YAZARLAR

Bir sabah uyandığında Badem…

Hayvanlardan çalınan hayatın öteki yüzü, hayvanların da hayattan alınması oluyordu. Bir kısım insanlar ile hayvanlar ve tabiat aslında doğal müttefikti ama… Uyanmak için saati kurmak yetmiyordu! Her sabah uyandığında, kendini dev bir Adem zannetmek kimine daha kolay geliyordu!

Mahallenin delikanlısı, sokak köpeği Badem, bir sabah sıkıntılı rüyalarından uyandığında, kendini dev bir Adem’e dönüşmüş olarak buldu.
Hırçınlaşıp bağırarak, sağa sola küfrederek ortalığı ayağa kaldırdı.

Sonra arabasına atladı. Ne kırmızı ışık, ne yaya geçidi. Bin türlü hatalı sollama, gelene geçene hakaret. Arabayı; çocuktur yaşlıdır, engellidir demeden insanların ve zaten umursamadığı hayvanların üstüne süre süre, ağzı köpüre köpüre işe gitti.

İşyerinde, çalışanlara ağzına geleni söyledi; aşağıladı, alay etti, küçük düşürdü, kimine sövdü, kimini kovdu.

Öğlen dışarı fırladı. Kendisini terk edip başka yere taşınan eski sevgilisinin bulunduğu mahalleye gitti. Önce ısırdı, sonra silahını ateşledi ve “Seviyordum” dedi.

Öğleden sonrası doları manipüle etmekle geçti.
Kendini piyasa şiddetinden koruyabilmek isterken kaybedenleri de enayi, keriz diye aşağıladı.
Ofis çıkışında, kasası, masası yetmemiş, çantası da o günün rantıyla, rüşvet ve haraçlarıyla doluydu.

Maskeyi takmadan girip çıktığı için her yere, onlarca kişiye virüs saçtı.
Hastaneye test yaptırmaya gittiğinde doktor ile hemşireye saldırdı.

Akşam mahalleye döndüğünde, son eşini dövdü, henüz küçük olan yavrularını patakladı, en küçük kıza tekme attı.

Diğer bütün canlı türlerine, hatta kendi türünde olsa da kendi gibi olmayanlara sövüp duruyordu bir yandan da. Irkını, inancını en üstün sayıyordu ve soyunun yaptığı katliamlardan bile gurur duyuyordu.
Siyasi duruşu, kuduruşu bu şekildeydi.

Ertesi sabah ilk işinin, biraz havlayıp miyavlayıp hırlayıp eleştiri yapanlar başta, gıkını bile çıkarmadan sadece ekmeğini arayan, hatta yaşayabilmek için iyi kalplere muhtaç diğerlerini de yönetime ihbar etmek olduğuna karar verdi.
Hemen şiddetle, sopalarla alacaklardı onları içeri.

Hadlerini bilmeli, burunları sürtülmeli, kalan son özgürlükleri silinmeli, sokaklar temizlenmeli, hayattan tecrit edilmeli, barınak denen toplama kamplarında kudurtulmalı, kurutulmalıydılar.

Adem içinden taşan, ruhunda coşan, yok etmeye koşan; yumruğu sıkılı, dişleri gıcırtılı, öfke, nefret, kin dolu o büyük medeni insanla övünüyordu.
Açıkçası, günah bile ona mubahtı!


Bir hesaba göre, yılda artık sadece bir kişinin kuduzdan öldüğü ülkede, Adem gibi insan suretindekiler yılda en az 2 bin erkek, kadın ve çocuğu öldürüyordu.
Yetmiyor, işyerlerinde de o kadar insanı kaza dedikleri cinayetlerde idam mahkûmu yapıyor, ömür tüketen, ciğer söken, bedeni çürüten meslek hastalıklarına esir ediyorlardı.

Adem gibi insan suretindekiler, insanlara kustukları cinayet, yaralama, işkence, zulüm, baskı, şiddet, istismar, kadına ve çocuğa tecavüz, taciz, dayak, darp, hakaret, kaza, ceza, eza, açık ve gizli soygun, aşağılama ile kalmıyor…
Hayvanlara bin mislini yapıyor, onlardan ve doğadan betonla, arsızlıkla, yağma ile çalınan bir dünyadan kalanı da onlara zehir ediyorlardı.
Fizikselden psikolojiğe; cinayet ve katliamdan yaralamaya; dövüştürmeden dövmeye; taşlamaktan kafa kesmeye; deri yüzmekten tecavüze; kobaylıktan organ kesmeye; türüyle ve doğasıyla oynamaya kadar.

Kötülüğün en büyük kaynağı olan bir tür insan; elindeki kudretle, diğer insanlara, hayvanlara ve tabiata zulmetmenin “medeni, kültürel, dini, etnik, etik, estetik, ekonomik, sıhhî” sebeplerini bulmakta o kadar mahirdi ki…
Yok ettiği binlerce canlı türüyle yetinmemiş, yok ettiği insanlarla doymamış, esir aldığı tabiatın, hayvanların katli ve sefaletiyle tatmin olmamış, hükümranlık ve tahakküm sahasını arsız, muhteris salyalarıyla kirletmeye devam etmekteydi.

Bazı insanların; insanların çoğunluğunu da gömdüğü yoksulluk, açlık, hiddet ve şiddet çukuruna hayvanları da sıkıştırmasından daha doğal, daha kolay ne olabilirdi ki.
Baskı, şiddet, dışlama ve tahakküm; kendini kadınlar, çocuklar, yoksullar, farklı düşünen veya inananlar üstünde azdırırken, hayvanları nasıl ihmal edebilirdi?
Siz olsanız, eder miydiniz?

Tam tersine, zihinler, bedenler ve hayatlar üzerinde tahakkümün kendini yeniden üretiminde, farklı olanı, güçsüz kalanı hedef alan sürek avlarında, tabiatın ve hayvanatın da esir alınıp köleleştirilmesinin ehemmiyeti ihmal edilemezdi, değil mi Hocam?

Hayvanlardan çalınan hayatın öteki yüzü, hayvanların da hayattan alınması oluyordu.
Bir kısım insanlar ile hayvanlar ve tabiat aslında doğal müttefikti ama…
Uyanmak için saati kurmak yetmiyordu!
Her sabah uyandığında, kendini dev bir Adem zannetmek kimine daha kolay geliyordu!
İnsanoğlu, hayatı tahakküm ve zulme teslim eden en kadim, en büyük yanılgısına; hayat bilgisi, yurttaşlık bilgisi, din ve ahlak bilgisi olarak sarılıp duruyordu.

Not: Belki tamamen yanlış düşünüyorumdur ama #sokakhayvanlarisahipsizdegil tag’ini içinde taşıdığı “sahiplik”ten ötürü çok sıcak bulmadım. #sokakhayvanlariyalnizdegil veya #sokakhayvanlarikimsesizdegil diye düşündüm, tabii yine onlara soramadan! Hatta #hepimizsokakhayvaniyiz demek bile içimden geçmedi değil. Nihayetinde öyleyiz, sokağa terk ettiğimiz insanlarla da tam manasıyla öyleyiz!
Bu arada, Adem buradaki temsilî şahsın adı. Başka dillerde, dinlerde Adam adını da kullanan ve her şeyin başı olan! Diğer Ademler’den özür dileyerek.


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.