YAZARLAR

Bir el atın da Dünya’yı kurtaralım

Maalesef aynı anda çok şeyi başarmak gerekiyor. Bir kere yaptığımız güzel şeyleri aklımızın değerlendirmesine izin vermemiz lazım. “Bak ne iyi insanım” diye düşünmenin de “Ne kötü insanım ben” diye düşünmenin de sonu yok. Siz hangisini seçerseniz seçin ona yeterince kanıt bulursunuz. İrrasyonel hayatlar yaşıyoruz.

Bir grup araştırmacı, posta yoluyla 200 bin kişilik bir bağış toplama deneyi yapmış. Eğer posta bir grup yerine bir kişiye ismiyle gönderilmişse bağışlar yüzde 110 artmış. Bağışçı ve hedef aynı dine mensupsa yüzde 55 artmış. Hedefin yoksulluğu süreğen değil de yeni olarak sunulunca yüzde 33 daha artmış.

Bu taktikleri birleştirerek bağışları yüzde 300 arttırmışlar. Her şey aynı ama miktar çok farklı. İşte iletişim böyle bir şey. Usûl, hikâye esastan daha önemli. Bu yüzden zaten hikayesi güzel yalanlar tutabiliyor. Yoksa Che dağda neden biraz daha cephane taşıyacağına Nutuk taşısın? Bu kadar gerizekalı gerilla lideri mi olur? Ama hikâye çok güzel. Atatürk var, romantizm var, dağlar var, yakışıklı bir devrimci var; gerçek de olmayıversin.

Bir yerde her gün çocukların öldüğünü söyleyin ve para isteyin. Gelecek para “Ahmet’in sol kolunu kurtaralım” fotoğrafına gelecek paraya yaklaşamaz bile.

Daha da kötüsü gerçekleri anlatmak, hatta gerçeklere inandırmak insanları harekete geçirmek için yeterli değil. Çünkü gerçekleri maalesef çok da umursamıyoruz.

İletişimin, yani insana ulaşmanın bu kadar irrasyonel gereklerinin bulunması bir yandan da bizi hayatta tutan şey belki de. Gerçeklerle aramıza biyolojik bir kalkan koyuyoruz. Böylece devam edebiliyoruz. 

Çünkü korkunç bir dünyada yaşıyoruz. Düşünsenize sokağa çıktınız, bir kedi aç, dur. Kediye mama ver. O ne? Mama tavuktan yapılmış. Tavuk zorla yaşatılıp gün görmeden katledilmiş. Dur başka bir şey bul. Ne bulacaksın? Daha sokağa çıktık tıkandık. Hop hasta ağaç bak. O ne, camda gözü yaşlı bir çocuk kapılarını çal. Erkeklerin gözlerine kolonya sık. Korna çalanlara, yol vermeyenlere taş at. Kazıkçı esnafa tükür. Büyük marketlerin camını kır. Polislere seminer ver. Yorulduk bi' gazoz içelim. Dur. Gazozun neredeyse yarısı vergi. O vergilerle neler yapılıyor bir bak hele boğazından geçecek mi o gazoz? Gazoz şirketinin patronu kimbilir nasıl birisi? Bir sigara yakayım… Yine vergi. Üstelik sigara şirketleri bağımlılığımız artsın diye kimya çalışmış pislikler. Bu kadar mı? Her yerde hiç tanımadığımız insanlar tarafından çizilmiş sınırlar, etnik kökenler, dinler, ritüeller, gelenekler, vizeler, karneler, yarışmalar, seçmeler...

Düşünsenize milyonlarca insanın annesinden öğrendiği dili okulda görüp görmemesi, o dille şarkı söyleyip söylememesi gibi ıvır zıvır şeylerden dolayı onlarca yıldır kan dökülüyor. 

Gerçeklerin farkında olmakla vicdan arasında da kirli bir ilişki var. Örneğin ben cebinde bez yahut kullanılmış naylon torbayla gezen birisiyim. Yıllarca böyle yaptım. Yıllarca çarşıda pazarda “abi al ya ayıp ediyorsun” laflarıyla ısrarla verilen poşetleri savuşturdum. Sonra poşetin yenilenebilir malzemeden yapılması zorunlu oldu. Üstelik 25 kuruşa satılmaya başladı. Küt diye kullanımı düştü. Öyle bir ferahladım -belki kendime biraz fatura çıkarıp saçma bir gurura kapıldım kim bilir?- ki kendimi sürekli poşet satın alırken buldum. Eh artık mücadele kazanılmış, hatırı sayılır bir düşüş sağlanmıştı. Biraz ihmal mi ediyordum acaba?

