AKP iktidarından AKP’nin iktidarına: Başlangıç
Erdoğan, 16 Mayıs 2003 tarihinde Antalya Tekirova’da başlayan parti kampında görüşlerini tekrarladı: “Hiçbir parti ile ideolojik bağımız yoktur. Bu böyle bilinsin. İçimizde geçmişteki bazı siyasî partilerle bağlı olanlar olabilir. Ama artık biz o elbiseyi dışarıda bıraktık. Kendimizi DP’nin devamı sayıyoruz. Yetmiş milyonu kucaklamak istiyoruz.”
Kapitalist dünya-ekonomi, bu yapı içerisindeki dinamik (eşitsiz) ilişkiler ağının -jeopolitiğin- ve bu yapının küresel ideolojisindeki dönüşümün 2000’lerdeki izdüşümleri izlenmeden, tartışılmadan Türkiye’nin 2000’li yılları, Adalet ve Kalkınma Partili (AKP) yılları tartışılabilir mi? Bomboş bir beyaz kâğıt üzerine çizilmiş tek (başına ve boşluktaki) bir çiçek ne kadar bir “nature morte” tabloysa, küresel kapitalizmin 2000’li yılları içinde kompoze edilmemiş AKP tartışması da o kadar bir (sosyal bilimsel) “analiz” olabilir. Allah’tan, ben değil ama Duvar komşularım bunu hakkıyla yapacaklardır -ki zaten bu iş bölümünde bana AKP’yi Türkiye tarihi içinde bir yerlere yerleştirmek düştü.
Pierre Bourdieu’nun[1] söylediği türden bir neoliberalizm; yani bir “…davranış normu olarak umutsuzluğu tesis eden bir tür ahlaki Darwinizmin dayatılması” anlamında, “…piyasa mantığını engelleyen kolektif yapıları yok eden bir program” anlamında (neo) liberalizm 24 Ocak 1980 Programı ile Türkiye’de kök salmaya başlamıştı. 1980'de yürürlüğe giren program, sadece IMF ile yapılan bir anlaşma değil, IMF Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) gibi uluslararası örgütlerin, hatta AB ve ABD'nin de farklı boyutlarda dâhil oldukları bir ekonomik paketti: Teknik içeriği OECD'nin katkılarıyla Dünya Bankası tarafından belirlenen çalışmalar, IMF tarafından malî yaptırımlara bağlanarak güvence altına alınarak uygulamaya konuluyordu.[2]
Günümüz çağdaş kapitalizminin -Pierre Dardot, ve Christian Lava’nın[3] ifadeleriyle- küresel ve egemen aklı olan bu neoliberal politikalar Arjantin, Venezüella ve Meksika gibi Amerika; Kore, Singapur, Hong Kong, Tayvan, Tayland, Endonezya ve Filipinler gibi Güneydoğu Asya ve Türkiye gibi Ortadoğu ülkelerinde yeni krizlere yol açtı. Bu ülkelerde egemen küresel aklın -neoliberalizmin- izlediği politikaların yol açtığı krizleri tetikleyen faktörler, ülkelerin bu krizlere verdiği tepkiler farklılıklar kadar benzerlikler de taşımaktaydılar. Örneğin Türkiye’nin 2001’de yakalandığı finansal kriz yine IMF denetiminde ve yine egemen neoliberal aklın emir komutası altında atlatılmaya çalışıldı. Tam da Ecevit (57.) Hükümeti’nin iktidarda olduğu DSP-MHP-ANAP koalisyonu dönemiydi ve neoliberal aklın o hükümet içindeki maslahatgüzarı da 57. Hükümet’e bağımsız olarak dâhil olan ve 2 Mart 2001-10 Ağustos 2002 arasında görev yapan Kemal Derviş’ti. Derviş Ağustos ortasında görevinden istifa edecek, ama işgüderliğini üstlendiği egemen aklın krizden çıkış politikaları 58. Hükümet tarafından uygulanmaya devam edecekti.
MİLLİ GÖRÜŞ’TEN MUHAFAZAKÂR DEMOKRASİYE
Refah Partisi’nin kapatılmasından sonra kurulan Fazilet Partisi hakkında 1999 Mayıs’ında kapatma davası açılmış, Anayasa Mahkemesi 22 Haziran 2001 tarihinde Fazilet Partisi’nin (FP) kapatılmasına karar vermiş[4], bu süreçte Millî Nizam Partisi (MNP)- FP geleneği içerisinde ortaya çıkan tartışmaların ardından yaşanan bölünme ile birlikte -Temmuz 2001’de- Saadet Partisi (SP) kurulmuş, SP’den yaklaşık bir ay sonra da 14 Ağustos’ta AKP kurulmuştu.
