gazze’nin bodrumlarını birbirine bağlayan tünellerde İsrail tanklarını beklediği bilinirken! Herhalde roketlerin tamamını ilk saldırıda tüketmemişlerdir!
Rezervinde tuttuğu, Filistin’in diğer cephelerinden saldırma ihtimali de mevcut. Yani Batı Şeria’dan, Lübnan’dan, Ürdün’den.
Hatta üçüncü, dördüncü aşamayı hazırlamadıkları ne malum?
YA SİYASİ AMAÇ?
Çok bilinen bir söz vardır, Clausewitz’e ait; "Savaş, siyasetin başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) devamıdır" (Savaş Üzerine). Açıktır ki Filistin halkının (ve Filistin örgütlerinin) asıl amacı, şiddet üretmek ve uygulamak değil. İşgal edilmiş topraklarını (en azından önemli bir kısmını) geri almak ve uluslararası düzeyde tanınmış (özellikle İsrail tarafından) bir devlet olmak. Askeri başarılar (belki de başarısızlıklar) bu amaca hizmet ediyor/etmeli.
İlerleyen “aşamalar”ın ne sonuçlar doğuracağını ve gelişmelerin neler olacağını şimdiden kestirmek imkansız. Hiçbir savaşın sonucu önceden kestirilemez. Dünyanın uzak ve yakın tarihi bunun örnekleriyle dolu. Kuşkusuz, tek başına bu saldırı da nihai bir siyasi sonuca yol açamaz. Ancak şimdiden bir takım siyasi sonuçlar doğurduğu aşikar.(4)
İlk olarak; El-Fetih’ten İslami Cihat’a, hatta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne kadar geniş bir “ortak hareket” sağlandı.
Asıl siyasi başarı ise uzunca bir süredir devam eden İsrail’in bazı Arap ülkeleri ile pişirilen “normalleşme adımlarının” tam olarak sekteye uğratılmasıdır. Hatırlanacağı üzere eski ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'da düzenlediği resmi bir törenle 15 Eylül 2020’de İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasındaki diplomatik ilişkileri normalleştiren Abraham Anlaşmaları imzalanmıştı. Bu anlaşmaya aynı yıl içerisinde Fas ve Sudan’a da katıldı. Ve ağır top Suudi Arabistan'da idi gözler. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın geçen ay Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında normalleşme anlaşmasına her geçen gün daha da yaklaştıklarını söylüyordu. Kambersiz düğün olmaz elbette! Tayyip Erdoğan’ın, İsrail ile yakınlaşması, pardon normalleşmesi de bu sürecin Arap dünyası dışında yürüyen parçası idi kuşkusuz.
Şimdi, onca yılın “emeği” heba oluverdi! Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, “Mısır'ın Arap meselelerine yönelik taahhütlerinden vazgeçmeyeceğini” vurguluyor, BAE 20 milyon dolar yardım edeceğini açıklıyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman bin Abdulaziz, “ülkesinin Filistin halkının onurlu bir yaşama yönelik meşru haklarına, umut ve arzularının gerçekleşmesine ve adil ve kalıcı bir barışa kavuşmaları yönündeki desteğini” vurguluyor. Hamas, rehineleri bıraksa İsrail operasyonu durdursa -ki asla durdurmaz- bu ülkelerin hiçbirisi “normalleşmede nerede kalmıştık, devam edelim” diyemez. Artık Filistin konusu, Ortadoğu’da “yeniden” yeni eksenlerden biri oldu!
Her şeye rağmen bir gün öncesine 6 Ekim’e dönmek için çırpınıyorlar, özellikle AKP iktidarı. Erdoğan hemen, “arabulucu olabiliriz, devreye girebiliriz” demeye başladı. Sanki taraflar uzlaşmaya karar verdi de “arabulucu bulamadıkları için” uzlaşamıyorlar!
ABD’nin ve İsrail’in merkezinde, Suudi Arabistan’ın BAE’nin içinde olduğu bir anlaşmanın “ne için, kime karşı” faaliyet göstereceği düşünülürse akıllara tabii ki İran gelecektir. İran’ın aklına da bu gelir! Ve akıllı olan her ülke gibi, kendisine karşı kurulacak bir koalisyonu bozmak için bir umar arar. Yani Hamas’ı fişteklemesi gayet beklenebilecek bir taktiktir. Varsayalım ki öyle! Bu ne işe yarar, neyi değiştirir?
