YAZARLAR

Dünya Ekonomik Forumu’nda niyetler bile temennilerle çelişiyor

Küreselleşmede eşitlik makasını daraltmayı, küresel vergilendirmeyi, servet vergisini, temel vatandaşlık gelirini, karbon vergisini böyle ortada bırakırsanız eğer, yine çok kutuplu dünyayı askeri güçle tek kutuplu bir dünyaya dönüştürme niyetindeyseniz, düşünülmeyeni ancak gelecek felaketleri düşünmek olarak tarif eder, orada kalırsınız. İşte paradigmanın tık dediği nokta burası!

16-20 Ocak tarihlerinde gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu (WEF) buluşması, her zaman olduğu gibi yarı magazinel, biraz fütüristik ve aynı paradigmaların hakim olduğu bir havada geçti. Ama bu kez biraz daha gri bulutlar altında... Forumda konuşulanlara geçmeden önce, kısa bir ‘çoklu kriz’ panoramasını özetleyip, sonra forumdaki saptamalar, temenni seviyesinde çözüm önerileri ve niyetlere geçeyim.

Sırayla gideyim, çünkü dert bir değil bin! Öncelikle iklim krizi... Bu kriz, bugüne kadar insanlığın ve kapitalist sistemin yaşayacağı en büyük kriz olmaya aday. “Ölümcül döngü’ye girdik mi, girmedik mi?” sorusunun cevabı bile net değil. Faturasının çok ağır olacağını biliyoruz, işte burası net! Sistem bunu kaldırabilecek mi? O da pek mümkün görünmüyor.

‘ÇOKLU KRİZ’ YA DA ‘MEGA TEHDİT’

Küresel ekonomi ciddi bir ‘çoklu kriz’ ile karşı karşıya ve şu ana kadar verdiği sınav pek de başarılı görünmüyor. Pandemi öncesi hiç artmayacakmış gibi seyreden enflasyonun, şu anki yüksek seyrinin ne zaman sona ereceği de muamma. İş bununla da sınırlı değil, ‘enflasyon mu, durgunluk mu?’ ikileminde, enflasyonla mücadeleyi öne alan gelişmiş piyasaların çabası, her ikisi bir arada bir belanın kapılarını açmış gibi görünüyor. Karşımızda bir stagflasyon tehdidi var. Küresel borç sarmalı, rekor üzerine rekor kırıyor ve borçlanmanın artarak devam edeceği öngörülüyor. Bunun sürdürülebilir olması çok zor! Negatif toplam arz şokları, tedarik zincirindeki kopuşlar ve yüksek nakliye giderleriyle birleşip tüm bunlara tüy dikiyor. Yüksek faizle enflasyonla mücadele eğilimi, yatırım ve borçlanma maliyetlerini artırıyor. Gıda enflasyonu ürkütücü bir biçimde yüksek seyrediyor ve iklim kriziyle birleştiğinde çok daha büyük bir buhranın sinyallerini veriyor. Kaç gri bulut oldu? Çok oldu! İster ‘çoklu kriz’ diyelim, ister ‘mega tehdit’ kısa ve orta vadede tünelin ucunda bir ışık görünmüyor!

OLMAZSA OLMAZ, AMA BÖYLE OLURSA DA OLMAZ!