Henüz daha kuruluş aşamasında, 19-21 Mayıs 2001 yılında Abant’ta yapılan toplantıda partisini kamuoyuna tanıtan Erdoğan; “Parti çalışmalarımızda din referansımız olmayacak. Din ile bir kavgamız yok. FP tabanına ve oylarına talip değilim. Bizim hedef kitlemiz Fazilet tabanı olmayacaktır. Ancak her ne kadar bizler Fazilet’in mirası üzerine oturmuyorsak da Hoca’dan son kez görüş alınmalıdır. Biz diğer partilerin tabanına talibiz.”[5] diyordu. Erdoğan, 16 Mayıs 2003 tarihinde Antalya Tekirova’da başlayan parti kampında da benzer ifadelerle görüşlerini tekrarladı: “Hiçbir parti ile ideolojik bağımız yoktur. Bu böyle bilinsin. İçimizde geçmişteki bazı siyasî partilerle bağlı olanlar olabilir. Ama artık biz o elbiseyi dışarıda bıraktık. Kendimizi DP’nin devamı sayıyoruz. Yetmiş milyonu kucaklamak istiyoruz.” (Cumhuriyet, 17.05.2003 s.1).
AKP, kuruluşundan yaklaşık 15 ay sonra 18 Kasım 2002’de göreve başlayacak olan 58. Hükümet’i kuracak ve Türkiye’nin Dördüncü Merkez Sağ iktidarı olarak tarihe geçecektir. 1950-60 arasında iktidarda olan ilk merkez sağ -Demokrat Parti- iktidarı 27 Mayıs Darbesi tarafından alaşağı edilmiş, 27 Mayıs ile başlayan bu Birinci Askeri İdare Dönemi’ni, Osmanlı Türkiye siyasi hayatının ilk koalisyonlar dönemi takip etmişti. Cumhuriyet döneminin İkinci Merkez Sağ İktidarı da bu koalisyonlar döneminden sonra göreve başlayacak; 1965 seçimlerinden galibiyetle çıkan Adalet Partisi (AP) 27 Ekim 1965’te 30. Hükümeti kuracaktır.
AP, 1971’deki yeni bir darbeye kadar iktidarda kalabilecekti. AP’yi iktidardan indirerek İkinci Merkez Sağ Dönemi’ne son veren 12 Mart Muhtırası, yeni bir koalisyon dönemi ile sona erecek Türkiye, Ecevit’in CHP’si ve Erbakan’ın Milli Selamet Partileri arasındaki koalisyon hükümeti ile ikinci defa koalisyonları test edecektir. İkinci Koalisyonlar Dönemi yeni bir darbeyle bitecek, Türkiye, 12 Eylül Darbesi ve darbeden aylar önce kabul edilen 24 Ocak Kararları ile birlikte hem yeni bir askeri hem de yeni bir iktisadi döneme “merhaba” diyecektir. Nitekim 13 Aralık 1983’te hükümetini kuracak olan Anavatan Partisi ile Türkiye’nin Üçüncü Merkez Sağ Dönemi de başlamış olacaktır. Bu dönem 1991 Seçimleri sonrasında 21 Kasım’da göreve gelecek olan DYP-SHP koalisyonuna -49. Hükümet- kadar da görevde kalacaktır.
AKP dönemi işte tam da bu koalisyonlar döneminin ardından göreve gelecektir. Ecevit’in (57.) Hükümeti 1991’de başlayan Üçüncü Koalisyonlar Dönemi’nin son, Gül (58.) Hükümeti ’de Dördüncü Merkez Sağ Dönemi’nin ilk hükümeti olurlar. Koalisyon (57.) Hükümeti’nden Gül (58.) Hükümeti’ne geçiş hem 2001 ekonomik krizinin hem de 90’lar boyunca merkez sağda devam eden temsiliyet krizlerinin yol açtıkları bir dönüşümün bakiyesi gibidir.
Hem merkez sağ partiler ANAP ve DYP arasında, yüce divanlara, gensorulara varan çekişme ve rekabet, yolsuzluk dosyaları, Susurluk kazaları… hem de yükselen Kürt muhalefeti ve bu toplumsal muhalefet ile baş etmek için gündeme taşınan yargısız infazlar, köy boşaltmalar, kontrgerillalar, operasyonlar, siyasi suikastlar… merkez sağ partilerin kitle ile kurdukları temsiliyet ilişkisini zedelemeye başladığı gibi onun meşruiyetini de tartışmalı hale getirdi. 1990’lı yıllara koalisyon dönemleri ve kısa ömürlü hükümetler ve ekonomik krizler damgasını vurdu. Nitekim Yıldızoğlu’nun da altını çizdiği gibi, 1990’lar, “12 Eylül darbesi ve Özal restorasyonundan miras kalan tüm temsil ilişkileri matrisi (siyasî partiler, kadrolar, ideolojiler) büyük bir gürültüyle çökmeye başlayan neoliberal ekonominin altında kaldılar. Bu durum, 12 Eylül ve Özal restorasyonunun tükendiğini gösteriyordu.”
