YAZARLAR

Referandum tartışmaları - 5: Kampanyanın gidişatı hayra alamet mi?

Anayasa değişikliğinin hazırlanışı ve referandumun geliş biçiminin fazla operasyonel bir görüntüsü yok mu? Hazırlanan şey bir finalden çok, bir başlangıca benziyor. "Kentsel dönüşüm" için yapılanın, "politik dönüşüm" için tekrarlanması gibi. Sonuç ne olursa olsun kazanacak bir "hayır" üretmek muhalefet perspektifini de benzer genişlikte kurgulamayı gerektiriyor.

referandum

Tamam, kampanyanın çok başındayız. Evet, henüz çok erken. Zaten ana muhalefet de daha başlamadı. Bütün bunlar doğru... Ama şeytan dürtüyor ve bütün bu haklı itirazlara rağmen, insan sormadan edemiyor: Sahiden, "güçlü bir evet" için iktidar bloğunda yoğun bir gayret olduğu hissediliyor mu? "AKP propaganda makinası"nın yavaş da olsa çalışmaya başladığı gözleniyor mu? Yandaş medyada her seçimden önceki "çoşku" imalatı var mı?

Etkisi hayli tartışmalı "hayırcılar terörist" ile " vallahi bir şey olmayacak" sınırında bir söylem ve Binali Yıldırım'ın "bozkurt selam"lı, "Erdoğan için değil her doğan için" benzetmeli "hatipliği" mi güçlü evet getirecek? Barzani ziyaretine eklenmiş zorlama yorumlardaki "mesaj okumalar"; Bahçeli'nin çıkıp çıkıp kendi muhalefetine, bazı gazetecilere atarlanması ve her tarafı dökülen palavradan "karargah rahatsız krizi" mi patlama yaratacak? "Bekleyin Erdoğan daha sahaya inmedi" sözlerine, "mevcut koşullarda inince farklı ne söyleyecek" veya "400 vekil talebi ile 7 Haziran öncesinde indiğinde ne oldu" sorularına rağmen itibar mı etmeliyiz?

Açıkçası pek "yumuşak" ve sakin bir yaklaşım da mevcut değil. Dolayısıyla, gözlemlenen bu "zayıflık" ve "durgunluk" acaba neyin alameti diye düşünmek boş kuruntu sayılamaz. En azından tartışılmaya değer... Bu tablonun gerekçesi için ihtimaller muhtelif: Tuzları kuru olduğu için, turpun büyüğü henüz heybede olduğundan, çaresizlikten veya referandum sayısal sonucunun sanıldığı kadar önemli olmamasından olabilir.

'TUZLARI KURU' MU?

Tartışmalar tazeyken AKP'ye yakın araştırmacılar hayli yüksek "evet" sonuçları açıklıyordu. Bir süredir ortalıkta görünmüyorlar ama yine AKP'ye yakın isimler, "evet oylarında sıkıntı" temalı yazılar, haberler kaleme alıyor. Belki seçmeni rehavetten korumak için bir algı taktiğidir, belki sızan bazı haberlerdeki gibi Beştepe "anketleri durdurun" talimatı vermiştir. Ama evetçilerin şimdilik "tuzu kuru" görüntü vermediği veya veremediği ortada.

Eğer bu, seçmen rehavetini engellemek ve "tehlike motivasyonu" ile oy konsolidasyonu için bir taktikse zamanlama hayati. Çünkü bu tavır "başarı beklentisiyle" karşı motivasyonu da besleyecek bir risk içeriyor. Yok, vaziyet sıkıntılı olduğu ve sahiden parlak olmayan veriler geldiği için "asılmıyorlarsa" ya nereden tutacaklarını bilemediklerinden bahsetmemiz gerekir ya da bir sonraki ihtimali konuşmaya başlamamız.

'TURPUN BÜYÜĞÜ' HEYBEDE Mİ?

7 Haziran ve 1 Kasım seçim deneyleri gösterdi ki, iktidar sandık sonucunu etkileyecek, özellikle de "tehlike" temalı hamleler konusunda hayli "becerikli." Bu olasılık, muhalefet sözcüleri tarafından defalarca gündeme getirildi. İktidar sözcüleri de bu "beklentiyi" besliyor. Başbakan Amasya'daki ilk evet mitinginde "7 Haziran'ı gördük. Hangi tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu gördük" diyerek seçmenin önüne neleri getireceklerini işaret ediyor.

Argüman sıkıntısındaki havuz medyası için kurtarıcı olan "karargah rahatsız" krizinin oluşumu ve kullanımı da, heybede aynı tarladan turpların beklediğini gösteriyor. "Vesayet ve darbe tehlikesi" arasındaki sarkaç da yine salınıyor. Fakat, yaklaşık altı haftalık bir kampanya dönemi için böyle zayıf bir ön çalışmayla sonucu etkileyecek hamle üretmek ve tehlikeyi yeniden satmak o kadar kolay olmayabilir. En azından Bahçeli'nin satamadığını biliyoruz.

'HEP ÇARESİZLİKTEN' Mİ BUNLAR?

Bahçeli'nin hamlesiyle yeniden başlamış görünen referandum sürecinin her aşamasında bu oyunun asıl kurucusu hakkında tartışmalar yapıldı. Hâlâ da muhalefet cephesinde açık, iktidar kanadında örtülü olarak yapılmaya devam ediyor. Oyunun kurucusu olmak galibiyetin garantisi olmadığı gibi, bazen oyun kendi mecburiyetlerini de üretiyor. İster kendisi kursun, ister başkası bu oyunun baştan beri AKP için geniş bir alan sunmadığı açıktı.

Savunma pozisyonu için "güvenli" alana ihtiyaç duyan evet hattı atak yapmayı engelliyor. Evet koalisyonunun kimyasından doğan reaksiyonlar enerjiyi içe gömüyor. "Barzani bayrak krizi" gibi sahte gerilimlerle veya Perinçek, Selvi gibi yan aktörlere yönelerek iç enerji boşaltılmaya çalışılıyor. Evetin yapısından doğan bir sıkışma, tıkanma var ama bu yine de izlediğimiz "zayıflığı", daha önemlisi bunu kabul etmişliği açıklamaya yetmiyor.

REFERANDUM FİNAL Mİ?

Galiba tehlikeli ve güçlü bir ihtimal, hesapların referandumun sayısal sonucundan daha fazlası için yapılıyor olması. İki yıl önceyi hatırlayalım; Haziran öncesi seçim öngörülerine rağmen kampanya yine çok zayıftı. Neredeyse izin verilmiş, 7 Haziran sonucu da kullanılarak inşa edilen 1 Kasım süreci, totaliter despotik kuşatmanın şahikalarını ve çok daha önemlisi sonuçlarını normalleştirmenin trajik örneklerini üretti. Bütün dikkatini sonuca toplamış muhalefetin sevinci kursağında kaldığı gibi, "muhalefet cüreti" burnundan getirildi. 15 Temmuz'la da tüy dikildi.

Ayrıca, anayasa değişikliğinin hazırlanışı ve referandumun geliş biçiminin fazla operasyonel bir görüntüsü yok mu? Hazırlanan şey bir finalden çok bir başlangıca benziyor. "Kentsel dönüşüm" için yapılanın, "politik dönüşüm" için tekrarlanması gibi. Diğer yandan, sistem değişikliği ihtiyacı "gelmekte olanı karşılamak" argümanıyla ileriye referans verirken, muhalefet zemini de yaşanmakta olandan "gelecekte olacak"a doğru ertelenmeye zorlanıyor. Demokratik dinamiklerin olmakta olan ve normalleşenle ilişkisi kopuyor.

Dolayısıyla, anayasa değişikliği, referandum ve yeni sistem meselesinin şimdiden başlamış, sonucu ne olursa olsun referandum ertesinde de devam edecek daha kapsamlı bir tasarımın parçaları olması mümkün. "Turpların büyüğünün" hayır çıkacak bir referandum sonrası için bekletilmediğinden çok emin olunamaz. Sonuç ne olursa olsun kazanacak bir "hayır" üretmek muhalefet perspektifini benzer genişlikte kurgulamayı gerektiriyor. İşte bu yüzden "hava 7 Haziran öncesine benziyor" sözü tek başına umut çağırmıyor, hatta belki bir tehlike hatırlatıyor.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).