İran destekledi/destekliyor diye Filistin sorunu oluşmadı. İran desteğini çekse de Filistin sorunu bitmeyecek. “Bu işin arkasında İran var” diyerek hedef gösterenlerin büyük çoğunluğu, Filistin sorununu gerçek niteliğini görünmez kılmaya ve İsrail’in yaptıklarını “meşrulaştırmaya” çalışanlardır. Özellikle ABD’nin bile (şimdilik bile olsa) İran’ı bu işten vareste tutmaya çalışması (5), sorunun Ortadoğu’ya yayılmasını istememesinden kaynaklanıyor.
Ama şu gerçeği de kenara not etmek gerekli; Ortadoğu’da sırtını büyük bir güce dayamadan, hiçbir siyasi hareket varlığını uzun süre devam ettiremez.
Bu bölüme son söz;
İsrail Savunma Bakanı Galant: "İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz" diyor. Oysa “insansı hayvanların” davranış biçimlerini saysak, İsrail devletinden ne kadar çok örnek bulabiliriz değil mi? Bu kafayla devam etsinler, “Maymunlar Cehennemi”nin devam filmleri İsrail’de çekilir.
(Bu yazıya, “terör nedir, terörist kime denir, sivillere yönelik suçlar konusunda doğru tutum nedir, ezilenlerin şiddeti ezenlerinkiyle aynı kefede midir, içimizdeki İsrail seviciler, sosyalistler bu işin neresinde durmalı, falan filan” sığmadı. Artık sonrakilerde…)
(1) 2001’de "Kassam 1" adıyla bilinen ilk roketten sonra Hamas, hızlıca yürüttüğü teknik çalışmalarıyla "Kassam 2" adlı yeni modeli üretti. Kassam 3 ve 4 modellerinden sonra örgüt üretilen roketlere liderlerinin takma adlarının baş harfi ve roketin menzilinden oluşan isimler vermeye başladı. M75, 2003 yılında öldürülen İbrahim el-Mukaddime'nin ardından M harfi ve 75 kilometre menzili olması nedeniyle rakam kodu aldı. R160 roketi 2004 yılında öldürülen Abdulaziz el Rantisi, J180 de 2012 yılında öldürülen Ahmed Caberi'nin adını taşıyor.
(2) Bir ekip de motorlu tekne ile İsrail sahil kasabası ve askeri üssü olan Zikim'e baskın yapmış.
(3) Hamas her bir roketi 1000 dolara mal ediyormuş, İsrail’in bu roketlerden birini vurabilmek için kullandığı roketlerin tanesi ise 100 bin dolar.
(4) Buraya bir dipnot zorunlu! Ne olursa olsun egemenlerin dünyasının asla sarsılmayacağını düşünenlerden bir örnek. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi Deniz Ülke Arıboğan diyor ki “…güya “direniş adı altında” bir terör saldırısı yapıp, bunun bir zafer olduğunu sanan ve aslında neye, hangi kötü emellere alet olduklarını bilmeyen aptallar ve onlara gaz veren savaş çığırtkanları. Aptallar asla kazanamaz. NOKTA!”. https://twitter.com/DenizUlke/status/1711391405241680342 Bir de BÜYÜK harflerle “nokta” demiş.
(5) https://www.gazeteduvar.com.tr/abd-istihbarat-verileri-iran-hamasin-israil-saldirisina-sasirdi-haber-1641897
Yavuz Halat Kimdir?
Erzurum İspir’li. İstanbul Samatya’da büyüdü. İlkokuldan sonra iki yıl Darüşşafaka’da yatılı idi. “Ne Yapmalı”yı orada okudu. Maçka Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’nden 1984’te mezun oldu. Aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’ne girdi. Yıldız Rektörlük İşgali'nde 'işgalciler'den biriydi, bir süre cezaevinde yattı. Eğer bir başlangıç tarihi gerekir ise 14 Nisan 1987’den beri “solculuk” yapıyor.
Devlet, millet, anayasa: Demokrasi nereye sıkıştı? 16 Ekim 2024
İsrail’in çağrı cihazı ile bize ve dünyaya gönderdiği mesaj! 05 Ekim 2024
Mezunlar Türkiye’si: ODTÜ’den harp okuluna polis okulundan imam hatibe 20 Eylül 2024
Hadi ırkçılar, dinciler olimpiyatları da açıklayın 15 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI