YAZARLAR

2022 Brezilyası: Yüksek çözünürlüklü Zico ve Socrates

Brezilya yıllar sonra sürprizden, güzellikten ve büyüden yoksun bir oyunla kazanmayı reddediyor. Bu yüzden attıkları her golden sonra dans ediyorlar. Çünkü bu oyun, kutsanması değil, kutlanması gereken bir oyun.

Dün Brezilya’nın futbolunu seyrederken, aklıma Eduardo Galeano’nun güzelim Gölgede ve Güneşte Futbolkitabında yazdıkları gelip durdu.

Günümüz futbolunu, "şimdilerde on bir oyuncunun on biri de kale direklerine asılmış, gol yememeye çalışıyorlar; doğal olarak da gol atmaya vakit kalmıyor" diye betimler Galeano. İki tür futbol vardır ona göre; atak ya da ürkek futbol. Futbolun ürkeklik tarafından esir alındığından, çünkü cesaretin kâr sağlamadığından bahseder. 

Profesyonel futbolun gün geçtikçe daha zevksiz bir spor dalı durumuna geldiğini, maçı kaybetme endişesinin verdiği stresin, futbolu giderek daha fazla hıza ve kuvvete dayanan bir ortama doğru sürüklediğini, artık daha çok koşulduğunu, ama daha az riske girildiğini söyler.

Modern futbolcuları “başarı sağlamada ya da hezimeti önlemede uzmanlaşmış görevliler” diye tanımlar Galeano ve bu futbolcuların yoksun bırakıldıkları bir özgürlükten söz eder: İçlerinden geldiği gibi oynama özgürlüğü.

Peki oynamak gerçekte ne demektir? Bunun için kelimenin etimolojik kökenine de iner Galeano. Oynamanın batı dillerinde “şaka yapmak” anlamında olduğunu söyler. “Sıhhat” kelimesinin ise vücudun en özgürce hareket edebilmesini ifade ettiğini belirtir ve şu sonuca varır: “O hâlde bu kelimeden yola çıkarak, tekrarlanan mekanik hareketlerin sağladığı kontrollü bir başarının sağlıklı olmadığını, futbolu hasta ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.”

ÜRKEK FUTBOLUN REDDİ

Oynamaktan yoksun bir futbol. Galeano’nun deyimiyle ürkek futbol. Çok uzun zamandır kazanmanın tek yolu olarak görünüyor. Ve gerçekten “kazanıyor da”, ama bunun sonucunda futbol kaybediyor.

Kazanıyor gibi görünen ürkek futbolu insanların matah bir şey sanmaları için “doğru oyun” gibi ne idüğü belirsiz tanımlar da uyduruluyor. Oysa futbolda mutlak bir doğru yok. Maçın akışına göre sahanın sürekli yeniden kurulduğu bir oyun bu. Canlı, nefes alıp veren, durmadan hareket eden, değişen, gelişen bir oyunun doğrusu olamaz. 

Dolayısıyla bu skolastik düşüncenin dayattığı futbol artık bir oyun bile sayılmaz. Kazanmak uğruna oynama becerisini kaybetmek doğru bir şey hâlini almışsa, bu futbolu ters yüz etmek gerekir. Brezilya’nın yaptığı gibi.

Brezilya’yı izlemeyi seviyoruz; çünkü futbolu langırta çeviren, oyuncuları yerlerine adeta mıhlanmış gibi oynamak zorunda bırakan ürkek futbolu reddediyorlar. Onları belirli bir davranış kalıbına sokmaya çalışanları reddediyorlar. Ne attıkları goller birbirine benziyor ne de gol sevinçlerindeki dansları. 

“Her maç için hazırlanmış on kadar dansımız var” diyor Raphinha. Peki ondan fazla gol atarlarsa? “O zaman yenilik yapmaya başlamamız gerekecek” diyor. Her ne kadar Roy Keane bundan hoşlanmasa da, bunun rakiplerine bir saygısızlık olduğunu düşünse de, hocalarının bile dâhil olduğunu söyleyip ayıplasa da, Brezilyalılar yıllar sonra yeniden dans ediyor ve dans etmeye devam edecekler. Çünkü dans edemedikleri bir futbol, onların futbolu değil. 

Telê Santana’nın dediği gibi, “Futbol bir sanattır, bir keyiftir; topu tekmelemek değildir”. Brezilyalılar bu yüzden dans ediyor. Oynadıkları şey onlara keyif veriyor, kendinden geçiriyor ve hâliyle bunu kutlamaları gerekiyor. Çünkü bu oyun kutsanması değil, kutlanması gereken bir oyun.

Peki gol attıkları için mi dans ediyorlar, yoksa dans etmek için mi gol atıyorlar? İkisi de olabilir. Kesin olan ise dans eder gibi gol attıkları. Bu golleri aradan yıllar geçse de unutmayacağız. Richarlison’un üçüncü golü asla hafızamızdan silinmeyecek. Tıpkı 1982 Brezilyasının golleri gibi.

1982’DEN 2022’YE

Dün maç esnasında The Guardian yazarlarından Max Rushden şöyle bir tweet attı: “Bu Brezilya performansında nostaljik bir şey var. Yüksek çözünürlüğü bırakıp görüntüyü sepyalaştırırsanız, Zico ve Socrates’i izliyor olabilirsiniz.”

Aynı şekilde 1982 Brezilyasını yüksek çözünürlüklü bir görüntü kalitesiyle seyredersek Neymar’ı, Vinicius Junior’ı, Richarlison’u izliyor gibi olabilir miyiz?

Bilhassa 2006’dan bu yana kazanmak için Avrupalılaşmayı seçen bir Brezilya vardı. Sonucunda hiçbir şey kazanamadı. Bu Brezilya ise eski Brezilya. 1958’in, 1970’in, 1982’nin, 1986’nın Brezilyası. Garrincha’nın, Pelé’nin, Tostao’nun, Zico’nun, Socrates’in Brezilyası. Neşenin ve dansın Brezilyası. Belki bu defa kazanacak, belki yine kazanamayacak. Ama ne fark eder? Futbol Brezilya’yı geri kazandı ya, önemli olan bu. 

Umarım Pelé, hasta yatağından dün akşamki maçı seyredebilmiştir. Çünkü onu kemoterapi değil, ancak futbol iyileştirebilir. Hakiki futbol.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.