DÜNYA BANKASI 1993-2004 RAPORU
Merkez sağın bu durumuna Dünya Bankası raporlarında da yer verilir. Dünya Bankası’nın, 1 Temmuz 1993 ile 30 Haziran 2004 tarihleri arasında Türkiye’ye yapmış olduğu yardımın sonuçlarını değerlendirmek amacıyla hazırlamış olduğu Türkiye’de Dünya Bankası, 1993-2004 Ülke Yardım Değerlendirmesi (2005)[6] başlıklı raporda, Türkiye ekonomisinin 1980’den 2004’e bir resmi çekilmektedir:
1980’lerin başlarında Başbakan Turgut Özal… Türk ekonomisini liberalleştirmeye çalıştı… 1980’lerin sonlarında ekonomi yavaşlamaya başladı. Kamu kesimi önemli bir rant ve siyasal vesayet kaynağı olduğundan malî disiplini gerçekleştirmenin zor olduğu ve büyümeyi sürdürmek için ikinci nesil reformlar gerekli olduğu ortaya çıktı. Hükümet devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesini sürdürmedi ve toplam açığı azaltamadı…1993 yılında Özal’ın ölümünden sonra, Başbakan Demirel Cumhurbaşkanı oldu ve Tansu Çiller… göreve başladı. Bu, bakanların ve üst düzey kamu görevlilerin sık sık değiştiği bir istikrarsız koalisyon hükümetleri dönemiydi. 1994 yılında, uzun süredir beklenen malî kriz sonunda patlak verdi. Kriz sırasında Hükümet hem Uluslararası Para Fonu hem de Dünya Bankası’ndan destek istedi. Ancak, ekonomi sanıldığından daha dayanıklı olduğunu gösterdi; esnek döviz kuru önemli ölçüde bir reel devalüasyona imkân verdi ve iç borç seviyeleri düşük olduğundan hükümet harcama yaparak krizden çıkabildi. Ekonomi düzelince, hükümet politik olarak hassas önlemler alma konusundaki ilgisini kaybetti ve ne Fon programına ne de Banka uyarlama kredisine devam etmedi. …[G]üçsüz bir koalisyon hükümeti, önemli iç güvenlik sorunları, geniş ölçüde kabul edilmiş yapısal dengesizlikler ve üç haneli rakamlara ulaşan enflasyon olan bir ülkede tuhaf görünebilir, ama bunun birkaç sebebi vardı. Birinci olarak, daha zengin ekonomilerdeki yüksek büyüme oranları ihracat ve Türk işçilerine olan talebi hızla yükseltti. İkinci olarak, eski Sovyetler Birliği ile “bavul ticareti”… Üçüncü olarak, 1880’lerdeki turizm yatırımları 1990’larda bu sektördeki kazançlarda çok büyük bir artış getirdi… 1998’de… Türk ekonomisi yavaşlamaya ve tekrar kriz beklenmeye başladı. Bir önlem olarak… (IMF) tarafından izlenen bir program uygulamaya konuldu. 1999 baharında, yeniden seçilen Hükümet bir istikrar programına ilişkin görüşmeleri başlatmak için Fon’a başvurdu. 1 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe konulan programın başlıca özelliği önceden ilan edilen yönlendirilmiş sabit değer eşitliği ve malî açığın kapatılmasıydı… Kısa vadeli etkiler olumlu oldu ve 2000 yılında yeni bir hızlı canlanma gerçekleşti… 2000 yılındaki ekonomik canlanma kısa ömürlüydü. Başlangıçta, kendi başarısının kurbanı oldu. Nominal faiz hadleri yıllardır Türkiye’de görülmemiş düzeylere düştü… Koalisyon ortakları arasındaki konsensüsü görünürdeki bir canlanma döneminde sürdürmek zordu ve Hükümet piyasaların programa güvenmesini sağlayabilecek diğer malî tedbirleri çok fazla erteledi. 2000 sonlarında, özel bir ticari banka ciddi likidite sorunları yaşadı ve yabancı alacaklılar ödenmemiş borçlarını istemeye karar verdiler. Daha sonra, Şubat 2001’de, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki bir tartışmanın kamuoyuna yansıması piyasaları sarstı ve yönlendirilmiş sabit parite uygulanamaz oldu… Mart 2001’de, dalgalı kur haddi, bankacılık sisteminin yeniden sermayelendirilmesi ve özelleştirilmenin sürdürülmesini de içeren önemli bir istikrar ve yapısal reform programı başlatıldı. Bu, o tarihe kadar en kapsamlı destek programı olan, 16.2 milyar $ tutarında bir IMF programı ile desteklendi. Bu paket ekonomiyi istikrara kavuşturdu, 2002-2004 döneminde canlanma ve hızlı büyüme gerçekleşti ve enflasyon 2004 yılı sonuna doğru tek haneli rakamlara indi. 2002 sonbaharında seçilen yeni hükümet reform paketinin kilit öğelerini devam ettirdi ve Aralık 2004’te kritik bir dönüm noktası olarak, AB üyeliği için müzakerelerin başlatılması konusunda anlaşmaya varıldı. (s. 1-3)
Türkiye’nin bu son merkez sağ iktidarı Haziran 2015’te son bulmaya başlayacak, 20 Şubat 2018’e Cumhur İttifakı’nın kurulmasıyla birlikte Dördüncü Koalisyon Dönemi’nin hiç değilse adı konmuş olacaktır.
Yarın: Cumhur İttifakı nasıl kuruldu?
[1] BOURDİEU, Pierre (2009), “Sınırsız Sömürü Ütopyası Neoliberal İktisadın Marksist Eleştirisi, (Der.: Gülsüm Akalın- Uğur Selçuk Akalın) Neoliberal İktisadın Marksist Eleştirisi, İstanbul: Kalkedon Yayınları. S. 29.
[2] GÜLER, Birgül Ayman. (2003), İkinci Dalga Siyasal ve Yönetsel Liberalizasyon Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Ankara:Türkiye Yol-İş Sendikası Yayınları. GÜLER, Birgül Ayman. (2003), İkinci Dalga Siyasal ve Yönetsel Liberalizasyon Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Ankara: Türkiye Yol-İş Sendikası Yayınları. s.10.
[3] DARDOT, Pierre & Christian LAVAL. (2012), Dünyanın Yeni Aklı: Neoliberal Toplum Üzerine Deneme, (Çev. Işık Ergüden, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s.1
[4] Parti hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 07.05.1999 Tarih, SP.95 Hz. 1999/116 Sayılı İddianamesi ile “Anayasa’nın 2. 24. 68. 69. ve 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 78. 86. ve 87. Maddeleri uyarınca kapatılması istemiyle” dava açılmış, Anayasa Mahkemesinde görülen dava sonucunda partinin 22.06.2001 (Esas: 1999/2, Karar: 2001/2 Sayılı karar ile) tarihinde kapatılmasına karar verilmiştir. Bkz. KAYNAR, Mete Kaan (Der.). (2007), Cumhuriyet Dönem Siyasi Partileri, 1923-2006, Ankara: imge Yayınları, s. 317-318.
[5] ÇAKIR, Ruşen- Fehmi ÇALMUK.(2001), Recep Tayyip Erdoğan-Bir Dönüşümün Öyküsü, İstanbul: Metis Yayınları. S, 188-189.
[6] THOMAS, Vinod- R. Kyle PETERS- Basil KAVALSKY. (2005), Türkiye’de Dünya Bankası,1993-2004 Ülke Yardım Değerlendirmesi. Türkiye Ekonomisi ile ilgili olarak benzer değerlendirmeler için Bkz.: International Monetary Fund November 2005 IMF Country Report No. 05/412Turkey, Request for Stand-By Arrangement and Extension of Repurchase Expectations—Staff Report, Staff Supplements, Press Release on the Executive Board Discussion and Statement by the Executive Director for Turkey. International Monetary Fund November 2001 IMF Country Report No. 01/89Turkey, “Turkey: Sixth and Seventh Reveiws Under The Stand-By Arragement; Staff Supplement, And Press Release on The Ececutuve Board Disscussion. International Monetary Fund August 2008 IMF Country Report No. 08/272,Turkey: Seventh Review and Inflation Consultation Under the Stand-By Arrangement and Request for Waiver of Nonobservance of Performance Criteria—Staff Report; Staff Supplement; Press Release on the Executive Board Discussion; and Statement by the Executive Director for Turkey.
Mete Kaan Kaynar Kimdir?
1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.
La historia me absolvera: 'Tarihe not düşmek için geldim' 25 Kasım 2024
Youtuber Dede’nin gündüz düşleri ve devlet aklı 18 Kasım 2024
'Ömer' diyeceğiniz belliydi 11 Kasım 2024
Devlet’in biri bir gün Kürt sorununu çözeyim demiş 04 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI