Yeniden bir ütopya: 'Barış'ı gezmek

TÜYAP 27'nci Art-İst - Ütopya sanat fuarı ile sergilerinin bende yarattığı ilk izlenim şuydu: Biçimde küçük, içerik ve niyette büyük sivil ve kültürel, sanatsal yapılar ile elbette yaratıcı zihin ve bireylerin, istendiği ve eylendiği takdirde Ütopya'yı tecrübe etmesi.

Evrim Altuğ evrimaltug@gmail.com

Salon 7 ve Salon 8'in içine kurulu Ütopya sergisi ve fuar, vakıflar ve dernekler ile, müze ve türlü sanat projelerinin iç içe geçtiği genç bir üretim ve sabrın olumlu enerjiyle yüklü yumağını üretmiş gibiydi. 4 ve 12 Kasım arasında yer alan Art-İst 2017, TÜYAP imzasıyla izleyici çekmeyi sürdürüyor da.

Ben de, T.C.İstanbul Kültür Üniversitesi, Almanya çıkışlı yerel kültür girişimi Landeshauptstadt München, KOSGEB ve Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye Şubesi (AİCA-TR) gibi yapıların katkısıyla düzenlenen bu yılki etkinliğin temasına kapılarak, Metrobüs'ün onlarca duraklık sabrının karşılığını, Ütopya'yı yaşamakla buldum. Gittiğim gün, fuarın Onur Ödülleri akşamına rastladı. Burada, 36'ncı Uluslararası Kitap Fuarı ile Sanat Fuarı'nın da önemli figürleri, eleştirmen, yazar, editör ve yayıncı Ali Artun (e-Skop kurucusu) ve Türkiye çağdaş sanatının güncel belleği Nur Koçak da, coşku ile alkışlandı.

Salon 8'den başlayarak gezmeye başladığım alanda Uluslararası Knidos Kültür Sanat Akademisi'nin biriminde eserlerini izlediğim figüratif, naif ve dışavurumcu ressam Hatice Aras'ın kadınlı erkekli keyifli, yer yer melankolik ve müzikalite barındırır duygusal kompozisyonları içimi ılıtırken, Hasan Mutlu'nun dağları katman katman yüzüme serdiği ilginç, berrak ve dengeli kare peyzajı önünde, dakikalar geçirmekten kendimi alamadım.

DIŞAVURUMCU ESERLER

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'nün sayısı yirmi civarındaki genç palet ve desenci ustalarına seğirttiğimde, Elif Akçay'ın emek yoğun, ama bir o denli özgür tuvalindeki samimi alt üst oluş manzarası, beni hem içsel, hem dışsal bir 'selfie' samimiyetiyle buluşturdu. Gizem Gürle'nin siyah beyaz, küçük ebatlı mimarî dokusu buna karşılık Türkiye ve Dünyada artık zorla alıştırıldığımız 'vadedilmiş mülkler'in tekinsizliğini ortaya koyarken, Nejat Erdi Korkmaz'ın kendi düşsel alanını olgunlukla dışavurduğu fantastik, teatral figüratif tuvali beni, aynı kurumun ustalarından Aydın Ayan'ın bıraktığı estetik mirasla selamlaştırdı.

Sema Balaban'ın Dünya ve Türkiye 'nü' birikimine demli, ebatça ufak, ama etkide engin bir çift göz kırptığı işlerinin bulunduğu bu alanda ayrıca, fotoğrafın sindirdiği resim duygusuyla Alper Şen'in yansıttığı modern genç kız ile köpeğinin kalabalık yalnızlığıyla hemhal oldum. Bunlar olurken, Mavi Kuzgun'un siyah, beyaz ve kahverengi kullanarak ürettiği soyut ve sağlam formlar da bir yanımdan tüm yetkinliğiyle çekiştiriyordu desem, yanlış kaçmaz. Yine, sempatik deneyselliğiyle İdil Sena Gezer'in 'Aç Kapa Gör' dediği davetkâr, etkileşimli çalışması da beni aynı manyetizmasıyla kendine çekmeyi bildi.

Bir diğer alanda, Gravürist'te, Beyza Boynudelik'in özgünbaskı gerçeküstü figüratif kompozisyonu, insanı alıp götürecek bir davetkârlık yansıtırken, Desen Halıçınarlı isimli sanatçının Gezi Parkı topografik - soyut görünümü üzerinden ürettiği yıldızlı işi de beni ayrıca çelen yapıtlar arasındaki yerini aldı.

Bunu, Bayburt Baksı Müzesi'nin ılık, yedi renk ve binbir biçimli Öğrenci Şenliği takip etti. 2013-2017 tarih aralıklı bu coşkun üretimlerin, ağabeyler, ablalarla kucak kucağa oluşları, gerçekten de Ütopya'nın şimdi ve burada olabileceğine çok samimi birer delilden başka birşey değil gibiydi.

Yine, Darüşşafaka Eğitim Kurumları'nın gündeme getirdiği genç bir yıldız, Defne Hadiş'in portreleri ve özellikle Sabahattin Âli yorumu, kurumun kültür ve sanata ne kadar duyarlıkla yaklaşıp, ne yetenekleri bize kazandırabileceğini gösteriyordu. Öte yanda izlediğim Adalet Binnur imzalı 'üç boyutlu devasa fırça formları'da benim için fuarın ilginç sürprizlerinden biri oldu. Aynı olgunluk ve üretim açlığı, başak tarlalarını yorumlayan Ayşe Ekici için de geçerliydi.

GÖKKAYA'DAN KENT VE TOPLUM...

Seçil Yaylalı

Evren Karael Gökkaya'nın Grup Gode alanında sergilediği kent ve toplum konulu resimlerini de not ettiğim etkinlikte, sanatçının en çok bir baykuş hayalini yıkık kentin bitkin gündüzünde salındırdığı eseri, içime kondu. Absürtlüğü ilginç bir doğrudanlıkla resmine dil edinen Öner Kâmil Gökkaya'nın çiftlik hayvanları ve bariyerlerle betimlediği 'Olay Mahalli'nden uzaklaşırken, bunu Joel Menekşe'nin bir maymunu adeta insan alegorisiyle yorumladığı isimsiz resmi takip etti.

Yine, Random Art Project'teki Buse Kökçü imzalı grotesk figür ve iç mekân kompozisyonları da bu alandaki haklı yerini alırken, Kısa Kenar sanat inisiyatifinin alanında eski mezar taşlarını objektifine sığdıran Mahir Can'ın 'Thanatos' başlıklı çalışmaları gönlüme çarptı. Şöyle diyordu Can, eserine refakat eden metinde: "Ölmüş olanın mezar taşı burada, ölü nerede? Bellekte kalan izler taşın üzerinde belirsiz bir süre kendi bilgisini göstermeye devam eder. Ta ki, izler silinene kadar. Ölüm, ölmüş olanı kendi ütopyasına davet eder. Ölümün mekânı nerede?"

Katastrof başlıklı sanatçı grubunda Hayri Ağan'ın endüstriyel yapıları incelikli bir işçilikle betimlediği yapıtlarının yer aldığı fuar alanında ayrıca, Gezi ruhu yine Berbat Endüstri başlıklı bölüm kapsamında Batuhan Fuat Yüce imzasıyla üretilmiş, 'Diren Holigan' isimli bronz ve doğal dere taşından, 2016 tarihli yapıtta karşıma çıktı. Zeynep Kayserilioğlu'nun içten kedi desenleriyle değerlenen bu zaman diliminde, Ömer Eken'in gerçeküstücü bir yaklaşımla, neredeyse empatik bir feminist ruhla ürettiği, göz ve el işçiliğiyle kendini olduğu gibi gösteren çırılçıplak eserine bakmamak ise neredeyse bir kabahatti.

Artı Boyut isimli alanda Ayten Akbayram'ın düşünce ve ifade özgürlüğüne selam durduğu 'Art Niyet'li heykellerinin bulunduğu Art-İst fuarında bunu takiben Nilgün Çakmak'ın tarihi fotografik kareleri heykellerle sentezlediği serisi de not defterimdeki yerini aldı. Bunlar olurken, İpek Yeğinsü Dönence adlı yerleştirmesinde ABD Başkanı Donald J.Trump'ı çoktan bir beşiğe kondurmuştu.

Bu koşullar altında fuar, Andre Karge ile Gökçen Dilek Acay'ın 'Mekanik Saç Heykeli' etkinliğe deneyselliği ve hayale kucak açan 'canlı' olasılıklarıyla zenginlik katarken, sergi koordinatörleri Ezgi Bakçay ile Eda Yiğit'in büyük emeğini taşıyan, ancak daha da derinlerinde nice kolektif, inisiyatif ve sanatçı ile akademisyenin birbiriyle sarmaş dolaş, alabildiğine estetik ve eleştirel olmaya niyetlendiği Ütopya sergisi çoktan mekânda kendisini göstermeye başlamıştı bile.

ALT TEMALAR VE İÇERİKLER...

Alanın sarmal ve ucu açık iç mimarîsi refakatinde gezdiğim sergiler, sayısı 10'un üzerinde alt tema ve içeriği kapsıyordu. Bunlar arasında gelen 'Ne pas ceder sur son desir!' (Arzusunu vermeyin!) isimli sergide izlediğim Sercan Apaydın imzalı yalın 'manzara'lar, Harun Antakyalı'nın adeta sokaktan kopup getirilmiş isyankâr ve/ya hükümlü bir kırmızı X sembolü, ya da AİCA TR Başkanı, akademisyen Fırat Arapoğlu küratörlüğündeki bir diğer sergi alanında 'Hayal Kurabileceğiniz Tek Yer'de izlediğim Krassimir Terziev imzalı 'Ay Cenneti' adlı kışkırtıcı duvar görseli, hep, bir araya gelen ütopyaların ürettiği siyasal ve kavramsal uğultunun dönüştürücü enerjisine katkı yapar gibiydi.

Öte yanda Rafet Arslan, Emre Zeytinoğlu ve Çağrı Saray, İnsel İnal imzalı 'Sıkışmış Ütopyalar' adlı yerleştirme ile, Dünya sanat gündeminin kabahatlerini, Türkiye ana akım medyası adına hiç alışkın olmadığımız bir hararetle birbirlerine aktarırken, Yusuf Murat Şen ise İstanbul'un 18'nci yüzyılından bu güne ulaşan birkaç fotoğraf stüdyosundaki suretleri, bizim hakikatimizle üst üste bindirerek, önemli bir yüzleşmeye, negatifiyle, pozitifiyle, belgesiyle, çağrışımı ile mekân hazırlıyordu. Yine aynı alanda sanatçı Mustafa Avcı, her bir kulağa ayrı bir Deniz Kabuğu emanet etmiş, John Cage'in 'Yaptığınız Her Şey Müziktir' ifadesi refakatinde, Kü(ğ)topya adlı bu eseri ile, bizi kendi iç ve dış evrenimizle baş başa bırakıyordu.

Sümer Sayın

SESSEL ÜTOPYALAR...

Diğer cenahta, Evrim Hikmet Öğüt küratörlüğündeki Sessel Ütopyalar adlı birimde ise, Ali Miharbi teknik ve nostaljiyi buluşturmuş, fısıltı biriktiren ve paylaşan Gramofon 'gül'lerini bizlerle tanıştırıyordu. Küratör Begüm Özden Fırat'ın imzaladığı 'Felaket ve Rüya Âlemi' isimli bölümde ise, Cevahir Buğu tarihin ütopyası ve bunun kalıntılarıyla bizi yüzleştirirken, Bulgaristan'daki eski Buzluca Anıtı'nın hikâyesini statik ve dinamik - belgesel imgeleriyle aktarıyordu. Altı bin işçi, 20 sanatçı ve 15 milyon Dolar (25 milyon Leva) harcanarak yedi yılda tamamlanan anıt, Bulgaristan'ın en büyük Komünist anıtı olarak da biliniyordu. Fırat'ın aktardığına göre, Glasnost ve Perestroyka'nın - Küreselleşme tazyiğiyle - getirdiği siyasal ve kültürel erozyonla beraber, anıt bugün bir zirvede terk edilmiş bir UFO'dan farksızdı. Sanatçıya göre bu kalıntı bugün, bir UFO kadar gerçek ve bir o denli de ütopikti.

Beri yanda, Versus Art Project imzalı Kentsel Ütopyalar adlı bölümde ise, Serkan Taycan ise bizi, Taksim Meydanı ve İstanbul Şişli'deki devasa bir AVM üzerinden, yerleştirmeye dönüştürdüğü kendi fotografik 'Agora' sunumuyla baş başa bırakıyordu. Devasa haşerelerin, engellenmiş, belki de esaretteki kurak bir çehreyle gölgelendiği bu alanın ardında ise bizi Mahmut Wenda Koyuncu'nun küratörlüğünde düzenlenen Şimdi ve Burada sergisi beklemekteydi. Bu sergide ikinci boyuttan üçüncü boyuta gittikçe yabancılaşır bir efektle taşan Akif Selçukluoğlu yerleştirmesi hatırda kalırken, Özge Topçu, 'Natürmort'uyla Dünya kültür haritasına ağırlığını koyan Frank Lloyd Wright imzalı Guggenheim Müzesi, Oscar Niemeyer'in TV binası veya Bulgaristan Komünist Parti Organizasyon Merkezi gibi yapılarını, bildiğimiz gündelik kullanım nesnelerine, şamdan, şekerlik, peçetelik ve meyve tabağı biçimleriyle, tüm kuşkuculuğu ile bürümüş, önümüze koymuştu.

Tüm albenisiyle çok sayıda 'kız oyuncağı'nın yansıttığı ürkütücü bir 'yalanı' 'Bir Yokmuş Bir Yokmuş' diyerek bizimle paylaşan Nurcan Gündoğan'ın yer aldığı sergide ayrıca, Ramize Erer'in de psikolojik derinliği inanılmaz seviyedeki, her biri öykü yoğunluğundaki portreleri bizimle birlikteydi. Sergide ayrıca, halen tutuklu bulunan Fatoş İrwen'de, bir hapishaneyi yansıttığı '5 No'lu soyut bir kompozisyonuyla hazır bulunuyordu ki, kendisi onuruna hazırlanan fuar kimliği, bu esere duygusal ve düşünsel bir can simidi gibi, önümüzde duruyordu.

Ütopya sergisinin en derin noktalarından bir tanesi ise, usta yazar, akademisyen Zeynep Sayın ile, Karşı Sanat Çalışmaları'ndan aşina olduğumuz Feyyaz Yaman'dan geldi. 'Bedreddin'i Anlamak' üzerine türlü karşılaştırmalı ve ibretlik, biyografik ve arşivsel imge ile metinleri derleyen ikili, 'Bir Sergiye Doğru' kurdukları bu projenin odak noktasına ise, Şeyh Bedreddin'in İstanbul Cağaloğlu'ndaki II'nci Mahmud Türbesi'ndeki sade mezarının bir temsilini, soyut, geçirgen bir gökkubbe eşliğiyle kondurmuşlardı. Yonca Karayağız'ın Nâzım Hikmet tuvalinin de refakat ettiği bu sergi, dönemin toplumsal ve siyasal durumundan, Şeyh Bedreddin'in düşünce dünyasına ve yaşananlara uzanan bir entelektüel verimlilikle doluydu.

Netice değil de, üç nokta yerine; Sümer Sayın'dan Seçil Yaylalı'ya, Çağrı Saray'dan Vahit Tuna'ya, Selin Özçelik'ten Nagehân Kuralı'ya, Şefik Özcan'dan Remzi Sever ile Hakan Gürsoytrak'a, Alev Özkan'dan Şahin Domin'den Tuna Uysal'a, Volkan Kızıltunç'tan Fulya Çetin ve Ece Eldek'e, bir çok sanatçı, emekçi ve aydından kamuya armağan olunmuş, adeta görsel, kavramsal ve kültürel bir miting alanı, içten bir Gezi uğultusu, Beylikdüzü TÜYAP fuar alanındaki.

Belki bu sebeple, kimini çoktan anmış olmakla birlikte, eşitlik ve çokseslilik ilkesi adına, Ütopya sergisinde yer alan küratörler ve katılımcı kurumları, yeri gelmişken tekrar tekrar anmak, büyük fayda içeriyor: Alan İstanbul, Atelier Muse, Bahçe Grubu, Barış Seyitvan, Begüm Özden Fırat, Pınar Derin Gençer / İstanbul Performance Art, Ekmel Ertan (Amber Platform), e-Skop, Evrim Hikmet Öğüt, Ezgi Bakçay - Eda Yiğit, Fırat Arapoğlu, Galeri Bu, Galeri D’Art, Kadıköy Tüketim Kooperatifi, Karşı Sanat Çalışmaları, Mahmut Wenda Koyuncu, Melih Özuysal, MerkezkaÇ Sanat Kolektifi, Mixer, Noks, Rafet Arslan, Rhythm Section, Robonima, Selanik Çağdaş Sanat Müzesi ve Selanik Bienali, Sezgin Boynik, Taner Güven, Taşeron Sanat İnisiyatifi, Versus Art Project, Zeynep Sayın - Feyyaz Yaman ve Selanik Çağdaş Sanat Müzesi ile, 6'ncı Selanik Bienali.

Serkan Taycan

Yine yeri gelmişken, sergi kadrosunun hazırladığı kavramsal çerçeve metni de, cımbızlık ifadelerle yüklü: 'Lidersiz, hayalperest ve çatışmalı bir duyusal kamusal alan' üretmeye gönüllü Ütopya için hazırlanan metne şöyle bir daha bakalım isterseniz:

ÜTOPYALAR NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Ütopyalar üretmenin koşulları ne zaman ve nasıl ortadan kalktı? Yaşanan büyük hayal kırıklıkları düşünüldüğünde, ütopyalar çağının kapanışı beklenmedik değil. Belki de asıl tartışma yorgunluk ve yılgınlık değil, Soğuk Savaş döneminden itibaren ütopya korkusu, kaygısı ve hatta karşıtlığının ideolojik olarak beslendiği gerçeğidir. Her tür kılavuz ilkenin, hedeflerin ve tasarıların zamanın belirlenmemişliğini ve açıklığını baştan sömürgeleştirdiğini iddia eden, faşizmin ve sosyalizmin estetiğini aynı kefeye koyan, ütopyacı düşünceyi ezici bir gerçeklik tasarısına indirgeyen bir tavır, kültür alanında gücünü koruyor. Ütopyaları da, Tarihsel Avangard’la birlikte, zorla modernleştirme projesi, planlı, teolojik bir gelecek vaadi olduğu gerekçesiyle mahkum ediliyor.

Çağın yüzü karardıkça şu soru giderek daha da önemli hale geliyor: Gündelik hayatı yeniden inşa etme arzusunu, ideolojik araçsal tahakkümden kurtaracak ütopik bir düşünce biçimi hala savunulamaz mı? Ütopya toplumsal hayatın alternatif biçimlerini tartışma anlamıyla yeniden sahiplenilemez mi?

