Dostluklar... Nâzım Hikmet ve Sait Faik: Kim göndermiş bana bu çakmağı?

Nâzım Hikmet, cezaevinden çıktıktan sonra Sait Faik’le arkadaş olur. “Saman Sarısı” şiirinde söylediği üzere Kalamış’ta bir balıkçı meyhanesinde buluşurlar ilk olarak...

Google Haberlere Abone ol

Sevengül Sönmez

Nâzım Hikmet, Sait Faik’le tanışmadan önce, 'Semaver'i okumuş ve Orhan Selim adıyla Akşam gazetesinde yazdığı 9 Mayıs 1936 tarihli “Bir Tavsiye” başlıklı yazısında 'Semaver' için şunları yazmıştır:

“İlk hikâyenin ismi: Semaver.

Hemen okumaya başladım. Ve doğrusunu isterseniz bir iki satır sonra, genç imzaya karşı daha önceden duyduğum alaka çoğaldı. Nasıl çoğalmasın ki, 'Semaver' hikâyesinin kahramanı bir işçiydi. Alâ, dedim kendi kendime, genç muharrir bizim yeni bir Sabahattin Ali’miz, İsmet Hüsnü’müz, Kemal Tahir’imiz olacak.

Fakat okumakta biraz daha devam edince, hikâyenin bir Amerikan mizah muharririnden adapte edilip edilmediğinden şüpheye düştüm. Baktım böyle bir kayıt yok. Muharrir bize Türkiye’de yaşayan bir Türk işçisini ve anasını anlatmak istiyor. Ama ne çare ki, istemek her zaman becerebilmek değildir.

[...] Bu yazıyı bir edebi tenkit kastıyla yazmıyorum. Sadece bu vesileyle, yazıcı olmak cesaretini ve inancını gösteren gençlere, cesaret ve inancın, hatta okumuş olmanın bile kâfi gelmediğini, iyi bir yazıcı olmak için biraz da memleketi bilmek, edebiyatı ciddiye almak icap ettiğini söylemek istiyorum.”(1)

Burgaz, 1950. Soldan sağa: Münevver, Nazım, Sait Faik, arkada Efser ve Peride Celal. Fotoğraf: Vedat Günyol

Oldukça ağır sayılabilecek bu eleştiri karşısında Sait Faik’in ne düşündüğünü bilmiyorum ama Nâzım Hikmet, Sait Faik’te hep özel bir yere sahiptir. Nâzım Hikmet’in Burgazadası’na geldiği gün yaşadığı heyecanın farklılığını, bu buluşmaya tanık olanlar, gelen konuğu tanımasalar bile, hemen hissetmişlerdir.

Nâzım Hikmet, 1947’de Bursa Cezaevi’nden Vâ-Nu’lara yazdığı mektuplardan birinde de şöyle demektedir:

“Sait Faik’in hikâyelerinden bazıları hoşuma gitti. O hâlâ atmosfer vermekle meşgul, insanları tam canlanırken, yaşamaya başlarken ölüveriyorlar. Mamafih usta bir sanatkâr.”(2)

Sait Faik’in çok içtiğini duyan Nâzım Hikmet yine Vâ-Nu’lara Bursa Cezaevi’nden yazdığı başka bir mektupta: “Sait Faik’in sarhoşluğuna üzüldüm. Yazık. Mamafih onun eninde sonunda böyle bir akıbete yuvarlanacağı belliydi. Şahsen şöyle bir tanıdığım Sait Faik’i sanatı bakımından hem severim hem kızarım. İstidatlı, çok vaat eden bir muharrirdir, bir kusuru var bence, yazdıklarında bile muvazenesizdir. Halbuki bütün sanat eserlerinde –bence- muvazeneli olmak ilk şarttır. Şimdi oğlanı ayyaşlıktan kim kurtarır? Yazık! Rakı kadehinde, cidden değerli bir sanatkârı daha kaybediyoruz.”(3)

Burgaz, 1950. Soldan sağa: Vedat Günyol, Sait Faik, Efser, Nazım Hikmet ve Münevver. Fotoğraf: Vedat Günyol. 