Bir de lüzumsuz vicdan ferahlatma mekanizması var. İnsanları çöpünü ayırmasını öğretmek süper faydalı bir şey elbette. Ama bu sadece başlangıç. Bir yığın insan 'oh arabam hibrit çöpleri de ayırıyorum' diye gece rahat uyuyor. Kimsenin uykusunda gözüm yok. Ama mekanizma böyle çalışmıyor. Bütün çöplerini ayıran bir ABD’li, bütün çöplerini sokağa atan bir Bangladeşlinin yüz katı daha zararlı bu dünyaya. İnsanın bütün çöplerini sokağa atan bir ABD’li olmadığı için sevinmesi saçma.

Maalesef aynı anda çok şeyi başarmak gerekiyor. Bir kere yaptığımız güzel şeyleri aklımızın değerlendirmesine izin vermemiz lazım. “Bak ne iyi insanım” diye düşünmenin de “Ne kötü insanım ben” diye düşünmenin de sonu yok. Siz hangisini seçerseniz seçin ona yeterince kanıt bulursunuz. İrrasyonel hayatlar yaşıyoruz.

Vicdanı ayırdık kenara, bitti mi? Efektif olmamız da lazım. Yaptığımız şeylerin karşılıklarını analitik değerlendirmemiz ve hep en fazla işe yarayanını bulmamız lazım. Evet maalesef sürekli bir şeyler öğrenmemiz lazım. Bir hırçın politikacının karizmasını çizmek bütün bir şehrin ömür boyu bez torba kullanmasına bedel bir fayda sağlayabilir. 

Nitekim birçok ülkede yenilenebilir poşetlerin çıkmasıyla birlikte poşet kullanımı artmış.

Yenilenebilir enerji kaynaklarını hayata geçirmek elbette önemli. Ama saçma sapan yere her yeri ışıl ışıl yapmaktan vazgeçmek de önemli. Bütün videoları HD seyretmek gerekmiyor. Sokak lambaları yansın ama o ışıklı reklamlar ölürse kim ne kaybeder? 

Enerji kullanımını günlük hayatımızı değiştirmeden kat be kat aşağı indirebiliriz.

Değişmemiz gerekiyor.

...

Ve şimdi efektif değişmek için süper bir önerim var size. 

Peki buraya kadar niye önermedim? Çünkü hayvan ürünleri tüketmekle ilgili bir şey diyeceğim. Bu konuyu okumayı da konuşmayı da sevmediğinizi biliyorum. O yüzden bu vakte kadar renk vermedim. Dikkatinizi çekmeye çalışıyorum.

Hayvan ürünleri yemekle ilgili bir şey diyeceğim ama vegan olun demeyeceğim. Bu bambaşka bir konu. Veganlık ahlaki bir duruş, bir tercih. Ben analitik bir durumdan, bir zorunluluktan bahsediyorum. 

Bu taktiği Jonathan Safran Foer’in Bu Bizim Havamız, Gezegeni Kurtarmak Kahvaltıyla Başlar isimli harikulade kitabından öğrendim. Foer de 67 sayfa boyunca hiç renk vermeden iklim değişikliği iletişiminin ne kadar zor yapıldığını ne olup bittiğini filan anlatıyor. Çarpıcı rakamlar veriyor. Sonra baklayı çıkarıyor ağzından.

Bu bir iklim değişikliği yazısı. “Bir el atın da Dünya'yı kurtaralım” yazısı. Süpermenlik el kitabı. 

Dünya tarihinde beş büyük yok oluş yaşanmış. Dinozorları öldüren hariç hepsinin sebebi aynı: İklim değişikliği. En ölümcülü, “Büyük Ölüm”, 250 milyon yıl önce olmuş. Denizdeki hayatın yüzde 96’sı, karadaki hayatınsa yüzde 70’i bitmiş. Bu yokoluşların hepsi doğal sebeplerleymiş. Bu seferki, yani sanayi devrimiyle başlayanı ve artık sonumuzu getirmek üzere olanı bütünüyle insan eliyle. 

Başka bir deyişle insanlığın bugüne kadar yaşadığı en büyük, en ölümcül kriz bugün yaşadığımız.

