YAZARLAR

Belediye şirketleri işçileri ve sendikalar

"Biz bu ülkede üçüncü sınıf vatandaşı da geçtim artık, yedinci sınıf mı deriz sekizinci sınıf mı deriz o muamele görüyoruz. Çünkü yasal haklarımız yok, yasalarla korunaklı bir alanımız yok. 'İşten çıkarıyorum' diyor belediye, çıkarıyor. Sendika toplu sözleşme imzalıyor, bizim haberimiz olmuyor. Doğal olarak ertesi gün gidiyoruz açlık sınırının yakınlarındaki ücretlerle, iki yılımız, üç yılımız daha geçiyor."

Belediye işçisi Yılmaz Şengül Bey ile sohbetimize devam ediyoruz. Yılmaz Bey, bugün bize sendikaların, iktidarıyla muhalefetiyle siyasi partilerle kol kola nasıl işçilere sırtlarını döndüklerini anlatacak. Yine sözü sohbete bırakmak istiyorum. 

Belediye hukukun etrafında dolanarak sizi re'sen, zorunlu olarak emekli ediyor, aslında etmemesi lazım. Ondan sonra da "Gerekiyorsa git beni şikayet et, gereken neyse sonra onu yaparım." diyor. Öyle mi?

Evet aynen böyle ama burada "üstünlerin hukuku” devreye giriyor Hocam. Bu da şöyle, İş Mahkemesine işe iade davası açtığınızda ortalama üç yıl civarı sürüyor. Zaten belediye şirketleri de buna güveniyor. Dava üç yıl sürdükten sonra, siz orada diyorsunuz ki "Kod-8'den benim bildirimimi yapamaz. Çünkü benim böyle bir dilekçem yok." Hakim diyor ki "Evet, haklısın, seni işe iade ediyorum." Siz bu mahkeme kararını alıyorsunuz, belediyeye götürüyorsunuz diyorsunuz ki "Benim işe iadem çıktı, beni işe başlat." Belediye ne diyor biliyor musunuz? "Evet, işe iade vermişler ama altında şu yazıyor; İşveren işe başlatmak istemezse, 4 ya da 8 tazminat -ona hakim karar veriyor-  ödeyerek işe başlatmayabilir.” Kamunun kaynaklarıyla bana 4 tazminat daha veriyor ve beni işten çıkarmış oluyor. 

Peki, bu 4 tazminat parası az bir para mı? Yani emekli olmaya değer mi değmez mi?

Hocam, 4 aylık tazminat dediğim şu: 4 aylık brüt maaşınız. Şimdi bu 4 aylık brüt maaşınızı size bugün ödemiyor belediye zaten. 3 yıl sonra sizin aldığınız maaş zaten anlamsız hale geliyor. O tazminat, tazminat değil de ikramiye gibi oluyor doğal olarak. Bugün mesela ben 10 yıllık bir çalışanım. Bugün benim tazminatım 250 bin lira civarında tutuyor. 250 bin liranın bugünkü alım gücü ile üç yıl sonraki alım gücü çok farklı; bunu zaten en iyi siz Türkiye'de haberin kalbini tutan insanlar biliyorsunuz. 3 yıl sonra 250 bin liraya muhtemelen bisikletin tekerini alabilirim ben. Hem paramız pul oluyor, hem bir sürü hakkımız kayboluyor, hem de bu süreç içerisinde yaşadığımız mahkeme süreçleridir, git-geldir vesairesidir bu ciddi anlamda bir yük oluyor. Sonunda diyorsunuz ki "Ya, en azından, memurlarınki gibi iş davalarına da bölge idare mahkemeleri keşke baksa da işe iade ile alakalı verdikleri karar emredici bir hükümde olsa işimize başlasak." ama yok. İşçiler iş mahkemelerini kazansa da maalesef dört tane tazminatı verip gönderiyor. Bir nevi kamunun kaynağıyla işten çıkarıyor. Bunun adı da "Ben seni emekli ettim." Bu dolambaçlı yollarla her türlü güvencesizlik önlerinde duruyor. İşte Ataşehir Belediyesi'nde beş gün önce 11 yıl, 13 yıl çalışan insanların, "Biz sizi re'sen emekli ediyoruz!" denilerek çıkış işlemleri yapıldı. Mahkemeye gitseler anlattığım süreci yaşayacaklar. Belediyenin kapısının önünde direniyorlar, işlerini geri istiyorlar. Diyor ki "yaptığınız hukuksuz! " Bu hukuksuzluk bugün Ataşehir'de başlarsa, Türkiye'deki 600 bin tane belediye işçisi de bunu yaşayacak demektir doğal olarak. Çünkü bu belediye şirketleri silsile olarak gidiyor. Birinden gören kendisi de uyguluyor, yükünü hafifletiyor. İşçilerin çıkış evraklarında şöyle onur kırıcı bir yazı yazılabilir mi yani? "Yeni istihdam yaratmak için çıkardık!". Düşünebiliyor musunuz? Şu sözden daha onur kırıcı bir şey olabilir mi? 13-14 yıl emek verdiğiniz, çalıştığınız bir yerden size "Yeni istihdam yaratmak için çıkışını yapıyoruz." deniyor.