Sait Faik’in son bir yılının tanığı olan ve onunla edebiyat ve kitaplar hakkında uzun sohbetler eden Leyla Erbil “Sait Faik’te Göz” yazısında Sait Faik’e dair ilginç bir ânı paylaşır. Bu anekdot Sait Faik’le Nâzım Hikmet arasındaki tanışıklığın Bursa Hapishanesi günlere dayandığını göstermektedir:

Bir gün bir dostumuzun onun bu yönünü eleştirip ‘Orhan Kemal gibi, Sabahattin Ali gibi yazamadığını; ilerici bir yazar olmadığını’ vurgulaması karşısında ateş püskürdüğünü gördüm! Çocuksu bir heyecanla cebinden kalp biçimi bir gazlı çakmak çıkarıp adamın burnuna dayadı. ‘Bak, bak bakalım! Nedir bu? Kimin bu çakmak? Orhan’ın var mı böyle çakmağı? Kim var bunun üstünde? Kim göndermiş bana bu çakmağı ha?” diye rest çekti! Çakmağı Nâzım Hikmet Bursa Cezaevi’nden yollamıştı kendisine ve çakmağın üzerine Balaban, Nâzım’ın profilini çizmişti.(4)

Nâzım Hikmet, cezaevinden çıktıktan sonra Sait Faik’le arkadaş olur. “Saman Sarısı” şiirinde söylediği üzere Kalamış’ta bir balıkçı meyhanesinde buluşurlar ilk olarak. Sonrasında Burgazadası’nda Peride Celal’in evinde bir araya gelirler ve gün boyunca sohbet ederler. Münevver Andaç, Efser Berk ve Vedat Günyol’un da bulunduğu buluşma Sait Faik için heyecan vericidir. Ada’da yürüyüşe çıkarlar, Kalpazankaya’ya giderler; Vedat Günyol da çektiği fotoğraflarla bu güzel günü ölümsüzleştirir ve fotoğrafları yıllar sonra Yeni Ufuklar dergisinin, Haziran 1976 tarihli 273. sayfasında yayımlar.

Yeni Ufuklar dergisi.

Sait Faik’in ölümünden sonra, Nâzım Hikmet, 1955’te Budapeşte Radyosu’na yaptığı “Edebiyat Konuşmaları”nın on yedincisinde Gün Benderli Togay’ın “Bu mahalle kahvesi isimli kitabı Sait Faik yazmıştır değil mi?” sorusunu yanıtlamış ve Sait Faik için şunları söylemiştir: “Ben Sait Faik’i çok severim. Bizim büyük hikâyecilerimizden biridir. Büyük hikâyeci, büyük şair. Bazen bedbindir, bazen ümitsizliğe kapılır. Fakat çok namuslu insan, memleketini çok seven insan… Ve belki de bedbinliği, ümitsizliği çıkar yol görmemesinden ileri geliyor. Halbuki çıkar yol var tabii. Velhasıl büyük bir hikâyeci, büyük bir şair. Bakın burada bir hikâyesi var ‘Uyuz Hastalığı Arkasından Hayal’ diye...” Konuşmanın devamında Necil Togay da öyküyü okumuştur.(5)

Nâzım Hikmet de 1961’de yazdığı “Saman Sarısı” adlı şiirinde bu kısa dostluğu ölümsüzleştirir:

“Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik’le tatlı tatlı konuşuyorduk
ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri sancılar içindeydi
ve dünya güzeldi”

  1. Nâzım Hikmet, (Orhan Selim adıyla) “Bir Tavsiye”, Yazılar-1, YKY, İstanbul 2002, s. 196-197.
  2. Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevinden Vâ-Nû’lara Mektuplar, Cem Yayınevi, İstanbul 1993, s. 126.
  3. Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevinden Vâ-Nû’lara Mektuplar, Cem Yayınevi, İstanbul 1993, s. 60.
  4. Leyla Erbil, “Sait Faik’te Göz”, Zihin Kuşları, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2003, s. 73-74.
  5. https://www.tustav.org/gorsel-isitsel/nazim-hikmet-sait-faiki-anlatiyor/ Bu bağlantıdan konuşma kaydının bir kısmını dinlemek mümkün. Nâzım Hikmet’in sesini duymak isteyenlere... Öykü Mahalle Kahvesi’nde yer almaktadır.