YAZARLAR

Adalet olmayan toplumda aile gözbağından ibaret

Aile kurumu ise en çok öne çıkarılmasına bakarak çürümüşlüğün lağım kapağı diyebilirim. Muhayyel bir ailenin bozulması sorunu icat edilerek siyasi, hukuki, toplumsal her olumsuzluk aileye yüklendi. İktidarın bile isteye seçtiği yöntemlerin yarattığı toplumsal sorunlar aile ile kapatılmaya çalışıldı, çalışılıyor.

Anayasa Mahkemesi Can Atalay hakkında hak ihlali kararı vererek, dosyayı ilgili mahkemeye gönderdi. Enis Berberoğlu kararında olduğu gibi tahliye bekleniyor. Dosyanın yeniden görüşüleceği süreçte Can Atalay’ın tahliye edilmesi bekleniyor. Ve tabii ki yemin ederek Meclis sıralarında milletvekili olarak aylardır boş kalan yerini alması gerekiyor bu karara göre. Yargı bağımsız ve tarafsız olmadığı, hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku geçerli olduğu için bu adaletsiz toplumda, gerçekte hiç yaşanmaması gereken bir hak ihlalinin telafi edileceğine de gözüyle görmeden inanmakta zorlananlar pek çok. Yine de 9-5 oranıyla -1 üye mazeretli- önceki içtihadına uyumlu kararıyla, hukuk adına birazcık mutluluk kırıntısı sunmuş olduğu için sevinilesi bir karar. Adaletin gerçek anlamda tecellisini, Gezi davası dahil siyasi tutuklu ve hükümlüler gibi Can Atalay’ın da hak ettiği özgürlüğüne kavuşmasını umalım.

Cezaevleri şahsi bahanelerle siyasi kin ve hınç davaları sonucu, muhaliflerle doldurulduğu ve yer açmak ihtiyacı hasıl olduğu için adli suçluları salıverme yolları aranıyor. Yıllardır sayısız infaz paketiyle her seferinde o ağır cezaların yatarı biraz daha azaltıldı. Cezasızlık sonucu yarattığı için ülkeyi suç ve suçlu cennetine dönüştüren infaz indirimleri, uyuşturucudan kara paraya, cinsiyet temelli şiddetten dolandırıcılığa kadar her türlü suçlu için suça teşvik suçu anlamına geliyor aslında. “Türkiye Yüzyılı” sloganı, bütçe açığını kara para ile kapatmayı hedefleyen, gri listedeki bir ülkenin tarifi izlenimi veriyor. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı yerine karşıt argüman olarak geliştirilen Türkiye Yüzyılı söyleminin salt kültür savaşı ile açıklanması eksik kalır. Kültür savaşı, hedeflenen kara parayla kalkınma modelini allayıp pullayıp topluma taktim etmek için kullanılan bir kenar süsü gibi görünüyor kimi zaman.

Hukuktan, adaletten, evrensel hukuki, siyasi, toplumsal değerlerden uzaklaşıldığı ölçüde çürümüşlük başlıyor kaçınılmaz olarak. Din, iman hatta belki daha yerinde bir söyleyişle Allah ile aldatma, yol açılan çürümüşlüğün tesettürü olarak kullanılıyor iktidar tarafından. Kültür savaşı olarak görülen bu perdeleme işlevi iktidarın kendi tabanını konsolide etmesini kolaylaştırıyor. Kültür savaşından söz ederken bu nedenlerle biraz daha dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Evet, kültür savaşı bir vakıa ancak yukarıda söylediğim gibi göz alıcı bir kenar süsü olarak kullanıyor iktidar ve tabanının gözünü kamaştırıyor. Aynı zamanda muhalefetin dikkatini bu yöne çekmek de sanırım işini kolaylaştıran bir unsur.

Aile kurumu ise en çok öne çıkarılmasına bakarak çürümüşlüğün lağım kapağı diyebilirim. Ailenin bozulmasından dem vurulması, toplumun en küçük ve en önemli yapısı olarak sıklıkla vurgulanması bundan. Muhayyel bir ailenin bozulması sorunu icat edilerek siyasi, hukuki, toplumsal her olumsuzluk aileye yüklendi. İktidarın bile isteye seçtiği yöntemlerin yarattığı toplumsal sorunlar aile ile kapatılmaya çalışıldı, çalışılıyor. Son yıllarda ısrarla ailenin bozulmasından söz edilmesiyle, Ahfeş’in keçisi gibi baş sallayan bir kitle yaratılması böylece kolaylaştı. Yüzyıllar öncesine ait ve gerçekliği kuşkulu bir ideal aile hayalinin dayatılması sayesinde hak bilinci aile kurumundan dışlanıverdi. İnsan hakları, kadın hakları, çocuk hakları bu idealize edilmiş yapıda artık egemen erkeğin insafına emanet sayılır oldu. “Ailemiz istikbalimiz” sloganıyla Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Beştepe’de son 26-27 Ekim'de 8.Aile Şurası düzenliyor. 

91 ilde yapıldığı söylenen ve kadın örgütlerinin, hatta baroların pek çoğunun davet edilmediği çalıştaylara kamu kurumlarından ve bazı üniversitelerden akademisyenlerin katıldığı öğrenildi. Kuşkusuz iktidara yakın aile adı taşıyan platformlara yer verilmiştir. Toplumun yarısının dahi temsil edilmediği ve iktidar tarafından görevlendirildikleri için iktidarın borazanı olan sözde sivil yapılarla doğrudan iktidarın memuru olanların görüşlerinin yansıdığı, karşıt görüşün yer almadığı il raporları, sarayda ele alınacak. Bugün yapılacak toplantıyla saraydan çıkacak görüşler büyük ihtimal Adalet Bakanınca duyurulan 3 Kasım Aile Sempozyumu'nda alınacak kararların hem temelini hem çatısını oluşturacak. Hoş Adalet Akademisinde yapılacak sempozyum katılımcıları hakkında da hiçbir bilgi yok. Üstelik Bakan Tunç’un çalıştığını duyurduğu bilim kurulunda kimlerin yer aldığı da topluma açıklanmadı. Gizli kapaklı işlerle muhayyel bir soruna çözüm aranması değil işin aslı, haddehanede lağım kapağı dökmek gibi bir iş söz konusu.

Oysa aile ile ilgili gerçek sorunlar pek çok. Cinsiyet temelli şiddet, aileyi yok eden, bozan çürüten yakıcı bir olgu. Eşitsizlikten kaynaklanan cinsiyet temelli şiddetle mücadelenin gereği cinsiyet eşitliğinin tesis edilmesi iken aileyi koruma adı altında erkek egemenliği yani eşitsizlik tahkim ediliyor. Aile hukukunda eşitlik namına ne varsa yok etmenin derdine düşülmüş halde. Toplumsal ve siyasal çürümüşlük aile sorunu gibi sunuluyor topluma. Yükselen cinsiyete dayalı şiddet ve yaygınlaşan uyuşturucu kullanımının sebebi, kadın ve çocuk haklarının güçlenmesi olarak gösteriliyor. Yasaların uygulanmayışı, usulsüzlük, kanunsuz ve kuralsız icraat pervasızlığı yani iktidarın siyasi sorumluluğu sıradan insana yükleniyor. Oysa gerçek suçlu her fırsatta cinsiyet temelli şiddet faillerini salıvermeye yol açan, cezasızlık üreten infaz paketlerini hazırlayanlar. Örneğin geçmişte evli olduğu iki kadını öldürmekten hükümlü Necati Akpınar, Covid19 affıyla hapisten çıkarıldı. Ve birlikte yaşadığı Mutlu Menekşe’yi de öldürdü. Cinsiyet temelli şiddet faillerini af kapsamına almalarının cinayet olacağını söylemiştik. Şimdi bu af düzenlemesini yapanlar bu suça ortak değil mi? Af ile tahliye edilmese Mutlu Menekşe yaşıyor olacaktı. Önlenebilir cinayetlerle cins kırım yükseltilirken önlemeyen ve hatta af ile, cezasızlıkla teşvik edenler bu suça ortak olmuyor mu? Aile böyle yıkılmıyor mu? Ama hayır bu gerçek sorunu görmek ve çözmek, etkin tedbir almak, yasaları uygulamak yerine hayali sorun icat etmek masum görünmüyor. Çalıştaylar da sempozyumlar da kadın ve çocuk haklarını, insan haklarını, toplumsal cinsiyet eşitliğini LGBTİ+ haklarını içermediği için cinsiyet temelli şiddeti teşvik etmekle malul. Cinsiyet temelli şiddet suçuna ortak olanların dilinden düşmeyen aile gerçekten de sadece çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun kapağı, kitlenin gözbağı olmaktan öteye geçemez.

 


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.