Sizin çalışma saatleri ile ilgili ve becayiş ile ilgili sorunlarınızın olduğunu da biliyorum. Bu konudaki talepleriniz nedir Yılmaz Bey?

Bugün, Belediye şirketlerinde çalışan 600 bin işçinin büyük çoğunluğu büyük kentlerde, metropollerde çalışıyor. Yaklaşık 100 bini İstanbul’da çalışıyor. 50-55 bin bin civarı Ankara'da yanlış hatırlamıyorsam. Bu arada İzmir'de de 50 bin kişi var.

O zaman İstanbul, Ankara ve İzmir'deki yaklaşık 200 bin kişiyi çıkarırsak, geri kalan 400 bini de Türkiye'nin geri kalanında yaşıyor. Yani sizin sorunlarınız sadece İstanbul Kadıköy, Ankara Çankaya, İzmir Konak'ta sıkışıp kalmış falan değil. Türkiye'nin geneli ile ilgili bir sorundan bahsediyorsunuz bize.

Hocam hiçbir siyasi parti fark etmeksizin Türkiye'nin bütün belediyelerindeki uygulamalar aynı.

O zaman şöyle söyleyelim: AKP'li belediye de aynı haltı işliyor, CHP'li belediye aynı haltı istiyor, HDP'li belediye de, MHP’li belediye de. Hepsi aynı vurdum duymazlığın içindeler.

Tabii ki. Yani bu aslında 1989'da belediyelerde başlayan Bahar Eylemleri'nin bir nevi karşılığı gibi. Belediyelerde Türkiye'de hep hepimiz biliyoruz ki yerel seçimlerden önce birçok işçi alımı olur. Yerel seçimin pratiğine göre, dinamiğine göre, bir sürü işçi alımı olur. Şimdi, belediyeler şişen kadrolarının -biliyorsunuz bir pandemi dönemi yaşadık- az sayıda işçi çalıştırmanın, uzun saatler boyunca ve güvencesiz olarak çalıştırmanın elmasını da yiyince, işçiler üzerindeki baskı artıyor ki, 2015 yılındaki IMF raporunda da aynen şu kelimeler geçiyor Türkiye'ye yönelik olarak; "Kamudaki istihdam sayısını düşür, ücretleri kontrol altına al." 2015 IMF raporunda bunu söylüyor. 2018'den beri Türkiye'deki belediye şirketlerinde alım gücü nereden baksanız yüzde elliden fazla düştü. Ben kendimden örnek vereyim. Ben teknik personelim, 2017 yılında asgari ücretin yüzde 150'sini alıyordum. Bugün asgari ücret 11.400 lira. Ben bugün asgari ücretin yüzde 150'sini alsaydım yaklaşık 30 bin lira maaş alıyor olacaktım. Hocam bugün benim maaşım 13.400 lira.. Yani alım gücümün nasıl düştüğünü görmeniz açısından, düşünmeniz açısından bu örneği verdim. Ve Kanun Hükmünde Kararname ile bu biliyorsunuz -2018'den sonra bir enflasyon furyası içindeyiz. yüzde 30'lar yüzde 40'larla başlayan yüzde 150'lere uzanan enflasyon furyası- biz 2020'ye kadar tüm bu yaşananlarda altı ayda bir sadece yüzde 4+4 zamlarla çalıştık. 3 ayda bir 4 ayda bir -sosyal medyada siz de görüyorsunuz- belediyelerin kapısına işçiler çıkıyor, bazıları sendikalarıyla, bazıları sendikaları olmadan, ek protokol talep ediyoruz diyorlar. İşte tüm bu yaşadığımız süreç bizi her 4 ay, her 5 ay belediye yönetimlerinden protokol talep etme noktasına getirdi. Güvencesiz çalışıyorsunuz, düşük ücretlerle çalışıyorsunuz. Yaşadığınız şehirlerde bırakın aldığınız ücretlerin karşılığı bir sosyal devlet anlayışını, kiranızı verecek bir ücret dahi alamıyorsunuz. Bugün belediye işçileri mesaileri olmasın, mesailer kaldırılsın, ay sonunu getiremezler Mete Hocam.

Mesaiden ne alıyorsunuz Yılmaz Bey?

Hocam mesailer şöyle, belediyede mesela -ben size doğrudan bildiğim bir yeri örnek vereyim- 2300 yüz kişinin çalıştığı bir belediyede ortalama 800-900 kişi mesai alabiliyor. Bunlar da genellikle ağır iş yapanlar; temizlik işçileri, fen işçileri gibi. Bu tarz, cumartesi pazar yoğun olan dönemlerde bile çalışan insanlar ya da personel azlığından çalıştırılmak zorunda kalan insanlar. Bu insanlar full bir ay çalışarak yol ve yemek ücretlerini çıktığınızda daha aşağı alanlar da var. Ben sadece bildiğim yerlerden örnek veriyorum. 17 bin lira maaş alıyorlar.

2023'ün parasıyla bu 17-18 bin lira mesai ücretleri mi yoksa maaş artı mesai ücretleri dahil mi alıyor?

Evet, Evet bordrosunda gördüğü rakam bu Hocam.

Bu insanlar saat beşten sonra çalışarak, hafta sonu da çalışarak 18 bin lira para alıyor öyle mi?

Cumartesi, pazar ve beşten sonra çalışarak 18 bin lira para alıyor, aynen böyle Hocam.

Peki, Yılmaz Bey, şimdi mesela ben mesai çalışmak istemedim; ben hafta sonu ve saat 5'ten sonra da çalışmak istemedim sizin pozisyonunda olsam ayda kaç lira kazanırım?

Bugün Türkiye'de ortalama bütün belediyelerde çıplak aldığınız maaş 13500 lira ile 16500 lira arasında değişmekte.

Neye göre değişiyor bu ücret Yılmaz Bey? Ben mesela Burdur Belediyesi'nde çalışıyorsam, Şırnak Belediyesi'nde ya da İstanbul Belediyesi'nde çalışıyorsam neye göre değişir benim maaşım?