Ütopya literatürü, bugünü feda etmeden ve bugüne tutsak olmadan henüz oluşmamış bir geleceğin muştulanmasına imkan tanıyan zengin bir kaynak olarak yeniden keşfedilmeyi bekliyor. El Lissitzsky 1920 yılında şöyle söylüyordu: “Bizim için Süprematizm tamamlanmış evrensel bir sistemin mutlak biçiminin tanınmasının göstergesi değildir. Tam tersine tüm saflığıyla yeni, belirgin, hiç tecrübe edilmemiş bir dünya planının göstergesidir –iç dünyamızı sorgulayan ve henüz oluşumunun ilk evresindeki bir Dünya."

Bu noktada, fuara 'Zamanın İskânı' başlıklı sergiyle dahil olan ve ayrıca Ütopik Kesişim isimli proje ile alana katılan MerkezkaÇ Sanat Kolektifi'nde yer alan, bununla birlikte Berlin ASA (Otonom Alan Ajansı) bünyesinde koordinatörlük yapan küratör Barış Seyitvan'ın sözlerine, bilhassa kulak vermek gerekiyor:

"Zamanın İskânı sergisinde, Norveç, Londra, İran gibi kentlerde yaşayan sanatçılar, bu sergide hem yerleştirmeleri, hem de videolarıyla yer aldılar. Buraya gelemeyen sanatçı arkadaşlarımızın çoğu diasporada bulunup, bulundukları yerlerden çıkamayan isimler. Özellikle son zamanlarda büyük sürgünler yaşanırken bizler yer değiştirme, yersizleştirme üzerine odaklandık.

Aynı zamanda burada, Diyarbakır'da oluşturduğumuz MerkezkaÇ inisiyatifimizdeki yedi arkadaşımıza destek veren genç ekibimiz de bulunuyor. Diyarbakır'da son dönemde özellikle sanat kurumları kayyumlarla birlikte kapatıldı. Özellikle tiyatro ve konservatuvarlar kapatılırken, ben de bugün işinden olmuş bir sanatçı olarak burada yer aldım. Mümkün olduğu kadar, bölgedeki sanatsal faaliyetlerin canlandırılması için çaba sarfediyoruz.

Çünkü tamamiyle, orada bugün iktidarın kendi elinde bulundurduğu bir yapı ve binalar var; biz de buna çare bulmaya çalışıyoruz. Son bir iki yılda bölgede yaşanan sorunlar ve çatışmalar, bizim MerkezkaÇ inisiyatifini oluşturmamıza neden oldu. Sanatçılar olarak bir araya gelip takvim ve arşiv oluşturmaya giriştik. Çalışmalarımız Diyarbakır'daki sanatçı konuşmalarıyla başladı ve bugün bu sürece dahil sanatçılarla birlikte buradayız. Biz, bölgede yaşanan savaşın dışında üretimimizi sürdürmeye çalışıyoruz.

İki yıl öncesine kadar bir Barış ütopyasından, yeniden yaşamdan söz ederken, şu anda biz bundan söz edemiyoruz. Barış bugün bizim için yeniden bir ütopya oldu artık. Az önceki fuar konuşmamda da dediğim gibi, bizler sanat galerilerini, ihtiyaç sahibi insanların yaşam alanı olarak gördük ve görüyoruz.

Bölgede IŞİD'in saldırısı veya Şengal'e olan saldırı gibi, yaşanan bu savaş, bize yaşamak zorunda olduğumuzu gösterdi ve varolan sanat mekânlarını, misafirlerimize birer yaşam mekânı olarak gördük. Buraya azimli olarak geldik, yine azimle döneceğiz. Buradaki arkadaşlarımızla, İstanbul'daki halkla beraber ortak üretimlerimizi yapmış olarak, mutlu olarak buradan ayrılacağız."

Ütopyayı, 'yarın uğruna', önkoşulsuz barış, medeniyet, çoksesli özgür diyalog ve insanlık adına keşfetmek için, son gün 12 Kasım.

Tüm yazılarını göster