YAZARLAR

Bobby Charlton’ın ikinci ölümü  

Charlton’ın dünyaya ikinci gelişinde yanında anne-babası değil, uçaktan fırlayan ikili koltukta kendisi gibi bilinci kapalı halde duran Viollet ve ikisini birden enkazdan kurtaran Harry Gregg vardı…

Avrupa futbolunun en büyük isimlerinden Bobby Charlton 86 yaşında hayatını kaybetti. İngiliz futbolcu sahadaki performansı ve başarıları bir yana, Münih faciasından sonra yok olmanın eşiğine gelen Manchester United’ı ayakta tutan isimlerden biriydi…

MADENLER VE TRENLER

Bobby Charlton’ın ilk hayatı 11 Ekim 1937’de, İngiltere’nin İskoçya sınırındaki Ashington kasabasında başladı. Yöre halkının büyük bölümü gibi babası da madenciydi.

Anne tarafı ise güzel oyuna tutkundu. Dört dayısı futbolcuydu. Hatta annesinin kuzeni Jackie Milburn ülkenin yeşil sahalarındaki en büyük yıldızlardan biriydi.

Bobby ve ağabeyi Jack’in önünde iki buçuk seçenek vardı. Birincisi, madende çalışmak. Bunu ne babaları ne de çocuklar istiyordu. Gerçi Jack kısa süreliğine baba mesleğini yapmak zorunda kalmıştı ama iki kardeşin de gözü sahadaydı. İkinci seçeneğe yöneldiler.

Bobby’nin genleri ve kararlılığı futbolda kariyer yapabileceğini söylüyordu. Hatta orta okul müdürü de 14 yaşındaki çocuğun becerilerini görüp Manchester United’daki bir tanıdığına haber uçurmuş, gelip Bobby’yi izlemelerini istemişti.

Ertesi yıl, 1953 yazında United yardımcı antrenörü Jimmy Murphy ile buluşmak üzere Manchester trenine bindi. 15 yaşındaki Bobby’ye bu yolculukta bir de davetsiz misafir eşlik etti. Dönemin Sunderland scout’u, yetenekli delikanlıyı kendi takımına gelmeye ikna etmek için yol boyu dil döktü. Ama dinletemedi. Bobby kararlıydı. United ve Murphy ile tanışınca kararı daha da netleşti.

İki buçuk seçeneğin buçuğu ise futbol sonrası içindi. Ailede çok futbolcu olduğu için jübile sonrası kariyer planlamasının önemini biliyordu. Kararını verdi: Önce United’da forma giyecek, 35 yaşında futbolu bırakıp manavlığa başlayacaktı.

2005 yılında verdiği bir röportajda şöyle anlatıyordu: “Kuzenimin Ashington’da manav dükkanı vardı. Böyle bir iş kurmanın maliyetini sordum. 2 bin pound olduğunu söyledi. Yirmi yıl top oynarım diye düşündüm. Yılda 100 pound biriktirebilirsem kendi dükkanımı açabilirdim.”

'BUSBY BABES'

1950’lerde United yeniden yapılanma dönemindeydi. Matt Busby gençlerden oluşan bir kadro kurarak istikrarlı başarı hedefliyordu. Genç Charlton’ı United forması giymeye ikna eden faktörlerden biri de bu projeydi.

1956-57 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası’nda mücadele eden ilk İngiliz kulübü olan United’ın kadrosunda Bobby de vardı. 19 yaşındayken turnuvada yarı final gördü. Karşılarına Real Madrid çıkmasa daha fazlası da olabilirdi. Çok genç oyunculardan oluşan kadro, İngiltere ligindeki şampiyonlukla birlikte “Busby Babes” (“Busby’nin Bebekleri”) lakabını aldı.

Kupa 1’deki yarı final sonrası kulübün güzergahı belli olmuştu. Kıta çapında rekabetin tadına varan Matt Busby ve bebekleri gözünü Avrupa’ya dikmişti.

Ama İngiltere Futbol Federasyonu aynı fikirde değildi. Şampiyon Kulüpler Kupası’na en baştan itibaren burun kıvıran FA, İngiliz kulüplerinin turnuvaya gitmesinden haz etmiyor, maç programlarını esnetmiyor, elinden gelen her türlü engeli çıkarıyordu.