Hocam, her belediyede sendikalar var. Türkiye'de üç tane genel iş kolunda sözleşme yetkisine sahip sendika var. Genel-İş DİSK'e bağlı, Türk-İş'e bağlı Belediye-İş Sendikası ve Hak-İş'e bağlı Hizmet-İş Sendikası. Bunlardan en fazla üyesi olan Hizmet-İş Sendikası, 310 bine yakın üyesi var bugün itibariyle. Şimdi öncelikle bu sendikalar yetkili oldukları belediyelerde iki yıllık ya da üç yıllık toplu iş sözleşmesi yapıyorlar. Bu toplu iş sözleşmeleri sürecini sendikanın oradaki şubesi yönetiyor. Şubeler üzerinde hazırlıklar sonucu bazı sosyal haklarda artış, yevmiyelerde artış yaşanıyor. Şimdi iş öyle bir noktaya geldi ki Türkiye'de Mete Hocam az önce üye sayılarını söylediğim sendikaların her bir üyesinden bir günlük brüt yevmiyeleri tutarında aidat kesiyorlar. Ne demek bu Hocam? Bunu sendikaya üye olduğumuz için bizim haklarımızı savunacağını söylediği için kesiyor sendika. Yani diyor ki sendika "Ben senin için Türkiye'nin en iyi iş avukatlarını çalıştırıyorum; ben senin için toplu iş sözleşmesi uzmanları çalıştırıyorum; ben senin için şubeler kuruyorum, bu şubeler üzerinden süreçler yürütüyorum. Bunların ücretlerini ödemek için, işçi mücadelesini sürdürmek için, işçilerin sıkıntılarını gidermek için bir sermayeye ihtiyacım var." diyor. Bu sermayeyi de bizlerin aidatları üzerinden karşılıyor. Fakat bugün Türkiye'de ortalama 130 bin üyesi olan ya da 310 bin üyesi olan bir sendikanın gelirini hesapladığınızda devasa bütçeleri göreceksiniz. Zaten şimdi bizim belediyelerde yaşadığımız en büyük sıkıntı bu Mete Hocam. Toplu iş sözleşmelerinde işçiler maalesef sürece dahil edilmiyor. Hizmet-İş sendikası bugün en büyük sendika. Hak-İş de bugün AK Parti üzerinden siyaset yapan bir konfederasyon. Türk-İş'in Belediye İş sendikası bugün Türkiye'de hem AK Parti'li belediyelerde hem Cumhuriyet Halk Partisi belediyelerinde örgütlü olan bir sendika. Türk-İş herhangi bir siyasi taban üzerine oturmadığı için, açıkçası hangi belediyede örgütlü ise oranın şekline bürünebiliyor.

Sendikalar sorunun kaynağını da biliyorlar zaten. Sorunun çözümünde kendi üzerlerinden geçtiğini biliyorlar. Fakat Türkiye'de siyaset ve sendika o kadar iç içe geçmiş durumda ki sendikalar için artık orası, yani sendika dediğimiz kurumlar işçi mücadelesinin lokomotifi olmak yerine siyasi bir rant kapısına dönüşmüş durumda. Hem gelirleri yüksek, hem siyasi iş birlikleriyle bir dönem sonrasında milletvekilliği kovalamaya çalışıyorlar. Bu nedenle de işçinin çıkarından çok siyasetin konuşulduğu ortamlar oldu sendikalar.

Bugün 600 bin belediye şirket işçisinin aslında en büyük sorunu sendikaların hareket etmemesi -ki yaşadığımız bütün sorunlara bakın bunu göreceksiniz. Bu size söylediğim anlattığım biraz önce sorunların hepsi genel sorunlar ve işyerinde yaşadığımız sorunlardan hiç bahsetmedik bile. İşyerinde yaşadığımız sorunlar dahil bir sürü sorun olmasına rağmen belediye yönetimi ile kötü olmamak için siyasi erkle kötü olmamak için hiçbir şekilde adım atmıyorlar, yüzeysel toplu iş sözleşmelerine girip çıkıyorlar. Toplu iş sözleşmelerini de gece yarısı işçiler uyurken imzalıyorlar işçilerin hakkını savunacaklar ya, gece yarısı imzalıyorlar. Sabah bir bakıyoruz 21. yüzyılın kölelik düzenine uyanmış oluyoruz. İstemediğimiz rakamlar, istemediğimiz sosyal haklar, kabul etmediğimiz özlük hakları, toplu sözleşmeler geliyor önümüze. Buna itiraz edeceğiniz bir merci de yok. Hiçbir şekilde muhatap almıyorlar, sizi. İmzalıyorlar. Üç milyonluk, dört milyonluk arabalarına biniyorlar, korunaklı genel merkezlerine gidiyorlar. İşçi, yaşam ve yoksulluk, açlık sınırında ücretlerle çalışıyor, iki iş yapıyor, üçüncü işi yapıyor ve dediğim gibi yani Türkiye'de işçilerin lokomotifi olması gereken işçi haklarının daha iyi şartlarda daha olması için çalışması gereken sendikalar ortada yoklar Hocam.

