YAZARLAR

25 Kasım polis şiddeti: Seçim sonrası kadın politikasının fragmanı

Cumhuriyetin 100’üncü yıl bütçesi gösteriyor ki bu iktidar, kadınları erkek şiddetine karşı korumak için bir adım dahi ileri gitmeyecek. Korumayacak kadınları şiddetten. Bu ülkede iktidar erkek şiddetini durdurmak istemiyor. Eşitsiz cinsiyet rejimini pekiştirmek için eril restorasyon ve iktidar, erkek şiddetine, devlet şiddetine, polis şiddetine özellikle muhtaç. Artık şiddetle mücadele politikası yok şiddet politikası var.

Kadın, insanın yarısıymış. Aklı kısa, dini yarım gibi ilkel söylencelere teşne iktidar politikası şimdi kadını tam tekmil insan saymayan bir yere gelip çöreklendi. 25 Kasım gösterilerine yönelik orantısız şiddet gösteren kamu düzeni politikası da bu aklın ürünü. Patriyarkayı yeniden inşa sürecinde iktidar başrolde. Günün koşullarına uyumlu ama ille de kadınların ikincil, yardımcı, yarım, insanın yarısı konumunda tutulup, hukuk öznesi özerk birey olarak görülmeyeceği bir toplum düzeni böylesi siyasi beyanlarla üretilen politikalar sayesinde kuruluyor.  

ERİL RESTORASYON

Kadın kazanımlarını geriletmek için patriyarkanın karşı devrim atağı dünyaya egemen şu an. Otoriterleşme, militerleşme, cinsiyetçilik bir arada ve eril restorasyonun hizmetinde. Yakın Ertürk’ün dikkat çektiği üzere eril restorasyon aynı zamanda neoliberal ekonomi politikalarından besleniyor. Bakım sektörüne yatırım yapmaktan kurtulmak için kadınların ücretsiz bakım emeğine yani eve aileye yönlendirilmesi, pek çok ülkede hayali, gerçeklikten kopuk aile politikasının kurgulanıp öne çıkarılması tesadüf değil. İnsan haklarından soyutlanmış LGBTİ+lar, insan hakları yarı yarıya kısıtlanmış kadınlar ve kuluçka makinasından fırlayacak çocuklar, başlarına dikilecek bir insansı, insanımsı varlığın emrine amade olacak. Devletlerin işine gelen bir sistem bu çünkü insana yatırım için gereken bütçe payından tasarruf edecekler. Örneğin kadına yönelik şiddetle mücadele için bütçe payı ayırmaları gerekmeyecek. Nitekim olmadı.

ŞİDDETLE MÜCADELENİN BÜTÇE PAYI ARTMADI

Kadınların erkek şiddetinden korunma talebi 500 bin civarında ama elektronik kelepçeli takip sistemiyle korunmaları için bütçe payı bu yıl da yükseltilmedi. 500 bin korunma talebine karşın sadece 1000 elektronik kelepçe ayrılmıştı kadınları şiddetten korumak için. Bu yıl da arttırılmadı bu rakam. Cumhuriyetin 100’üncü yıl bütçesi gösteriyor ki bu iktidar, kadınları erkek şiddetine karşı korumak için bir adım dahi ileri gitmeyecek. Korumayacak kadınları şiddetten. Bugünden sonra iktidarın erkek şiddetiyle mücadelesinin zayıfladığı yönünde cümle kurmayacağız. Bütçeye bakarak açık ve net olarak biliyoruz ki iktidarın politikası kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele etmekten vazgeçiş üzerine. Bu ülkede iktidar erkek şiddetini durdurmak istemiyor. Çünkü bu iktidarın baş temsilcisi haline geldiği eril restorasyonun gereği. Eşitsiz cinsiyet rejimini pekiştirmek için eril restorasyon ve iktidar, erkek şiddetine, devlet şiddetine, polis şiddetine özellikle muhtaç. Artık şiddetle mücadele politikası yok şiddet politikası var.

DEVLET POLİTİKASI ERKEK ŞİDDETİ LEHİNDE DEĞİŞTİ

Tam da bu nedenle 25 Kasım iktidar açısından "kadına şiddet günü" oldu. Mardin, Diyarbakır, Van ve Beyoğlu’nda 25 Kasım gösteri ve yürüyüşleri yasaklandı. Vali ve Kaymakamlarca yasaklanmayan illerde bile kadınlara baskı ve şiddet uygulandı. Yüzlerce kadının darp, kötü muamele ve işkence sayılan ters kelepçeyle gözaltına alınışı, avukatların karakollara girişinin önlenmesi veya zorlaştırılması bir nevi milat sayılır. Milat dedimse kadınlara karşı orantısız polis şiddetinde doz aşımının pervasızca uygulanması yönünden çok belirgin olduğu için böyle söyledim. Yoksa kadın hakları ve eşitlik mücadelesi, erkek ve devlet şiddetinin önlenmesi, demokrasi ve barış çağrıları konusunda kadınlara, fahişe, sürtük, terörist yaftalarını yapıştıran diller devletin en üst kademelerinden yıllardır uzanıyordu. Siyasi söylemlere göre açılan soruşturmalarda, yazılan iddianamelerde ana soylu kavramının bile suç sayıldığını gördük. 25 Kasım ve 8 Mart yürüyüşlerine katılmanın polis sorgusunda bir suç olarak yöneltildiğini de, iddianamelerde yer aldığını da gördük yıllardır. Belki görüp, duyup, bilip de mücadeleyi tam olarak buradan kurmadığımız için bu 25 Kasım'da 300’den fazla kadın gözaltına alındı. Büyük kısmı polis eziyetiyle geçen gecenin sabahına doğru bırakıldı ama gözaltı süresi dört gün uzatılanlar var, göçmen olduğu için sınır dışı riskiyle yüz yüze olanlar var. 27 Kasım günü Kadıköy’de tekrar yapılan 25 Kasım eyleminde 40’ı aşkın kadın gözaltına alındı. Devlet günün hakkını verdi kısacası. 25 Kasım çerçevesindeki etkinliklerde devlet ve erkek şiddeti eril restorasyonun inşası için kullanıldı. Açıkça söyleyelim artık bu ülkede siyasi irade, erkek ve devlet şiddetinin sürdürülmesi için kullanıyor tüm gücünü. Erkek şiddetini, devlet şiddetini önlemek için değil güçlendirmek için, kadınların, çocukların, LGBTİ+ların üzerindeki şiddet baskısını daha da arttırmak için politika üretiyor ve uyguluyor. İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı çıkışın arkasında yatan kararlılık, 2022 25 Kasım'ında kadına şiddet olarak toplumun gözüne sokuldu. Ancak hâlâ birkaç kadın vekil müstesna muhalefet partileri bu gerçekliği görebilmiş değil.

AİLECİLERE İNSAN HAKLARI HUKUKUNDA ÇIKIŞ AMAÇLI DESTEK

Aylar önce İstanbul’da sonra Ankara’da birkaç hafta önce Van’da yapılan sözde aile mitingleri devlet tarafından maddi, manevi ve söylemsel olarak desteklendi. O mitinglerde LGBTİ+lar için “devlet bunları önlesin, devlet önlemezse halk ne yapacağını bilir” tarzı sözler bile tehdit ve nefret suçu olarak değerlendirilmedi, tersine desteklendi. Şimdi kadınlar eşit, özgür, şiddetsiz yaşam çağrısı nedeniyle suçlanıyor. Çünkü eril restorasyonun inşasını sosyal politika olarak kararlaştırmış bir iktidar var karşımızda. Ve kadın hareketinin son yıllarda ülkenin en güçlü muhalefeti olarak görülmesi nedeniyle kadın hareketini yıldırmayı kendisi için en önemli iş edinmiş halde. Parçalıyor politik olarak.

SEÇİM SONRASININ FRAGMANI ÇEKİLDİ 25 KASIM'DA

Terörist dendiğinde Kürt kadın hareketi yalnız bırakılıyor. Sürtük dendiğinde sadece gezici kadınlar hedef alındı diyerek önemsemeyenler oluyor. Fahişe dendiğinde İstanbul Sözleşmesi yanında saf tutan AKP’li kadınlar hedef alındı gerekçesiyle uzak duranlar oluyor. Bütünlüğü bozulmak isteniyor böylece kadın hareketinin. Muhalefeti parçalama yöntemleri işletiliyor kadın hareketi üzerinde. Ancak işte görüyoruz ki farklı gerekçelerle de olsa 25 Kasım Taksim yerine 27 Kasım Kadıköy meydanı seçilse de sonuç değişmiyor. Burada sözü iktidarı hala destekleyen kadınların dikkatini çekmek için kuruyorum. Din, dil, coğrafya, tarihi dönem, etnik köken, kültür farkı olmaksızın kadın eşitlik mücadelesi yüzlerce yıldır sürüyor ve kadınlar hep aynı şekilde ikincilleştirildiği için aynı yöntem ve benzer söylemle mücadele yürütülüyor. Çağlar boyu kadının ikincilleştirilmesi gerçekleştirilirken onca büyük ayrımlar fark yaratmamışken şimdi son derece sınırlı bir ayrım olan siyasi parti farkı mı durumu değiştirecek? Sürtük dediğinde “kime söylemiş?” sorusunun kısır döngüsüne hapsolmak yerine birlikte itiraz etmek gerekiyordu. Şimdi kadınlara alanları sokakları, eylemleri, eşitlik mücadelesini ve adalete erişimi yasaklayan politika devreye girdiğinde ayrımsız hepimiz aynı tehlikenin çemberindeyiz.

KALKANLI ÇEMBERLER HEPİMİZİ KUŞATAN ŞİDDET

Polisler İstiklal'e çıkan yollarda bir araya gelmiş her üç beş kadına kalkanları çevirdiğinde hepimiz o kuşatmanın içine girdik. Unutmayalım 25 Kasım günü müzik dinlediği için meydanda kırbaçlanan Afgan kadın da biziz. Saçının üç santimi gözüktüğü için öldürülen Mahsa Jina Amini de biziz. Taksim'de beş altı polisin çevrelediği, yüzüne tekme atıldıktan sonra başı ayak altına alınan Fulya da biziz. Polis şiddetiyle bacağı kırılan Dilbent değil sadece, hepimizin yürümesini önlemek isteyen bir kurucu şiddet o. 2023 seçimlerinden sonra yaşanacakların fragmanı izletildi. Bu iktidardan kurtulmazsak filmin tümünü yaşamak durumunda kalacağız.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.