YAZARLAR

Aynalı Pasaj... Trabant, yeniden arzu nesnesi olurken…

Şu sıralar Berlin caddelerinde modifiye edilmiş ve elektrik enerjisiyle çalışan Trabant’larla dolaşmak trend olmuş durumda. Trabant, bugün Almanya’da bir ikon. Bir estetik obje. Bir arzu nesnesi. Yani çok gösterenli ve çok çağrışımlı bir popüler kültür öğesi. Sadece turistik bir cazibe mi yayıyor kaldırımlarda ve yollardaki Trabant’lar, yoksa politik bir anlamı da var mı bu yeniden popülerleşmesinin?

Trabant, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DDR), 1958 yılında seri üretimine geçilmiş bir otomobil. ‘Seri üretim’ dedim ama, bugün birleşmiş Almanya’da ‘darboğaz ekonomisi’ (Mangelwirtschaft) deyip biraz küçümsenerek (tabii bu küçümsemeye sevecen bir nostalji de içselleşmiş olmalı) bahsedilen sosyalist ekonominin o dönemki ölçüsünde bir seri üretimdi bu tabii. (Bugünün tüketim ve atık toplumunu ve sebep olduğu doğa tahribatını beraber düşününce küçümsemekten çok reforme ederek gündeme getirmek gerekebilir bu darboğaz ekonomisini, ama yeni bir ad vererek tabii. Küçük ekonomi, mutevazı ekonomi, ölçülü ekonomi, ihtiyaç ekonomisi, temel ekonomi gibi...)

Klasik Trabant 

DDR’de bir Trabant otomobil sahibi olmak isteyenler için 12 ile 15 senelik bir bekleme süresi öngörülüyordu. Bir DDR vatandaşı, reşit olur olmaz başvuruda bulunuyordu ki, muhtemelen 30 yaşında bir otomobil sahibi olabilsin.

Trabant, bugün Almanya’da bir ikon durumunda. Bir estetik obje. Bir arzu nesnesi. Yani çok gösterenli ve çok çağrışımlı bir popüler kültür öğesi.

Gündelik hayat nesnelerinin göstergesel kültürel işlevleri bize bizi anlatır. Ve estetik, sosyolojik ve tarihsel açıdan hem doküman hem anıt işlevi görürler.

Nesnelerin tasarımlarında ve kullanımlarında beliren farklar ve benzerlikleri çözümleyerek bir topluma ve o toplumun belli bir dönemdeki durumuna dair önemli ampirik ve estetik veriler elde edilebilir.

Citroen

Roland Barthes’ın, 1957 yılında yayımladığı Mitolojiler adlı kitabında yer alan Citroen’in Yeni Modeli yazısını tavsiye ederim okumamış olanlara. Barthes, bu semiyoloji şaheseri yazısında bir otomobil üzerinden Fransız toplumunun birçok aktüel niteliğinin nasıl anlaşılabileceğini ortaya koyuyor.

Şu sıralar Berlin caddelerinde modifiye edilmiş ve elektrik enerjisiyle çalışan Trabant’larla dolaşmak trend olmuş durumda. Bu otomobillerin bazıları da turistlerin kiralayıp şehri dolaşması için kaldırımlarda hazır tutuluyor.

Trabant, neden Berlin’de bir arzu nesnesi oluyor yeniden?

Sadece turistik bir cazibe mi yayıyor kaldırımlarda ve yollardaki Trabant’lar, yoksa politik bir anlamı da var mı bu yeniden popülerleşmesinin?

Modifiye edilmiş Trabant

Neden olmasın? Neden politik sebepleri olmasın Trabant’ın günümüzdeki erotizminin?

En güçlü politik hareketler, gündelik hayat içinde erotize olanlardır. Böyle de bakılmalı… Bakılabilir…

Masterchef Türkiye’de tuhaf ama belki de hoş bir karşılaşma

Türkiye popüler kültüründe, ülkenin çoğul sosyolojisinin de etkisiyle son derece özgün kompleks yapılar kadar kitsch’in sınırına dayanmış, hatta bu sınırı da aşıp garip bir cazibe kazanmış eklektik estetik karşılaşmalar ve karışıklıklar da zuhur ediyor. Bu esnek ve rastgele, karışık yapılar bu ülkeye dair bir şeyler söylüyor olmalı. Türkiye popüler kültürü, gelişine vurmaya fazlasıyla el veren bir kültür müdür? Peki, bu bize, bu ülke toplumunun fertlerine dair ne söyler?

İki hafta önce Masterchef Türkiye’de iki gün arayla iki ilginç olay ve tuhaf bir karşılaşma oldu.

Her hafta haftalık yarışma turlarından biri bir başka şehir, bazen stüdyo dışında bir kurumda yapılıyor Masterchef’te. İki hafta önce çarşamba akşamı (13 Ekim) yarışma, Ankara’nın başkent oluşunun 99’uncu yıldönümü münasebetiyle Etimesgut Belediyesi’nin Türk Tarih Müzesi ve Parkı’nda yapıldı. Etimesgut Belediyesi, müze ve parkı “Ergenekon'dan Cumhuriyet'in ilanına kadar geçen sürede Türk dünyasında önemli işler başarmış olan tarihi kişiliklerin heykelleri yer alan, 60 bin metrekarelik bir alana yayılmış bir park ve 7 bin metrekarelik kapalı bir sergi salonu, 650 kişilik bir konferans salonu ve bir kütüphaneden oluşan bir kompleks” olarak tarif ediyor. Yarışmacıların o akşam yapması gereken mönü de Beşparmak çorbası (Kırgızistan), Kalecik çöreği (Türkiye), Özbek pilavı (Özbekistan), Lüle kebabı (Azerbaycan) ve Çak Çak tatlısından (Kazakistan) oluşuyordu. Fonda ise Türki devletler olarak tabir edilen ülkelerden birinden olması gereken bir kadın şarkıcının, Türkiye Türkçesi’ne uzaktan benzeyen bir Türkçe ile söylediği ve içeriği aktüel siyasi konjonktürle pek de bağdaşmayan pantürkist şarkısı çalınıyordu. Haliyle yarışma boyunca epey bir kültürel ve gastronomik milliyetçilik pompalandı ekranlara şeflerce de.

Murat Karahan, Kristine Opolais (solda), Master Chef  şef kadrosu (sağda) 

İki gün sonra yarışma tekrar İstanbul’daki stüdyosundayken ama bu defa yarışmacılar haftalık ödül için yarışacakken, bu defa da Mehmet şefin (Yalçınkaya) akşamın sürpriz konuğu olarak İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni, opera sanatçısı tenor Murat Karahan’ı sunacağı tuttu. Murat Karahan’ın da Mehmet şefi sarılıp öptükten sonra Letonyalı soprano Kristine Opolais’i sunacağı. Önce ünlü sopranodan bir arya, ardından Murat Karahan ve Kristine Opolais'den bir düet.

Bir yandan hoşuma gitti bu olanlar. Operaya hastayımdır zaten. Bir yandan da “ne âlâka?’ diye düşünmedim değil ama. Bu soru semiyolojinin alanına giriyor. Cevabı da…

Ben düşünürken, yarışmacı gençler yemek yapmayı bırakmış, coşkuyla alkışlıyorlardı iki sanatçıyı.

Yazar ve fizik

1824 yılında bugün, Frankfurt’ta Fizik Derneği (ya da Topluluğu) - Physikalischer Verein kuruldu. Varlığını günümüze kadar sürdüren Fizik Derneği, kentte hâlâ önemli bir bilimsel çalışma ve etkinlik odağı. Ve, şimdi sıkı durun; bu derneğin fikir babası edebiyat tarihinin en büyük yazarlarından Johann Wolfgang von Goethe.

Goethe

Goethe, şöyle yazmıştı: “Eğer, (Frankfurt’a) çalışkan bir fizikçiyi çekmek, bu fizikçinin de bir kimyacı ile bağlantı kurup, kimyacının sahası olmayan bazı fizik konularını içeren ya da bu konulara değinen alanlarda çalışmaları mümkün olsaydı, büyük bir şehrin önemli ve gizli gizli beslenen ihtiyaçlarına ve zaman ve gücün bazı dejenere edici kullanılışına soylu bir yön verilirdi.”

198 yıl önce söylemişti bunları Goethe.

Evet, bilim ve edebiyat birbirine çok yakışıyor.

Frankfurt’ta Fizik Derneği (ya da Topluluğu) Physikalischer Verein

Haftanın Müziği

Beethoven

Ludwig Van Beethoven’dan Egmont Uvertürü… Beethoven, Johann Wolfgang von Goethe’nin Egmont adlı oyunu için dokuz parçalık bir eser (Op. 84) bestelemiştir. Eserin en sevilen parçası ise bu uvertür olmuştur. Şef Leonard Bernstein yönetiminde Viyana Filarmoni Orkestrası çalıyor…  


Ahmet Tulgar Kimdir?

Ahmet Tulgar, İstanbul'da 1959 yılında doğdu. 35 yıldır gazeteci ve edebiyatçı olarak yaşıyor. Çalıştığı yayınların bazıları sırasıyla Sabah, Güneş, Nokta, Milliyet, Akşam, Vatan, Birgün, Cumhuriyet oldu. Makale ve denemeleri Şehrin Surlarındalar (1992), Tam Yakalandığımız Yerden (2004), Ne Olmuş Yani? Korsan Yazılar (2005), Ben Onlardan Biriyim (2007), Diller Çehreler Barış (2010), Henüz Zaman Var (2013), Bakışın Ritmi (2020), söyleşileri Mahallede Herkes Kahramandır (2004) adlı kitaplarda toplandı. Evsiz Ülke Hikâyeleri (1989), Birbirimize (2009), Duygusal Anatomi (2015), Trajik Nüans (2016), Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı (2018), Arzunun Serbest Dolaşımı (2021) adlı altı öykü kitabı, Volkan'ın Romanı (2006), Çocuklar ve Canavarları (2012) adlı iki romanı yayımlandı.