Tüm göstergeler mi berbat?.. Hayır değil, bazı toparlanmalar da var. Financial Times’ın başyazarlarından Martin Wolf, “Küreselleşme ölmüyor, sadece şekil değiştiriyor. Fakat küresel kapitalizmin işleyişine dair somut reformlar şart” deyip, sıralıyor: “Mal ticareti on yıllarca muazzam yükseliş gösterdikten sonra, küresel mali krizde düşmüştü, ancak o günden beri üretimle uyumlu seyrediyor. 2010-2019 döneminde, hizmet, uluslararası öğrenci ve fikri mülkiyet akışı ise mal ticaretine kıyasla yaklaşık iki kat fazla büyüdü. Veri akışı her yıl yüzde 50 civarında arttı. Daha da önemlisi çoğu akış, son dönemdeki aksamalara rağmen ayakta kaldı. Pandemiden sonra mal akışı ciddi ölçüde toparlandı.” Buraya kadar madalyonun iyimser yüzünü anlatıyor Wolf ve bu toparlanmanın bedellerinden de söz etmiyor. Şimdi kötümser yüzünü çevirelim madalyonun, yine Wolf’un sözleriyle: “Tehlikeli bağımlılık konusunda en net örnek Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığı oldu. Lityum, nadir bulunan bir toprak elementleri ve grafit en fazla üç ülkede çıkarılıyor ve çoğunlukla Çin’de işleniyor. En sofistike bilgisayar çipleri ise Tayvan’dan geliyor. Yeni bir McKinsey raporuna göre, toplamda her bölge en az bir önemli malın yüzde 25’inden fazlası için başka ülkelere güveniyor. Küresel ticaretin yüzde 40’ında ithalat ekonomisi belli bir kaynağın veya mamul ürünün tedariki için en fazla üç ülkeye bağımlı.”

Özetle, küreselleşme olmadan artık bu dünya yürümez. Bu bir gerçek, ancak küreselleşme tüm ülkelerin bir oydaşmasıyla dönüştürülmeden de yürümez... Söz gelimi, hem bunu bilip hem de Rusya ile topyekun savaşa girerseniz, ayağınıza sıkarsınız. Çin ile Tayvan arasında bir sıcak savaşı körüklerseniz, tedarik zincirlerini bir daha düzelmemek üzere koparırsınız değil mi? Öyleyse bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?..

KÜRESEL EKONOMİNİN PATRONLARININ NİYETLERİ ÇOK, FİKİRLERİ PEK YOK!

İşte küresel ekonominin patronları böyle bir ortamda bir araya geldi bu yıl Davos’ta... Dünya Ekonomik Forumu, merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde yer alan uluslararası bir vakıf. 1971 yılından bu yana her yıl İsviçre’nin Davos kasabasında bu forum toplantısı yapılıyor. Forumun amacı başlarda uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için bir platform sağlamak ve vizyon genişletmek. Siyasi liderler foruma ilk kez 1974 yılında davet edilmişti. O günden bu yana, gündemler sürekli değişmesine karşın, dünya ekonomisinin ve belli ölçüde de dünya siyasetinin nereye doğru evrileceğinin pek çok ipucu bu forumdaki oturumlarda ortaya çıkıyor. Forum dediysek, öyle birkaç büyük toplantı değil. Farklı konularda 80 oturum gerçekleşiyor. Dünyanın oyun kurucularının kararları değil, ama niyetleri işte bu forumdaki oturumlarda yaptıkları konuşmalardan bir ölçüde anlaşılabilir. Tabii ki tek oyun kurucunun dev küresel şirketler olmadığını biliyoruz. Yani o niyetler ya da o hesaplar bugün Pekin’e, Moskova’ya, Yeni Delhi’ye, hatta Hanoi, Ankara, Cakarta ve daha pek çok gelişen piyasaya uymayabilir. Yani Davos’taki hesabın çarşıya uyacağının hiçbir garantisi yok artık.

AŞK VE NEFRET NESNESİ OLARAK KÜRESELLEŞME

Küreselleşme karşıtları için zaten mesele net, küreselleşme her kötülüğün başı... Bunu anlamak kolay da, küreselleşme taraftarlarının, özellikle de küreselleşmeden en fazla nemalanan mega şirketlerin yöneticilerinin ‘küreselleşmenin geri dönülmez olduğu’ vurgusunun ardından uzun bir liste halinde sıraladıkları, restorasyon sürecinden ne anlamak gerek?.. Zira hemen her restorasyon fikrinin ardında, birbiriyle çelişen öneriler yer alıyor. Aslına bakarsanız, durum şu: Küreselleşmeyle ciddi hesaplaşma var, globalleşmenin hatalarının analizi yapılamıyor, ama çoğunluk küreselleşmeden vazgeçmek istemiyor.
Zirvenin öncesindeki tartışmalar, bazı eğilimler törpülenerek zirvede de gündeme gelmiş söz gelimi. Hemen küreselleşmenin kimyasını bozacak en temel eğilime gelelim. Çelişik ve biraz da komik çünkü...