İnsan dediğim siz, ben, David Bowie, Kenan Evren. İnsan. Elbette devletler, kurumlar, kitleler halinde hareket etmek en güzeli. Bunun için hep beraber çabalayalım. Ama bireysel olarak da yapabileceğiniz bir şey var: Endüstriyel eti bırakacaksınız. Yahut azaltacaksınız. Yemediğiniz her bir porsiyonun endüstriyel et üretiminde, onun da iklim değişikliği üzerinde bir karşılığı var çünkü. Bir tavuk az yerseniz bir tavuk az üretiyorlar. (Laf bile ne acayip değil mi tavuk üretiyorlar. Elektrik gibi.)

İlle et yiyecekseniz eski usul çoban mı bulursunuz, köylü akrabalarınızı mı kurcalarsınız bilmem. Ama bu “serbest gezen tavuk” martavallarına kanmayın. Organik de keza tedirgin edici derecede güvenmesi zor bir kelime. Foer’in bir önceki kitabından öğrenmiştim. “Normal” tavuğun kımıldama alanı bir A4’ün dörtte üçü kadarken organik, gezen tavuğun kımıldama (gezme) alanı bir A4 kadar. Yani ayağa kalkın. Gövdenizin izdüşümü kadar yerde yaşadığınızı düşünün. Gagalarınızın kesilmiş olması, üst kat komşunuzun kakasını üzerinize yapıyor olması, saçma sapan diyetiniz, olmayan cinselliğiniz ve ölümü beklemek dışında bir işiniz olmayışı düşünülürse vaktiniz bol. Volta atacak yer bile yok ama bol bol gezersiniz. 

Peki ne alaka? 

Şöyle. Güneş ışığı atmosferden geçip Dünya’yı ısıtıyor. Bu ısının bir kısmı yansıyarak uzaya geri dönüyor. İşte atmosferdeki sera gazları bir çeşit örtü olarak bu ısının bir kısmını dünyaya hapsediyor. Sera gazı olmasa dünya ortalama 15 derece değil, ortalama eksi 17 derece civarında olurdu.

Karbondioksit, sera gazlarının yüzde 82’sini oluşturuyor. Sanayi devrimine kadar 800 yıl boyunca sera gazlarının yoğunluğu sabit kalmış. Sonra yüzde 40 artmış. Ve artıyor.

İkinci ve üçüncü sıradaki sera gazları metan ve nitröz oksit. İnsan kaynaklı metan emisyonlarının yüzde 37’si ve insan kaynaklı nitröz oksitin yüzde 65’inin doğrudan sorumlusu endüstriyel hayvan yetiştiriciliği. Ve metan, karbondioksitten 86 kat daha güçlü bir sera gazı. Yani karbondioksit bir battaniye kalınlığında bir örtüyse, aynı miktarda metan 2 metre kalınlığında bir örtü demek. Konu olan nitröz oksit ise intihar edebileceğiniz kalınlıkta bir battaniyeniz var demektir.

Konu bu kadar da değil. Mesela ormansızlaştırma çok önemli. Ama o da çok büyük oranda endüstriyel et kaynaklı. Şu anda endüstriyel et için kullanılan tropik alanların tekrar ormana dönüşmesine izin vermek, insan kaynaklı sera gazlarının yarıdan fazlasını yatıştırabiliyor. Ve Scientific American’a göre “Çoğu hesaba bakılırsa tropik yağmur ormanlarındaki ormansızlaştırma atmosfere dünya yollarındaki tüm araba ve kamyonların toplamından daha fazla karbondioksit ekliyor.”

Hem sadece dünyayı kurtarmayacaksınız. Sadece endüstriyel et yemeyerek milyarlarca hayvanın işkence içinde hayatlar yaşamak üzere yetiştirilmesini engelleyeceksiniz. Antibiyotik yüklü sağlıksız ve kötü bir proteinden kurtulacaksınız. Ormanlar kurtulacak, akıl almaz bir su tasarrufu olacak.

O kadar pis bir durum ki bu et endüstrisi, endüstriyel çiftliklerde biriken hayvan dışkısından gübre bile olmuyor.  

Devam edecek.

Not: Bu yazıdaki bilgilerin neredeyse tamamı Jonathan Safran Foer’in Bu Bizim Havamız, Gezegeni Kurtarmak Kahvaltıyla Başlar isimli eşsiz kitabından alındı.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz