YAZARLAR

Başlıya baş eğdirip dizliye diz kırdırma vizyonu

Erdoğan, bildiğimiz Erdoğan iken, tanıtıma temsilci gönderen siyasi partilerin biraz vizyon, misyon çalışması gerekiyor. Özellikle de anayasa yapımı konusunda söylediklerini dikkatle incelemelerinde fayda var. 

“Biz Cumhuriyetimizin 100'üncü yılını, aynı zamanda Türkiye'de siyaseti, üslubuyla, tarzıyla, işleyişiyle, sonuçlarıyla değiştirecek yeni bir dönemin de miladı haline getirmek istiyoruz.” Türkiye Yüzyılı başlığıyla yapılan tanıtımda hedefleri işaret eden bu cümleyi, günün gerçekleriyle birlikte değerlendirmek, iktidarın gelecek vizyonunu kavramak için yeter de artar bile. İktidar cenahının dezenformasyon, muhalefetin sansür yasası olarak isimlendirdiği kanun değişikliği sayesinde dilediğini susturup, dilediğini avazı çıktığı kadar bağırtacağı iklim hazır nasıl olsa. Kamu kaynaklarıyla yapılan seçim kampanyası üst perdeden açılırken her seçim öncesi izlediğimiz gibi yeni başlangıç vaadine duyulan ihtiyaç çıkıyor karşımıza. En başta kendi seçmeninden gelen ‘siyasetin kavgacı üslubu’ eleştirilerine kulak vermiş. Toplumu geren, çatıştırmayı hedefleyen kutuplaştırma politikasını öteden beri kavgacı üslup ile tanımlar AKP tabanı ve eleştirir, değişmesini ister. Erdoğan da gelecek vizyonunda bu eleştiriye cevap olarak seçmenine dönüp ‘ben bu üslubu değiştirmek için bakın herkesi çağırdım, kavgayı sürdüren onlar’ savunmasına hazırlanıyor gibi. Özellikle devamındaki şu cümle seçim kampanyasında dile getireceklerine ciddi bir hazırlık olarak değerlendirmeye müsait: “Türkiye Yüzyılı için yapılacak her katkı bizim için çok kıymetlidir. Gelin, 29 Ekim 2023'e kadar Türkiye Yüzyılını konuşalım, tartışalım, tekliflerimizi ortaya koyalım.” Gelin dediği yer tek muktedir olduğu ve otoritesini kutsayanların biat seremonisine katıldığı sahne.

Metinde ve konuşmasında geçen çoğulculuk, katılımcılık ilkeleri davetlilerine bile yansımadığı için geleceğe nasıl aksedeceği besbelli. HDP, Gelecek, DEVA çağrılmamış. Türkiye Yüzyılı vizyonunda seçmenden yüzde on üç oy almış Kürt siyasetine yer yok ama binde bir bile oy alamayan HüdaPar muktedire yeter. Bu ülkenin yurttaşı olan Kürtlerin siyasal haklarına biçtiği pay bu kadar. Kendi liderliğine itirazla ayrılıp yeni parti kurdukları için “ümmeti bölme” iddiasıyla suçladıklarına da yer yok. Ne de olsa İslamcılar için kızıl elma niteliğindeki ümmetçilik fikriyatını temsil eden, ümmetin şahsında tecessüm ettiğini düşünen bir politikacının bilindik tavrı.

Ümmete dahil olmayanlar yani kendisine hiç itaat etmemiş “ötekiler” ise kolaylıkla çağrılabilir. Hatta özellikle çağrılmalıdır ki otoritesini tanımış sayılsınlar. Zımni biat görüntüsü her zaman işler, işletilir kolaylıkla. Tahta geçme törenlerinde, taç giymelerde 'tabi devletlerin' 'metbu devlet'in yeni hükümdarına itaat arzı için elçilerin katılımına özel önem verilmesine benzetebiliriz bu durumu. Temsilci göndermeyen, elçisi törene katılmayan isyan etmiş sayılır ya onun gibi. Ancak törene katılmakla da iş bitmez. Her katılımın bedeli vardır ve gereğine uymayandan başlar her bir baş eğdirme hamlesi. Hem törene katılıp hem muhalif durmak, muktedire göre affedilmeyecek hatalardandır. Her bir itaatsizlikte, her bir isyanda kolaylıkla baş eğdirilip, diz kırdırılabilecek olanlardır zira ötekiler ve davet sınavdır esasında. Türkiye siyasetinde en kalın çizgiyle ifade edecek olursak aydınlanma öncesine ait bu ego-politik vizyonun işlediğini görmek de muhalefet partilerinin vizyonuyla ilişkili elbette. Demokratik teamüller gereği bir partinin kongresine, kurultayına temsilci göndermek siyasi nezaketin ön koşuluysa ucube sistemin parti devletiyle özdeşleşen ve tek adamın şahsıyla bütünleşen bu tanıtıma katılmak da biat kültürünün devamına hizmet olur. Siyasi partiler açısından çağrının adına bakarak güya memleket meselesi gibi değerlendirip katılmak en hafifinden siyasi basiretten yoksunluk, safdillik olur, oldu da.

Yazık ki vizyon tanıtımı öncesinde katılım meselesi sadece davetli gazeteciler açısından tartışıldı. Gazetecilik, olay mahallinde, haberin kaynağında bulunmayı gerektirir. Vakanüvis, günümüzün gazetecisi, yazarı açısından katılım biat-isyan ilişkisiyle değerlendirilemez kuşkusuz. Gidip gitmemek gazetecinin özgün, özgür kararı olarak kabul edilmeli. Diğer yandan davetli olmadığı halde salonda yer almayı başaran muhabirimiz sevgili Serkan Alan’ın yazdıkları, basın tarihimizin ünlü atlatma haberleri arasına girmiş görünüyor. Bu haberlerde dikkati en çok çeken sade vatandaş kimliği ile girmenin, gazeteci kimliği ile girmekten çok daha kolay oluşuna dair verdiği bilgilerdi. Ne hazin bir tabloyla karşı karşıya kaldığımızı bundan daha iyi anlatacak tespit olamaz. Propagandanın aktarıcısı olan haberciler arasında seçici davranarak işini zorlaştırmak ve propagandanın muhatabına girişi kolaylaştırmak ama çıkışı zorlaştırmak, ego-politik sistemin gereği olmalı. Gel dedi mi gideceksin, git demeden gidemeyeceksin. O propagandaya son kelimesine kadar maruz kalmalısın ki yeterince ezber edesin. Gazeteciler ise propagandanın arka planını okuyabilecekleri için seçilmeli. Seçilirken muhalif görüşte olanları seçmeye de özen gösterilmeli ki değişim vurgusu inandırıcı olsun. Muhalif etiketi nedeniyle, yazıp söylediklerini taban nasıl olsa okumaz, dinlemez. Hoş kazara duysa bile “reis ağzıyla kuş tutsa da beğendiremez” hükmünü ezber ettikleri için eleştiri işlemez.

Özetle Erdoğan, bildiğimiz Erdoğan iken, tanıtıma temsilci gönderen siyasi partilerin biraz vizyon, misyon çalışması gerekiyor. Özellikle de anayasa yapımı konusunda söylediklerini dikkatle incelemelerinde fayda var. Darbe anayasasının hala temel kanun olması bu ülkenin pek çok kesimi gibi dindarları ve en çok da AKP tabanını rahatsız eder. Bunun farkında olan Erdoğan her anayasa değişikliği hamlesinden sonra “darbe anayasasını değiştirdik” söylemini ısrarla kullanırken bir sonraki anayasa değişiklik teklifine sıra geldiğinde tekrar “darbe anayasası ayıbından kurtulma” iddiasıyla konuşur. Önümüzdeki hafta meclise sunulacağı duyurulan anayasa değişiklik teklifine karşı Erdoğan’ın iddialarına değil Temel Karamollaoğlu’na kulak vermek yerinde olur. Muhalefet partileri AKP anayasa değişiklik teklifine karşı güçlü bir itiraz sesi yükseltmeli derken gelen en kıymetli sözlerden birisi Saadet Partisi 8’inci Olağan Kongresinden yükseldi. “Haklar ne zamandan beri referandumun konusu?” sorusuyla Karamollaoğlu, tüm siyasi partilerin alması gereken pozisyonu açıkça gösterdi. Muhtemelen iktidar tanıtıma katılan partilerden anayasa değişiklik teklifi için referandum yeter sayısına ulaşacak katkıyı da bekliyordur. Saadet Partisinin, hak ve özgürlüklerin oya sunulamayacağı ilkesini işaret etme basiretini umulur ki diğer partiler de sergilesin. 


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.