FRIEND-SHORE ÜRETİM MODELİ KÜRESELLEŞMENİN NERESİNDE Kİ?

‘Reshore’ (üretimin ülkeye dönmesi) veya ‘friend- shore üretimi’ (Biden’ın ortaya attığı üretimin birkaç dost ülkede yapılması kavramı) ve ‘ülkenin üretim kapasitesini artırmaya yönelik sanayi politikaları'nın yasalaşması... Herkesin sınırları olmayan bir dünya için çalıştığı günlere ne oldu? Böyle bir değişime gidilecekse, küreselleşme nasıl sürdürülebilir? Kaldı ki, bir gelişmiş ülke, hele ki ABD ya da Avrupa Birliği bu yola saptı mı, Çin, Rusya, Hindistan kapılarını açık tutar mı? E tutmaz tabii... Ki ‘friend-shore üretimi’nin getireceği bir başka küreselleşmeden bölgeselleşmeye bir kayış olmaz mı? Doğal olarak olur, zaten Türkiye de dahil pek çok ülke ticareti ulusal para birimleriyle yapmanın yollarını aramıyorlar mı? Eğer ki askeri güç dengesi bu kadar eşitsiz olmasaydı, bugün ABD Doları tüm olumsuz yanlarına rağmen referans para birimi olabilir miydi? 

TEMENNİLER ÇOK AMA...

Tabii bu öneriler, Davos’un ruhunu zedeleyeceği için daha yumuşak ifadelerle geçiştiriliyor. Ve herkes, ‘küreselleşme olmadan olmaz, bu küreselleşmeyle de olmaz’ benzeri bir tekerlemeyi tekrarlıyor. Davos’ta, küreselleşmeye yönelik çözüm önerileri tek başlarına ve kendi içlerinde çok makul sayılabilir. Söz gelimi, hidrokarbon temelli enerji kaynaklarından yenilenebilir enerji kaynaklarına hızlı bir geçiş. Çok güzel, çok yeşil, çok yeryüzü dostu değil mi? Öyle... Peki kısa vadede gerçekleşme ihtimali nedir? İşte o çok tartışılır! Hele ki Rusya ve OPEC ülkelerinin ‘hidrokarbon diktatörlüğü’nü yıkmak için, Avrupa’da kömür ocaklarının yeniden açılması gerektiğini savunan çevrecilerin ortaya çıktığı bir ortamda! Mesela kömür tozuna bulanmış Alman Yeşilleri... Elektrikli otomobil devrimi tabii ki de çok şahane, ama o elektriğin hangi kaynaktan üretileceği meselesi var. Bugünden yarına hidrojen devrimi gerçekleşemeyeceğine göre... Yeni pazar iştah kabartıcı, ama ne kadar küresel sorunlara bir çare olacağı çok tartışmalı...

KÜRESEL VERGİLENDİRME Mİ? ŞART... UYGULANABİLİR Mİ, MÜMKÜN DEĞİL!..

Gelelim karbon vergisine... Şarm el-Şeyh’te düzenlenen COP Zirvesi’nde gelişen piyasaların itirazlarını dindirmek amaçlı bir ‘Kayıp ve Zarar Fonu’ kurulması kararı çıkarıldı. Fona kimin, ne kadar katkı yapacağı ise bir sonraki zirveye bırakıldı. Yani bunun gibi bir meseleyi bile çözememiş bir küresel sistem varken ortada, yine Davos’ta gündeme gelen ‘küresel vergilendirme’ konusunu nasıl hayata geçebilir ki! Tarifi muğlak, ancak gelişen piyasalarla gelişmiş piyasalar arasındaki makasın kapanmasına yönelik bir vergilendirme sistemi sözü edilen... Daha adil ve kapsayıcı bir vergilendirme sisteminin oluşturulmasının sürdürülebilir büyüme ve gelişme için bir gereklilik olduğu söyleniyor. Vergi kimden alınacak, herhalde küresel ekonomiden devasa kârlar elde eden şirketlerden başlayarak bu ticaretin içinde olan herkesten... Farklı oranlarda mı, ne oranda mesela?.. Belirsiz... Peki küresel şirketler bunu benimser mi? Çok zor! Tüm ülkeler buna ‘olur’ verir mi? Koskoca bir soru işareti... Yani kısa ve orta vadede pek de hayata geçecek bir öneri gibi durmuyor. Zaten bu tartışmaların hemen ardından, vergilendirmenin yatırımlara darbe vuracağı ve sermayenin yatırımdan kaçınabileceği uyarısı da yapıldığına göre, sadece temenni diyelim.

YA SERVET VERGİSİ VE TEMEL VATANDAŞ GELİRİ?

Peki son zamanlarda çokça dillendirilen servet vergisi?.. Aslına bakarsanız tek başına servet vergisini değil, temel vatandaş geliriyle birlikte servet vergisini tartışmak gerek. Peki gelişmiş ülkelerin bir bölümü bunu becerebilir diyelim, söz gelimi Norveç ya da İsviçre için bu dert değil, ya Nijerya için?.. İşte dönüp dolaşıp o utangaçça tartışılan küresel vergilendirmeye ve uluslararası bir fon yaratılmasına dayandı mı mesele? Yani bu da başka bahara...

KRİZLERİ ÖNGÖRMEK DEĞİL Kİ ARTIK MESELE!

Dediğim gibi 80 oturumlu bir zirve Davos... Küresel ekonominin geleceğine ilişkin kimisi fütüristik kimisi can alıcı pek çok konu masaya yatırılıyor. Ama ortada şöyle bir gerçek var. Bu her temenninin ardındaki niyeti gösteriyor. Krizlerin çözümü için temenniler dile getirilirken, asıl niyetten yani sınırsız kâr hırsından ve ulusal hegemonya saplantısından vazgeçilemiyor. İşte bu sebeple ki, IMF Başkanı’nın vurguladığı bir nokta hem çok önemli hem de karşılığı yok... “Düşünülmeyeni düşünün” demiş Kristalina Georgieva ve devam etmiş: “2022’nin zor bir yıl olacağını düşünüyoruz. Birçok ülkede emtia fiyat şoku yaşanıyor. Özellikle dikkatinizi çekmek istediğim şok, geçen haftaki tarım fiyat şoku. Çünkü bu belki de ekonominin daha zorlu sulara girdiğinin işareti. Enerji fiyatları indi, ancak gıda fiyatları yükseliyor. Erişilebilir fiyatta gıda bulabilme anksiyetesi küresel olarak zirvede. Savaşla birlikte enflasyonu körükleyen düşünülemez şokların olabileceğini öğrendik. Bu anlamda şoka daha yatkın bir dünyada yaşadığımız yönünde ders aldık. Üst üste gelen krizlerin ardından alabileceğimiz ders şu; düşünülemeyeni düşünün! Ekonominin durdurulması düşünülemezdi. Avrupa’da bir savaş ortaya çıkana kadar düşünülemezdi. Kaç kere daha düşünülemeyecek durumlar meydana gelecek?”

DÜŞÜNÜLMEYENİ DÜŞÜNEBİLMEK İÇİN PARADİGMAYI DEĞİŞTİRMEK GEREK

Saptama doğru, ama yeterli değil... Ve niyetiniz neyse öyle düşünürsünüz düşünülmeyeni... Eğer ki, küreselleşmede eşitlik makasını daraltmayı, küresel vergilendirmeyi, servet vergisini, temel vatandaşlık gelirini, karbon vergisini böyle ortada bırakırsanız eğer, yine çok kutuplu dünyayı askeri güçle tek kutuplu bir dünyaya dönüştürme niyetindeyseniz, düşünülmeyeni ancak gelecek felaketleri düşünmek olarak tarif eder, orada kalırsınız. İşte paradigmanın tık dediği nokta burası!