YAZARLAR

Dediğimi yap, yaptığımı yapma, amin!

Önce insanları ayrımcılıkla bölük pörçük edeceksin sonra o insanların kucaklaşmasını isteyeceksin. Buna olmayacak dua denir, olmayacak duaya âmin denmez de demiş eskiler.

Bayram geldi, hoş geldi. Soluklanma, gücümüzü yeniden toplama fırsatı verdi. Bayram vesilesiyle zihnimizi de bir toparlasak fena olmaz hani.

Bazı şeyleri ters anlıyor, tersine çevirerek yaşıyoruz. “Ey müminler, iman edin” ayetini örneğin çokça düşünmek gerek. Mümin, iman etmiş kişi demek. Allah iman etmiş olanlara neden ‘iman edin’ buyruğu vermiş? Bildiğin buyruk bu lafız, açıkça emrolunuyor müminler, iman etmekle. Oysa ‘iman ettik’ demişlerdi söz konusu buyruğun muhatapları. Nisa suresi 136’ıncı ayetinin, bağlamından ve tarihselliğinden bağımsız ve zamansız olarak tekrar tekrar üzerinde durulması gereken ayetlerden birisi olduğunu düşünüyorum. Belli olaylar ve dönemsel bağlamının dışında her zamana ve her inanana hitap eden bir yanı var gibi geliyor. Gerçi kimseye ölçü olacak halim yok bana bakmayın, pek çok ayeti böyle hissederim o ayrı. İmanın tazelenmesi, yenilenmesi ve bugünlerde daha iyi anlama fırsatı sunan kavramla söylersem, imanın güncellenmesi emrediliyor olmalı. Ki geçmişteki yanlış anlaşılmış, hakkıyla değerlendirilmemiş olan emir ve yasakların eksik ya da hatalı halleriyle sürdürülmesi önlensin. Din ataların dinine dönmesin yani, gelenekle din birbirine karışmasın.

İki örnekle açıklayacağım ne demek istediğimi.

Birincisi yıllar öncesine dayanan kısacık bir twitter mesajıyla çarpılma anımda yaşadığım hissiyatın eseri. Sizler için bugün arayıp buldum tekrar o mesajı. Gariptir, gördüğümde çarpılmıştım ama o anın duygu ve düşünce yoğunluğuyla olacak, ne beğeni atmışım ne de retweet etmişim, onu da şimdi bulduğumda fark ettim. Ve bir diğer şaşırtıcı tarafı dört yıl öncesine ait bu mesaj sadece altı etkileşim almış. Hakikatin talibi pek az olur ya… Doğruyu hatırlatana kıymet vermek pek mümkün değil yanılışın içinde yaşar, yanlışı doğru eyleyerek dindarlık satarken. Mesaj hesabın sahibinden de, diğer paylaşımlarından da bağımsız olarak el-Hâk deyip düşünmeyi gerektiriyor. “Allah: ‘olmayana da verin’ (Kasas 77) / Müslüman: ‘olmayana da ver Allah’ım’ / Biz olayı tamamen yanlış anlamışız!”

Hesap sahibi Sırat-ı Müstakîm, malum Mehmet Akif’in çıkardığı derginin adı. Ve Akif’in Tevekkül şiirinde “Allah’ı kendine vekilharç tayin etmiş” olmakla eleştirdiği Müslüman alışkanlıklarından birisine pek özce dikkat çekilmiş. Ayet de Müslümanların bu en yaygın ve sık kullanılan duası da bilinmez değil ama işte alt alta koyunca durumun vahameti daha net anlaşılıyor. Müslümanlıktan İslam’a hicret etmek ihtiyacı çıkıyor açığa.

İkinci örnek bir bayram mesajından… Cumhurbaşkanı yine ayrım ayrım kutlamış bayramımızı. Mesajın bir yerinde “istiyoruz” diyor. Neymiş istediği diye bir geriye dönüp bakınca görüyoruz ki kendi yapmadıklarını toplumun yapmasını istediği görülüyor. Ama öncesinde ayrımcılık yapmadan geçemiyor bütünleştirici duaya: “Varsın birileri kavgadan, kargaşadan bahsetsin. Varsın birileri nefret söylemleriyle bayram sevincimize gölge düşürmeye çalışsın. Varsın birileri çevremizdeki ateşi ülkemize taşımak için provokasyon peşinde koşsun. Biz bu tuzaklara düşmeyecek, hiç kimsenin bizi bölmesine, bizi birbirimize düşürmesine müsaade etmeyeceğiz.” Burada bir duralım. O ‘birileri’ kim, bu ‘biz’ kim acep? Müslüman olanlarla olmayanlar mı? İnançlı olanlarla olmayanlar mı? Ülkemiz halkı ve o hayali dış düşmanlar mı? Ya da salt kendisine oy verenlerle vermeyenler hatta artık vermeyecek olanlar mı? Herkes meşrebince cevaplasın, ben karışmıyorum.

Asıl çarpıcı olan kısmına gelelim mesajın: “Milletimizin tüm fertlerinden bu Ramazan Bayramı'nı, hangi kökene, hangi inanca, hangi meşrebe sahip olursa olsun 85 milyonun kucaklaştığı, helalleştiği bir kardeşlik şölenine dönüştürmesini istiyorum.” Bu istiyorum kelimesi çarpıcı, beni çarptı daha doğrusu. Dilek mi, temenni mi, emir mi, dua mı belli değil. Madem Cumhurbaşkanı istedi emir telakki edip bir asker selamı çakarak ‘başüstüne’ mi demeliyiz? Yoksa dilek veya temenni farz edip serkeşçe değil şöyle gönülden bir ‘eyvallah’ mı çekmeliyiz, bilemedim. Belki dua kabul edip ‘âmin’ demek ihtimali de vardır. Ancak ‘dua duruştur’ düsturunca böylesi niyazda bulunanın önceki ‘varsın…’ serisinde insanları ayrım ayrım bölmekten kaçınması gerekirdi. Önce insanları ayrımcılıkla bölük pörçük edeceksin sonra o insanların kucaklaşmasını isteyeceksin. Buna olmayacak dua denir, olmayacak duaya âmin denmez de demiş eskiler. Az önce yazdığım gibi dua duruştur. Allah’tan gerçekleştirmesini istediğin hal üzerine yaşam sürmüyor, o işin gerçekleşmesi için önce sen gayret etmiyorsan o işe, âmin demek, olmayacak duadır.

Eyleme makamından, isteme makamı tınısı yükselince şöyle bir film kopuyor insanın zihninde, ‘Müslümanlar duayı da yanlış anladı’ demek gerekiyor. Kin ve hınç davalarıyla adaletsizliği adet edinmiş olanların dönüp ‘bayramdır öpüşün, barışın’ talimatı vermesi bir tuhaf geliyor. Salkım ve talkın (bu sözü halk ağzıyla söylemeyi seviyorum, telkin yerine) meselesi acı acı gülümsetiyor o ayrı. Bir mesele de şu ki kendi toplumunu bile bütün olarak kucaklayamadan ayrımcılık yaparak söze başlayan bayram mesajının, İslam alemine hayırlı olması dileğiyle bitirilmesi Müslüman algının, insanlık tasavvurundaki çölleşmenin göstergesi. Tanrı tasavvuru ne denli daralmışsa tüm yaratılmışları algılama biçimi de evet aynen öyle daralmış halde. Müslümanlıktan İslam’a hicret için yol üstündeki insanlığı algılayabilme becerisine erişmek şart. Evet bu Müslümanların bayramıdır. Ancak ‘insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır’ düsturunca, kesrette vahdeti, vahdette kesreti bulmak için daima yolda olmak Müslümanların önceliği olmalı.

İslam âleminin mübarek Ramazan Bayramı insanlık ve kâinat için hayırlara vesile olsun.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.