YAZARLAR

Dinime küfreden Müslüman olsa

Ülkemizde de gerçek siyasal tartışma yürütülebilecek hukuk devleti ve ifade özgürlüğü zemini olsa, “dinimize küfrediyorlar” açısından değil, “biz de laik cumhuriyetiz, üstelik yurttaşlarımızın neredeyse tamamı Müslüman” verisi üzerinden görüş belirtme zorunluluğu olduğunu düşünüyorum. Asıl soru sanırım şu: Laik cumhuriyetin yurttaşı inançlı bir Müslümansa içinde yaşadığı devlet çerçevesini kabul etmekle mi, inancı gereği onu yıkmak, değiştirmek, dönüştürmekle mi yükümlüdür?

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un 2 Ekim’de Mureaux’da verdiği söyleve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan beklenen yanıtı verdi ve Macron’u İslâm’ı yeniden yapılandırmaya kalkışan bir “hadsiz, edepsiz sömürge valisi” olmakla suçladı. Ondan önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da “yüce dinimiz” vurgusuyla tepkisini gösterdi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın ise “İslâm krizde” bölümüne ilişkin tepki göstererek, Macron’u “akıl tutulmasıyla” itham etti. Belki tek ve kesinlikle en sert tepkinin, dünyadaki nüfusunun neredeyse tamamı Müslüman ama anayasasının değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek laiklik ilkesi yazılı olan biricik devletten gelmesi aslında çekişmenin özünü dışa vuruyor.

Esasen Fransa’da da sözkonusu söylevdeki “bölücülük” atfının değişeceği açıklandı. Yasama faaliyeti bakımından 115 yıl sonra 1905 tarihli laiklik yasası ilk kez elden geçecek ancak ilk taslak bile daha 9 Aralık’ta ortaya çıkacak. Macron, sözkonusu konuşmasını söz gelimi Sorbonne’da bir sosyoloji profesörü olarak amfide öğrencilerine değil, Fransa Cumhurbaşkanı sıfatıyla yurttaşlarına yapıyor ve herhalde aklında bir sonraki seçimler olduğu da aşikâr. İşin o yönü üzerinde ayrıca konuşulabilir. Buna karşılık, atılan nutuk hem kabinenin tüm üyelerinin katılımıyla, hem Macron’un şahsen çeşitli çevre ve kişiliklerle yürüttüğü uzun bir hazırlık dönemi sonucunda ortaya çıkmış. Tabiatıyla konuşma metni üzerinde çok farklı kalemlerin çalıştığı da belli.

Diğer taraftan, saray mabeyni metnin tamamını Fransızca’dan çevirttiler mi yahut özgün metni okudular mı emin değilim. Zira, Macron’un önerileri yeni yasa çıktığında valilere, yasaya aykırı hareket ettikleri yargı yoluyla kanıtlanacak belediye başkanları yerine kendilerini kayyum atama yetkisi içeriyor. Tanıdık biçimde Macron İslâmcıları “paralel yapı” kurmak, mealen, laik cumhuriyet yurttaşıymış gibi davranarak, cumhuriyeti içeriden ele geçirip, dönüştürmek hedefi gütmekle suçluyor. Malumatfuruşluk olacak ama Mureaux konuşması tam da Houellebecq’in çok satan “Soumission” (“Teslimiyet”?) romanında anlatılan distopyaya yanıt niteliğinde. Yine malumatfuruşluk: Houellebecq ünlü “kaz ciğeri/kaz” meselinin cisimleşmiş hali. Çok tatsız bir karakter ancak o denli de leziz bir yazar.      

Görebildiğim kadarıyla Fransa içinden Macron’u eleştirenler BAE etkisinden söz ediyor. İlaveten, sahra altı Müslüman Afrika eski sömürge ülkelerinde yıllardır bir askeri harekât yürüten Fransa’nın bu güvenlikçi politikaları da çelişki babında öne çıkarılıyor. Bizim Dışişleri’nin geleneksel “sen şimdi o işleri bırak da” yaklaşımını benimser ve “safdilliği” reddedersek Macron’un konuşmasının özünde bir köktenci selefi terörizmle önlemler paketinden ibaret bulunduğunu ve tüm diğer düşünsel unsurların bu önceliğin ambalajından ibaret olduğunu da iddia edebiliriz. Belki o da vardır ama ben o kadarla kalmadığını, Fransa açısından gelinen aşamada kalmasına da olanak bulunmadığı görüşündeyim.    

Ülkemizde de gerçek siyasal tartışma yürütülebilecek hukuk devleti ve ifade özgürlüğü zemini olsa, “dinimize küfrediyorlar” açısından değil, “biz de laik cumhuriyetiz, üstelik yurttaşlarımızın neredeyse tamamı Müslüman” verisi üzerinden görüş belirtme zorunluluğu olduğunu düşünüyorum. Asıl soru sanırım şu: Laik cumhuriyetin yurttaşı inançlı bir Müslümansa içinde yaşadığı devlet çerçevesini kabul etmekle mi, inancı gereği onu yıkmak, değiştirmek, dönüştürmekle mi yükümlüdür? Macron yanıtını Fransa’da ifade özgürlüğü ve dine küfür (“blaspheme”) hakkı olduğu, sorunun laiklik değil, İslâm da değil, paralel düzen kurarak devleti içeriden kemiren, yasalara uymayı reddeden, köktenci islâmcılık olduğunu vurguluyor.

Zorla güzellik olmayacağını itirafla, nihai amacın Müslüman yurttaşlara da cumhuriyeti sevdirmek olduğunu, bunun için devlet hizmetinin kenar mahallelerdeki her toplu konut gökdeleninin altına kadar götürüleceğini ve 2021 yılından itibaren üç yaş üzeri her çocuğa okulda eğitimin yeniden zorunlu kılınacağını ifade ediyor. Bu yaşamsal konularda (din-devlet-hak ve özgürlükler vb.) düşünce akımlarının son onyıllardır hep ABD’den ithal geldiğini işaretle, sosyal bilimlere çok büyük yatırımlar yapılacağını ve bir de İslamoloji Enstitüsü kurulacağını duyuruyor.     

Macron, kendinden önce Sarkozy’nin “Fransız kimliği” üzerinden başlattığı tartışmayla çuvalladığı alana yoğurdu üfleyerek giriyor. “Fransa İslâmı” yerine “aydınlanmacı İslâm” gibi bir terim uydurmasının nedeni bu. Kendi de benim yukarıda neticede “profesör değil, siyasal lider” olarak konuştuğunu belirtmem gibi, “ne desem eleştirilecek ama konuşmak ve harekete geçmek zorundayım, keyfimden/durduk yere böyle davranmıyorum” demeye getiriyor. Alınacak somut, basit ve doğrudan önlemler arasında Arapça ve Türkçe eğitimi ile Cezayir, Fas ve Türkiye’den Fransa’daki camilere imam gönderilmesi uygulamalarının yeniden düzenlenmesi var.

Macron, partisiz cumhurbaşkanı hayatında ilk girdiği seçimi kazanarak başa geçmişti. Böylelikle, sağdan soldan isimlerle harmanladığı kabinesi ve politikalarıyla siyaset zemini iştahla yedi, bitirdi. Merhum Bavyera Hristiyan Demokrat CSU lideri Strauss’un Almanya için söylediği CDU/CSU’nun sağına hiçbir siyasal akımın girmemesi gerektiğinin demokrasi sağlığının olmazsa olmazı olduğu ifadesi gibi Macron da yaklaşan seçimlerde kendi sağına giren kimlikçilerin elinden kozlarını almaya yöneliyor. Anımsayalım, AKP de ilk çıktığında “Müslüman Demokrat” kimliği üzerine konuşulurdu. Geldiğimiz yer ise islâmcı-milliyetçi-Avrasyacı ulusalcı gibi bir garip iktidar koalisyonu oldu. Tabiatıyla, bunları anti-hukuk ortamını saymadan, “laboratuvar koşullarında” söylüyorum.   

Bilvesile, Beştepe’ye acizane birkaç konuşma notu önerisinde de bulunmak isterim. Meselenin ulusal güvenlik boyutu bakımından Fransa’da ve Fransızca konuşan Belçika yarısı Valonya’da mukim Magrep kökenli nüfus ile Almanya’daki Türkiye kökenli nüfus eşdeğer denebilir. Oysa, IŞİD’e katılım ve radikalizasyon oranları kıyas kabul etmeyecek oranda farklı. Ayrıca, Macron’un İslamoloji Enstitüsü gibi yumuşak önerileri bir pas kabul edilerek, İstanbul’un bu alanlarda bir ortak merkeze dönüştürülmesi önerilebilir. Bu işlerin sahibinin, muhatabının haliyle devasa bütçeli Diyanet İşleri Başkanlığı olmaması kaydıyla. Karşılıklı siyasetçi bağrışması değil olgun devlet adamları arası diyalog öne çıkarılırsa, tüm bu olası işbirliği alanları Türkiye’nin sürüncemede kalan AB üyeliği perspektifi çatısı altına da taşınabilir. 

Küresel ölçekte İslamcılar ve Müslümanlar, ne kadar şeytanlaştırsalar da aradıkları rahatı hep ABD ve Birleşik Krallık’ta bulageldier. Sözkonusu iki ülkenin inanç ve ifade özgürlüğü ortamı toplumsal huzura onlar tarafından ortak olma olanağı yarattı. Şimdi Macron şimdi bu durumu tepetaklak etme çabasında. Laik Fransa Cumhuriyeti olarak, kabaca “Amerikanlaşmadan” bir başka, özgün yolun mümkün olduğunu göstermeye çalışıyor. Sarkozy gibi bodoslama bir kimlik tanımlaması yerine kanser tedavisi gibi çok çeşitli gereçleri birlikte ve uzun soluklu olarak kullanmaya girişiyor. Başarılı olur, olmaz yaşayıp göreceğiz. “Başarı nedir”, onu da anlayacağız.      

Bu ağzıma büyük gelen iri kavramlar beni aşar. Öyleyse, gazetemizin güzide anayasacı kalemleri Murat Sevinç ve Dinçer Demirkent başta, konunun uzmanlarının topa girmelerini dilediğimi belirtirsem, umarım ben de “hadsizlik” ve “edepsizlik” yapmış olmam. Fransızlar siyasi dağarcıklarında bu tür uzun erimli projelere “grand chantier” yani işte “büyük şantiye” diyorlar. Ülkemiz hem yeni rejim açısından düşünsel hem gerçekten da zaten yıllardır bitmez tükenmez bir yıkım ve inşaat alanı görünümünde. Muhalefetin ve özellikle cumhuriyetçi ve halkçı olduğu iddiasındaki CHP’nin tavana bakıp ıslık çalmak veya “biz de dinimize küfrettirmeyiz, biz de elhamdülillah AKP kadar Müslümanız” demek yerine konuya laiklik, cumhuriyet, yurttaşlık açılarından yaklaşması ve sözünü düşünüp taşınıp söylemesi herhalde önemli.

“Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak” gibi bir misyon varsa, işe belki “yeni cumhuriyet için birlik” adımıyla başlanmalı. Laiklik ve ifade özgürlüğü olmadan, bunlar bozulup, aşındırılarak, “varmış gibi” yapılarak demokrasi zeplinin cumhuriyet semalarında kendiliğinden belirmeyeceği sanırım açık. “Sen şimdi o işleri bırak da, belediye hizmetlerine bak, ilk seçimde gidiyorlar” deyip, yine kulaklarının üzerine yatarlarsa bilemem. Olası basmakalıp eleştirilere yanıt kabilinden bir de dipnot: Ne Macron, ne Fransa hayranıyım. Topu topu bir yıl süren Paris (OECD DT.) görevim dışında Fransa’da yaşamadım. Türkiye Cumhuriyeti dışında vatandaşlığım olmadığını da, herhalde Fransa’dan maaş filan almadığımı da eklememe gerek yok.           


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.