Sendikalı olmanın size hiçbir faydası olmadı mı Yılmaz Bey

Hocam sendikalı olmanın bize bir faydası olmadı. 600 bin belediye şirket çalışanları için bu böyle. Çünkü 5 yıllık az önceki bölümde size anlattığım hak kayıplarının tümünde biz sendikalıydık. Yani sendikaların tüzüğünde, biliyorsunuz, birinci maddesinde şunu yazar: "İşçilerin ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan gelişimine katkı sunmak" Bu örgütler bunun için varlar. Bırakın sendikaların katkı sunmasını, elimizdeki olan her şey gitti. Güvencesiz bir çalışma alanındayız, maaşlarımız açlık sınırının bir tık üzerinde, hiçbir iş güvencemiz yok, sosyal haklarımız yerlerde sürünüyor. Bugün sizden çok önemli bir şey rica edeceğim, mahallenizin çöplerini toplayan işçiler vardır. İllaki bir gün karşılaştığınızda sadece şu soruyu sorun ona: "Eşiniz ve çocuğunuzu alıp en son ne zaman sinemaya gittin?" diye sorun. Tüm gerçekliği ortaya koyacak, onun size vereceği cevap. Sendikalarla yaşadığımız, debelendiğimiz, onları hareket ettirmeye çalıştığımız bir dönemin içerisindeyiz ki inşallah başarılı olacağız 600 bin belediye şirket işçileri olarak

Siyasi partilerin bu konudaki tavırları ne? Çünkü belediyelerin bir kısmı AKP'li bir kısmı CHP'li bir kısmı HDP'li. Onların bu sorunlara yaklaşımları nasıl?

Hocam şöyle, sağ olsun bazı milletvekillerine ulaşabiliyoruz, bazı siyasi figürlere ulaşabiliyoruz. Bazı genel başkanlara ulaşabiliyoruz. Seçim döneminde birçoğu gelip bizimle iletişime geçiyor, "Bu güvencesiz çalışma koşullarını reddediyoruz, Bunun için elimizden yapacağız ." diyorlar. Seçimler bittikten sonra maalesef bu sistem devam ediyor. Mesela muhalefetten milletvekilleri iktidara soru önergesi veriyorlar. Soru önergesi veren muhalefetin mensubu olduğu belediye yasa dışı bir şekilde bizi işten çıkarıyor. İktidar cenahından zaten bizimle ilgilenen yok.

Siyasi iki kutbun arasına sıkışmış durumdayız... Bu siyasi iki kutbun arasından arzu ettiğimiz, talep ettiğimiz; 600 bin tane işçi ve bunların dolaylı olarak aileleriyle beraber milyonlarca işçinin toplumsal bir talebine sırt çevirmemeleri. Türkiye'de güvencesiz koşullarda çalışan milyonlarca işçinin sözünün, söyleminin, toplumsal sorunlarının çözüleceği yer olarak görüyoruz biz meclisi. Bununla birlikte sorunlarımızın orada konuşulmaması bizi derinden yaralıyor. Biz bu ülkede üçüncü sınıf vatandaşı da geçtim artık, yedinci sınıf mı deriz sekizinci sınıf mı deriz o muamele görüyoruz. Çünkü yasal haklarımız yok, yasalarla korunaklı bir alanımız yok. "İşten çıkarıyorum" diyor belediye, çıkarıyor. Sendika toplu sözleşme imzalıyor, bizim haberimiz olmuyor. Doğal olarak ertesi gün gidiyoruz açlık sınırının yakınlarındaki ücretlerle, iki yılımız, üç yılımız daha geçiyor. Bu süreçlerden geçiyoruz. Bu süreçlerde de bizim gördüğümüz şu; bu ülke değişmesini isteyen, bu ülkenin insanlarının sömürülmesini istemeyen, sizin gibi gazeteciler bize ulaşıyor ancak. "Biz sorunlarınızı görüyoruz, bunu duyurmak için elimizden geleni de yapmak istiyoruz." diyorlar. Hepinize biz çok teşekkür ediyoruz. 600 bin insan ciddi anlamda bunalım yaşıyor, ciddi anlamda sıkıntılar yaşıyor. Aynı iş yerinde çalıştığımız insanlar ikinci, bulabilse üçüncü işi de yapacak durumda.

Biz çocuklarımızı aynı zamanda bir gelecek inşa etmek isteyen insanlarız. Bu ülkede bugün çok affedersiniz bir devlet okuluna bile çocuğunuzu yazdırmaya gittiğinizde 20-30 bin lira gibi rakamlar konuşuluyor. 13-14 bin lira gibi bir maaş alıyoruz. Eğitim bir dert, barınma bir dert, doğru bir beslenme bile yok. Bugün işçiler gerçekten iki tane poğaça ile günü geçiriyorlar. Öğlen yemeği parası vermemek için evinden yarım ekmek arası bir şeyler getiren işçiler var.

Biz bu ülkenin kamu hizmetini gören insanlar olarak bunu hak etmediğimizi düşünüyoruz. Bu ülkenin zenginliklerinden payımızı istiyoruz. Sadece bunu isterken de kırıp dökmekten ziyade, gerçekten haklılığımızı hem yasal olarak hem mevzuat açısından hem dosyaları insanların önüne koyarak anlatmak istiyoruz. Diyoruz ki, bizim haklarımızı görmezden gelmeyin. Türkiye bir üçüncü dünya ülkesi olmasın. Burası bir çadır cumhuriyeti olmasın. Çünkü dünyada demokrasiyi var eden işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının demokratik haklarını elinden alarak demokrasi inşa edemezsiniz bu ülkede. Tüm bu talepler karşılığında, gerçekten insana yakışır bir hayat yaşamak istiyoruz. Bu ülkede az önce bahsettiğim her şey bunun için: Güvenceli çalışma da, ilave çalışma saatleri de, ilave tediye ödenmesi de; sabahtan beri konuştuğumuz her şey aslında bunun için. Biz sadece sizin çöpünüzü almıyoruz Mete Hocam, biz aslında size sağlıklı, yaşanabilir bir kent inşa ediyoruz. Aynı zamanda bu kentin emekçileri olarak pandemide kapıda bizi gördüğünüzde. -Çünkü biz pandemi de dışarıdaydık bütün gün- deprem olduğunda kapınızda bizi gördüğünüz de, bütün felaketlerde en önde bizi gördüğünüzde, biz gerçekten bu ülkede yaşayan bütün insanlar için görev yapan insanlarız. Sadece iki tane belediye başkanının beş tane belediye başkan yardımcısının hizmetinde olan insanlar değil. Belediye hizmetinden bahsederken biz aslında belediye yönetiminden bahsetmiyoruz. Bu ülkede yaşayan herkesin insani bir kentte, sağlıklı koşullarda ve gerçekten hem de kültürel açıdan kente dair her ne varsa biz o dinamiğin içindeyiz aslında.

Biz de Türkiye Cumhuriyeti'nde bu ülkede sınıfının da gerçekten doğru düzgün bir hayat yaşaması için sesini çıkarmasını istiyoruz. Bize destek olmalarını istiyoruz. Bizim yolumuzu siyasetin açması için bize omuz vermelerini istiyoruz. Beklentimiz bu. Bu ülkede yaşayan her bir yurttaştan da bu. Tekrar teşekkür ederim bize bu kapıları açtığınız sesimizi duyurmamıza yardımcı olduğunuz için gerçekten çok önemsiyoruz. Çok değer veriyoruz size Mete Hocam sağ olun.

Ben Teşekkür ederim Yılmaz Bey. Seçimler yaklaşırken, yerel yönetimlerin kanayan bir yarasına parmak basmamıza yardımcı oldunuz.  


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.