YAZARLAR

Aynalı Pasaj... Maden işçileri

300 metre aşağıda bir hayattı bu. Emek, cesaret, sevgi, sorumluluk, yoldaşlık, yorgunluk, korku, fedakârlık, hepsinin iç içe geçtiği bir hayat. Sınıf mücadelesinden bir hayat. Oysa elbette bütün bu emeğin, bu mücadelenin karşılığı yukarıda.

Maden işçileri: Karardıkça yüzleri, ağaran alınları.

Kömür tozu ile büyür gözleri. Bakışları. Kısılmaz.

Taşa yeminli, taşa kararlı da, gaza ne yapsın, ateşe ne yapsın madenci?

Göçükte.

En beraber ve en yalnızdır onların ölümleri.

Herkes yukarıda.

Bir onlar aşağıda. Sınıf mücadelesinin geometrisi.

1993 yılıydı. Bir yıl önce, 3 Mart 1992’de, saat 20.00’de, 263 işçinin hayatını kaybettiği grizu patlamasının gerçekleştiği Zonguldak, Kozlu’daki maden ocaklarındaydım. Patlamadan sonra içeri su basılıp ocaklar kapatıldığı için çok sayıda işçinin cesedi bir yıl sonra hâlâ 560 metre aşağıdaydı. Ve o gün birkaç ceset daha çıkarılacaktı. Nükseden bir acının haberini yapmak için gelmiştim ben de Kozlu’ya.

Kozlu maden faciası 1992

İşçiler bir yıl önce kaybettikleri arkadaşlarının konulacağı tabutların yanından geçiyor, aşağı inmek için asansöre biniyordu. Sakindi bakışları. Arkadaşlarının bir yıl sonra da olsa ocaktan çıkarılması, çıkarılıyor olması huzur veriyor olmalıydı, cesaret veriyor olmalı. Cenazeleri kaldırılacaktı sonunda.

Evet, bir ferahlama hissediliyordu o sabah madende. Hüzünle ferahlama. Avuntuyla ferahlama. Kaybettikleri arkadaşları çıkarken yukarı. Yine de.

Ben de aşağı inmek istedim. Müessese müdürü bir kâğıt imzalattı. Kendi isteğimle indiğime ilişkin. Dakikalar sürdü sonra onlara doğru iniş.

Aşağıda, 300 metre aşağıda işçilerle buluştuk. Yemek molası vermişlerdi. Kumanyalarını açmışlardı. “Buyurun” dediler.

300 metre aşağıda bir hayattı bu. Emek, cesaret, sevgi, sorumluluk, yoldaşlık, yorgunluk, korku, fedakârlık, hepsinin iç içe geçtiği bir hayat. Sınıf mücadelesinden bir hayat.

Bir yandan da o kadar yerleşiktiler orada. 300 metre aşağıda, yaslanıp madene, çay içtiler mola bitmeden.

Oysa elbette bütün bu emeğin, bu mücadelenin karşılığı yukarıda.

Saatler sonra vardiya bitip de çıktıklarını görünce ben de ferahlamıştım.

Evet, başkaları inmişti onlar daha çıkmadan ama onlar çıkmışlardı işte. Evlerine gideceklerdi. Belki de önce kahveye.

Bunları yazıyorum.

Bunları hatırlıyorum şimdi.

Salı, sabah saat 08.30’da.

Zonguldak, Kilimli’deki ocakta 30 işçi hâlâ mahsur. Hâlâ kurtarılamadı. Gazın boşaltıldığı bile kesin değil.

Zonguldak Kilimli maden faciası 2010

(Bu yazıyı 17 Mayıs 2010 tarihinde Zonguldak, Kilimli’de Türkiye Taşkömürü Kurumu,  Karadon Müessese Müdürlüğü'nün kömür ocağında meydana gelen patlama ve yangının ardından 30 işçi göçükten henüz çıkarılmamışken yazdım ve ilk olarak BirGün gazetesinde yayımlandı. Eğer google’da ‘Kilimli’ ve ‘maden’ sözcükleri ile bir arama yapacak olursanız, Kilimli’de 2010’dan bu yana farklı işletmelerde en sonuncusu bu yılın Temmuz ayında meydana gelen çok patlama, yangın ve göçük olduğunu, çok sayıda işçinin öldüğünü görürsünüz. Bu yazım Henüz Zaman Var adlı 2013 tarihli kitabımın 25-26’ncı sayfalarında da yer alır. 2013’te Kozlu’da, büyük faciadan 20 yıl sonra yine bir patlama sonucu 8 işçi öldü. Yazıda bahsettiğim Zonguldak, Kozlu’da Mart 1992’de yaşanan maden faciasından bir yıl sonra o ocakta yaptığım haber de 1993 yılında Nokta dergisinde yayımlandı. Maden işçilerine yönelik iş katliamı Türkiye’de bir süreklilik olmuştur. Haberler, yazılar arasında dolaşırken de görünen bu.)

Neşeyi ararken: Wagner, Nietzsche, Mann üçgeninde bir serüven

Büyük filozof Friederich Nietzsche, 178 yıl önce 15 Ekim’de, yani dün doğdu. Sarsıcı, coşturucu düşüncesiyle bugün hâlâ modern felsefe üzerindeki etkisi sürüyor. Nietzsche, hayatın filozofuydu, canlılığın olumlayıcısı, insanı, canlılığı, hayatı degrade eden, alçaltan ideolojilerin düşmanı ve yıkıcısı, ayakları yeryüzünde bir üstün insanın müjdeci vizyoneri, düşüncenin ve yaşamın dansçısı, bağrını hayatın getireceklerini teninde hissederek göğüslemek istercesine dünyaya açmış, ironisi zekânın infilâkları, aforizmaları kristali… Neşesi de bilimden

Thomas Mann, Richard Wagner, Friedrich Nietzsche

Bir süredir bir kez daha Nietzsche’nin bütün kitaplarını indirmiş durumdayım raflardan. Biri Alman Romantizmi’nde bile isteye saplı kalan, oradan 20’nci yüzyıla direnen, diğeri Alman Romantizmi’ne isyan etmiş, düşüncesinde gelmekte olduğunu hissettiği ve hissettirdiği yeni bir klasisizmin sevinci ve parıltısı, bir diğeri, üçüncüsü ise Alman Romantizmi’ne saplanma korkusuyla çırpınarak yazan, çırpınmanın enerjisiyle muhteşem de yazan ve yeni bir klasizitetin gelişine tanık: Üçü de ama aynı müziğe giriftâr- birinin kendi müziği zaten, diğer ikisinin durumu tam bir gelgit bu müzikte, handiyse bir sevgi ve nefret, hayranlıkla dehşet döngüsü… Bu üç büyük düşünce ve kültür insanının Wagner’in müziği etrafında gelişen ilişkisinde beni çeken bir şey var, okuduklarımdan, dinlediklerimden, üzerine, üzerlerine düşündüklerimden gelen… Richard Wagner, Friedrich Nietzsche, Thomas Mann anakronik üçgeninde dolanıp bir şeyler yazıyorum şu sıralar, şimdilik not halinde çoğu… Umarım, ömrüm yeter…

Türkiye entelektüel ve toplumsal hayatından bir şeyler de beni bu üçgenin içine itiyor, itiyor olmalı, öyle de hissediyorum arada… Neşeyi arıyorum çünkü, bilim ve sanattaki neşeyi Türkiye’de de…

Bir yazı yolculuğuna, bir edebî serüvene doğru bir kapıdan geçmiş bulundum bir süre önce yani yazı masamda…

Ayşegül Sönmez’le çağdaş sanatın felsefesini tartışmak için

Sanat yazarı, yayıncı, gazeteci ve çağdaş sanatın ülkemizdeki birkaç uzman düzeyinde eleştirmeninden biri olan dostum Ayşegül Sönmez’in Çağdaş Sanat Var mı? adlı kitabı Everest Yayınları Deneme Dizisi’nden çıktı. Her zaman düşünsel estetik üretim pratikleri ile kitle kültürünün şok işportacılığı arasında savrulan çağdaş sanatları anlama ve izleme rehberi olarak da okunabilecek bu kitap, bir yandan da bugünkü sanat ortamına dair kriterler koyuyor. Ayşegül Sönmez’in bu alandaki tartışmalara ilişkin bilgilendirmelerde de bulunduğu ve katıldığı kitapta, çağdaş sanatı ticaretin değil etiğin, magazinin değil felsefenin perspektifinden izleyen sanat meraklıları çok şey bulacaktır.

Ayşegül Sönmez

Kitabın arka kapağında yer alan notta ise şöyle deniyor: “Ayşegül Sönmez, güncel sanatın ve postmodern olanın akıbetinden sanat ürününün – emeğinin değerine, işlevine, niteliğine ve hatta ‘yenilenebilirliğine’ uzanan geniş bir çerçevede, ‘Yoksa artık her şey bir fikirden mi ibaret?’ diye düşünenlere rehberlik ediyor.”

Çağdaş sanat, bana hep politik olan’la fazladan bağıntılı - bağlantılı bir alan gibi gelmiştir. Tam da bu yüzden, çağdaş sanatta üretici ya da izleyici olarak etik ve felsefenin desteğine, yardımına ihtiyaç olduğunu düşünürüm.

Sanatçının ve sanatın istismarının önüne geçmek için…

Haftanın Şarkısı

Bruce Springsteen

Beni okuyanların birçoğu Bruce Springsteen’in müziğine hayranlığımı bilirler. 1978’den beri dinliyorum onu; konserlerini izlemek için ülkelerden ülkelere yolculuk yaptığım da olurdu eskiden. Şimdi yaşlandım, euro da çok pahalı zaten, gidemiyorum. Neyse; Bruce Springsteen’in 11 Kasım’da yeni albümü çıkıyor. Only The Strong Survive adıyla yayınlanacak albüm, Springsteen’in 2006 yılındaki We Shall Overcome: The Seeger Sessions albümünden sonra yaptığı ikinci cover albüm. Springsteen bu albümde kendi bestelerini değil, sevdiği klasik soul ve R&B parçalarını söylüyor. Bu haftanın şarkısı da bu albümden. Bruce Springsteen, The Commodores grubunun Night Shift şakısını söylüyor…


Ahmet Tulgar Kimdir?

Ahmet Tulgar, İstanbul'da 1959 yılında doğdu. 35 yıldır gazeteci ve edebiyatçı olarak yaşıyor. Çalıştığı yayınların bazıları sırasıyla Sabah, Güneş, Nokta, Milliyet, Akşam, Vatan, Birgün, Cumhuriyet oldu. Makale ve denemeleri Şehrin Surlarındalar (1992), Tam Yakalandığımız Yerden (2004), Ne Olmuş Yani? Korsan Yazılar (2005), Ben Onlardan Biriyim (2007), Diller Çehreler Barış (2010), Henüz Zaman Var (2013), Bakışın Ritmi (2020), söyleşileri Mahallede Herkes Kahramandır (2004) adlı kitaplarda toplandı. Evsiz Ülke Hikâyeleri (1989), Birbirimize (2009), Duygusal Anatomi (2015), Trajik Nüans (2016), Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı (2018), Arzunun Serbest Dolaşımı (2021) adlı altı öykü kitabı, Volkan'ın Romanı (2006), Çocuklar ve Canavarları (2012) adlı iki romanı yayımlandı.