Bu tavır 1957-78 sezonunda da devam etti. Gençleriyle bir yıl daha tecrübe kazanmış United bu kez şampiyonluğu hedefliyordu. Ama federasyon, çeyrek finaldeki Kızılyıldız maçından bir an önce dönüp lig maçına yetişemezlerse kulübü İngiltere liginden ihraç etmekle tehdit etmişti. Bu yüzden karlı havaya rağmen Belgrad’dan havalanan uçak, yakıt ikmali için Münih’e indi.

Kalkış zamanı geldiğinde hava muhalefeti ve motordaki bir sorundan dolayı uçak iki deneme yapsa da havalanamadı. Üçüncü denemede karlı pistte kaymaya başlayan United uçağı duramadı. Önce bir eve, sonra bir ahıra ve akaryakıt kamyonuna çarptı. Sol kanadı koptu, kuyruğu kırıldı ve bazı kısımları alev aldı.

FACİA VE KUPALAR

6 Şubat 1958 günü Bobby Charlton’ın dünyaya ikinci gelişinde yanında anne-babası değil, uçaktan fırlayan ikili koltukta, tıpkı kendisi gibi bilinci kapalı halde duran Dennis Viollet ve ikisini birden enkazdan çıkarıp kurtaran kaleci Harry Gregg vardı.

Kazada toplam 22 kişi hayatını kaybetti. İngiliz futbolunun yeni süperstarı olarak görülen 21 yaşındaki Duncan Edwards da onlardan biriydi.

Yaralı Charlton ise hastaneye kaldırıldı. Sekiz futbolcusunu kaybeden United’da yönetim olağanüstü toplanıp kulübü kapatmayı tartıştı. Taraftarın bağışları ve diğer kulüplerin bedava oyuncu kiralamak gibi yardımlarıyla ayakta kaldılar.

Bobby Münih’ten sonra futbolu sevmeye devam etse de oyunu artık bir keyif aracından ziyade meslek olarak görüyordu. Büyük trajediden sonra değişmiş, her zamanki ciddi ve kararlı karakterine sert ve mesafeli bir tavır da eklenmişti. Ağabeyi Jack onun için, “O günden sonra yüzü gülmez oldu” diyecekti. Bobby de olayın üzerinden 60 yıl geçmişken bile, “Münih’i düşünmediğim bir gün bile olmadı” diyordu.

Kaza sonrası takımdaki rolü de değişmişti. Henüz 20 yaşında olmasına rağmen “Artık takımın gençlerinden değil tecrübeli isimlerinden biriydim. Üzerimdeki baskı artmıştı. Münih’te kaybettiklerimiz için Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanmak zorundaydık” diyordu. Bu sorumluluk duygusuyla Barcelona, Real Madrid ve Roma gibi kulüplerin transfer tekliflerini geri çevirip tıpkı enkazdan beraber kurtulduğu Bill Foulkes ve Matt Busby gibi United’da kaldı. Aynı dönemde Galler Milli Takımı’nı çalıştırdığı için Belgrad’a gelmeyen ve kaza sonrası kulübü ayakta tutmakta büyük rol oynayan yardımcı hoca Jimmy Murphy de yanlarındaydı.

1960’ların ortalarında hem United hem de Charlton Münih travmasını atlatmaya başladı. Oyunu giderek yükseldi. 9 numaralı formayı giyse de çoğunlukla 10 numara pozisyonunda oynuyordu. Orta saha civarında topu alıyor, 20-30 metre sürüyor, bu arada karşısına çıkan rakipleri ekarte ediyor, devamında ya kilit bir pas, ya uzaktan bir şutla büyüsünü gösteriyordu. Videolarını izleyince iki ayağını da oldukça iyi kullanması, net vuruşları, kritik maçlardaki özel golleri ve tabii ki saçlarıyla Zinedine Zidane’ı andırıyor.

1964-65’teki lig şampiyonluğunun ardından 1966’da kendi evinde Dünya Kupası’nı kaldıran İngiltere’nin yıldızıydı. Turnuvanın en iyi oyuncusu seçilmekle kalmadı, aynı yıl Ballon d’Or’a da layık görüldü. Yarı finalde Portekiz’e karşı iki gol attığında babası madende, yer altında mesaide olduğunda Bobby ve Jack kardeşleri izleyememişti.

Hayatın getirdiği bu gibi sertlikler ve trajediler yüzünden abartıyı ve şımarıklığı hiç sevmedi. Futbolculuğuna bayıldığı takım arkadaşı George Best’ten o kadar da haz etmediği biliniyordu. Aynı sebeple José Mourinho’nun United’ın başına geçmesine de itiraz etmişti.

Öte yandan İngiltere’yle Dünya Kupası’nı kazanmak Charlton’ı tatmin etmemişti. Münih yarasına merhem olabilecek tek şey United’la Kupa 1’i kaldırmaktı. 1967-68 sezonunda, kazadan 10 yıl sonra Wembley’de kupa için Benfica’nın karşısına çıktılar. İlk 11’de Charlton’la birlikte Bill Foulkes, kulübede ise Matt Busby ve Jimmy Murphy vardı.

Maçın ilk golünü kafayla kaydeden Charlton’ın hayalini gerçekleştirmesine 11 dakika kala Portekizliler skoru eşitledi. Uzatmalara giden finalde George Best ve Brian Kidd’in golleriyle 3-1 öne geçtiler. Perdeyi kapatan ise 99. dakikadaki harika vuruşuyla yine Bobby olacaktı.

Maçtan sonraki duygularını şöyle anlatıyordu: “İnanılmaz yorulmuştum. Üzerimden büyük yük kalkmıştı. O kadar yorgundum ki kupayı elime aldığımda zorla kaldırdım, neredeyse düşürüyordum. Ama benim için Dünya Kupası’ndan çok daha güzel ve önemliydi.”

Havanın o gün çok nemli olduğunu, çok fazla su kaybettiğini hatırlıyordu. Hatta maç sonu otel odasında dinlenirken kutlama partisine katılmak için ayağa kalkacak hali bulamamış, yatağına geri dönmüştü.

MR. UNITED

Charlton beş yıl daha United’da oynadı ama yorgundu. Devamında farklı takımlardaki istikrarsız performansların ardından futbolu bıraktı. Manav olmayı planladığı yaşı geçmişti.

Bir iki başarısız teknik direktörlük denemesinden sonra United’a döndü. 1984’te kulüp direktörlüğüne getirildiğinde kendisiyle dalga geçmek için madenci babasının sözlerini hatırlattı: “Babam, ‘Çalışmayanlara direktör derler’ derdi.”

Kulübün idari ve sportif kararlarında rol oynadı. 1986’da, Matt Busby’den sonra United’ı ileriye taşıyacak kişiyi buldular. İskoçya’dan, tıpkı Charlton gibi bir işçi çocuğu olan Alex Ferguson ile kurdukları zihinsel ortaklık, 1950’lerde atılan tohumların tam olgunluğa erişmesini sağladı ve United’ı dünya devi haline getirdi. Old Trafford’a “Düşler Tiyatrosu” ismini takan da oydu.

United da gerçek efsanesine her zaman hakkını verdi. Stadyumun hemen önünde kendisini George Best ve Denis Law ile birlikte tasvir eden bir heykeli var. 2016’da güney tribününe “Sir Bobby Charlton Stand” adı verildi.

Bobby Charlton United formasıyla 758 maça çıkıp 249 gol attı ve iki istatistikte de kulüp tarihinde ikinci sırada. İngiltere Milli Takımı ile 106 maçta 49 gol kaydetti. Üç İngiltere ligi, bir Federasyon Kupası, bir Şampiyon Kulüpler Kupası ve bir Dünya Kupası şampiyonluğu yaşadı.

Ancak bütün bu unvanların ve başarıların ötesinde, United’ın DNA’sını oluşturan isimlerden biri oldu. 1999’da Camp Nou’da Bayern Münih’e karşı gelen mucizevi Şampiyonlar Ligi zaferini tribünde takip ettikten sonra, “Bundan daha güzel bir şey olamaz” diyecekti. 2008’de, Münih faciasının 50. yıldönümünde aynı turnuvanın Moskova’daki finalinde Chelsea’yi yenen United futbolcularının en önünde kupa seremonisine çıkan yine oydu. United’ın üç Kupa 1 şampiyonluğunda da sahada veya tribünde olan tek isimdi.

2020’de demansa yakalandığından beri kamuoyu önünde pek görünmedi. Charlton’ın ölümüyle birlikte Münih’teki kazadan geriye kimse kalmadı. Tabii efsanelerin ne zaman yeniden doğacağı bilinmez. Bakarsınız günün birinde United futboldan anlamayan, cebi derin Amerikalı sahiplerinden kurtulup yine gerçek bir futbol kulübüne dönüşür ve Bobby Charlton statta kendi ismini taşıyan koltuğa kurulup Şampiyonlar Ligi yarı finali için yerini alır…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.