Zeynep Göğüş: Derdim geçmişin yeniden yaratılmasındaki tahrifattı

Zeynep Göğüş'ün romanı 'Yok Çünkü Telafisi', Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Göğüş, "Derdim, aile tarihleri ve resmi tarih anlamında geçmişin yeniden yaratılmasında uğradığı tahrifattı" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İlk romanı 'Işık Ülkesinden' ile 2019 Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görülen Zeynep Göğüş, uzun yıllar gazetecilik yapmış bir yazar. 'Bir Avrupa Rüyası', 'Devekuşunun Kredi Kartı', 'Kadınlar Olmadan Asla', 'Oğluma Avrupa Mektupları', 'Zeytin Kuşu' adlı kitapları da bulunan Göğüş’ün geçtiğimiz günlerde 'Yok Çünkü Telafisi' adlı yeni bir romanı yayınlandı.

Göğüş ile Everest Yayınları tarafından yayımlanan romanı 'Yok Çünkü Telafisi'ni konuştuk. 

'EN KEYİFLİ KISMI, GÜZERGÂHIMDA ÖNCEDEN OLMAYAN PATİKALARA SAPMAKTI'

Kitabın yazım süreciyle başlamak istiyorum. 'Yok Çünkü Telafisi' nasıl bir derdin ürünü, romanın yazım sürecine dair bizimle paylaşmak istediğiniz neler var?

Başlıca derdim, hem aile tarihleri hem de resmi tarih anlamında geçmişin yeniden yaratılma sürecinde uğradığı tahrifattı. Fakat bu kadarıyla sınırlı kalmıyordu; nesnelerle olan ilişki, “Neden yazıyorum?” gibi kallavi bir soru, kuşaklar arası aktarım, doğu-batı karşıtlığı gibi meselelerle yola çıktım. Tarihten söz edeceğim için ele aldığım konular üzerine etraflı okumalar yapmış, araştırma sürecini pandemiden biraz önce tamamlamıştım. Yazarken zaten hep yaptığım gibi kapanmam gerekiyordu. Tarihi araştırma kısmını, belki de gazeteci kökenli olduğum için çok seviyorum. İyi bir metin çıkacağına ilişkin inancımı yitirmeden, telaş da etmeden, severek ve tereddüde düşmeden haftada iki bin kelime yazdım. En keyifli kısmı, güzergâhımda önceden olmayan patikalara sapmaktı.

Murat Bora bir tıraş sehpası üzerinden Oğuz Göker’le tanışıyor ve daha sonra Oğuz Göker’in teklifi üzerine, ailenin tarihini yazmaya başlıyor. Oğuz Göker, kendi anlattığı tarihin yazılmasını isterken eşi Sitare’nin, kızı Handan’ın acılarını yok sayıyor. Tarihi her zamanki gibi yine erkekler yazıyor yani, baskıcı ve manipülatif olarak. İster toplumsal ister kişisel anlamda bu baskıya dair neler söylemek istersiniz? Resmi tarih Oğuz Göker midir?

Tarihi erkekler yazmış ama bu romanda kadın kahramanlardan Oğuz Göker’in kızı Handan ve annesi Sitare Hanım devreye girip bir noktadan itibaren Oğuz Bey’in oyununu bozuyorlar. Tarih bir türlü resmiyetten kurtulamadı, üstelik son yıllarda yeni bir resmi tarih oluşturulmaya çalışılıyor. Hazır yeri gelmişken söyleyeyim, edebiyat tarihi de aynen resmi tarih gibi erkekler tarafından yazılmış. Edebiyat tarihi siyasi dönemlere ayrılarak erkek “büyük” yazarların başına haleler kondurulmuş. Bugün dahi kısmen de olsa bu kayırma hali sürüyor. Görmezden gelinen pek çok iyi kadın yazar olmuş. Hem ailesinin hem de bir yerde ülkesinin resmi tarihini temsil eden Oğuz Göker, anlatıcı Murat Bora’da önce kızgınlık oluşturuyor fakat sonra onunla empati kurmaya çalışıp neden böyle olduğunu anlamaya çalışıyor. Sanırım mümkün olduğunca yargılamalardan uzak durdum.

Yok Çünkü Telafisi, Zeynep Göğüş, 286 syf., Everest Yayınları, 2021.

'EDEBİYAT SORGULAMAYI GEREKTİRİR'

'Yok Çünkü Telafisi' tarihi bir arka plana sahip. Romanı okurken pek çok büyük trajediye uğraya uğraya ilerliyoruz. Romanın tarihi araştırma süreci nasıl geçti? Yazarken kurmacayla-gerçek dengesini nasıl oluşturdunuz?

Kurmaca ile gerçek dengesinin nasıl sağlandığı önemli bir soru. Çok dikkat ettiğim bir mesele. Edebiyat sorgulamayı gerektirir fakat her ne kadar edebiyat disiplininde gerçeğe bağlı kalmak yoksa da, tarihsel veriyle bir denge tutturmak zorundasın. Tarih yazımındaki boşlukları kurgu ile doldurmak için edebiyatçının elinde büyük bir imkân var. Kurmacanın avantajı tarihin aktörleriyle duygusal bağ kurarken de ortaya çıkar. Şunu da atlamayalım; Türkiye’de tarih yazımının büyük ölçüde zaten kurmaca olması durumu var. Tarih büyük ölçüde siyasetin ve ideolojinin emrinde olduğu için edebiyatçılar bu açıdan devrimci olabilirler. Yoksa tarih her zaman lezzet katan bir malzeme, edebiyatçı ne yemek isterse onu pişirir, ister duygularını katar, ister düşlerini. Tarihçilerin böyle bir lüksü yok, belki de bunun için çok az tarihçi var roman okuyan.

Romandaki karakterler her ne kadar geçmişleriyle beraber özenle dokunmuş olsa da, tıraş sehpası da bir karakter olup çıkıyor sonunda. Eşyayla kurduğumuz ilişki de bir insanla kurduğumuz kadar duygusal ve vazgeçilmez olabiliyor değil mi?

Benim için öyle. Kaldı ki sehpa herhangi bir sehpa değil, Abdülhamit’in elinden çıkma… Uzun süre o nesne-kahramanın ne olacağına karar veremedim. Sonunda ilk romanım 'Işık Ülkesinden'de Letafet’in evinde olan Abdülhamit’in tıraş sehpasını seçtim. O sehpayı küçükken sahiden de görmüştüm. Aileden kalma eski eşyalar benim için çok kıymetli, onların üzerinden yitirdiklerimle ve geçmişle bağ kuruyorum çünkü. Eşyalar kadar evler de önemli. "Gagarin" filmini gören varsa ne dediğimi belki daha iyi anlar. Peki neden ille de o sehpa? Üstelik “sapına kadar cumhuriyetçi” Oğuz Göker’in müzayededen aldığı bir nesne olduğu romanın başında ortaya çıkıyor. Oğuz Göker belki sizin de sorduğunuz gibi resmi tarih ama, şimdi düşününce, kurguda o sehpa üzerinden Oğuz Göker’i eski resmi tarihin -eski resmi tarih demem, bugün belki de daha beter tahrif edilmiş yenisi yazıldığından- çok eleştirdiği bir padişahla buluşturmuşum.

'Yok Çünkü Telafisi' adı yapılan pek çok hataya karşılık geliyor; roman da bu hataların üzerine kurulmuş gibi; toplumsal tarih, kişisel acılar, hayaller ve hayal kırıklıkları...

Doğrudur, sonuçta romanın adında içeriği yansıtan bir şeyler olmalı. “Hata” doğru kelime mi emin değilim. Bazı acıların telafisi yoktur, ama sizi olgunlaştıran da o acıdır. Ama telafi değildir. Her acı ille de yıkıcı olmayabilir, bunun için genellemeden kaçınıyorum. Hayatta bazı şeylerin telafisi olmadığı vurgusu önemli diye düşündüm, çünkü o zaman daha özenli davranıp tekrarına izin vermemeye çalışırız. Bu roman bağlamında 'Yok Çünkü Telafisi' tarih yazımını da imleyen bir cümle. Resmi tarihin geçmişi telafisi olmayan biçimde tahrifatta başarılı olması ancak gerçeklerin üstü örtülünce mümkün olur.

'ÇALIŞKAN BİR EDEBİYAT ÖĞRENCİSİYİM'

Uzun yıllar gazetecilik yapmışsınız, bu meslekte pek çok olumlu-olumsuz hikâyeyle karşılaşmışsınızdır muhakkak. Bu tip deneyimlerin yazarlığınıza etkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Birikim açısından avantaj, zaten dünyada Hemingway’den tut da Amin Maalouf’a kadar gazetecilikten gelme pek çok romancı var, fakat böyle olması her gazeteciden iyi romancı çıkar demek değil. Merak duygusu, her şeye burnunu sokma huyu, araştırma becerisi ve sorgulama… Bunlar avantaj. Olumsuz etkiye gelince, gazetecilik disiplini sizi belgesel dilinde yazmaya alıştırmıştır, oysa roman ne didaktik olmayı ne de uzun tiratları kaldırır. Bana gelince, son dört yıldır kendi kendini yetiştiren oldukça çalışkan bir edebiyat öğrencisiyim.

Şu sıra yeni bir çalışmanız var mı?

Evet. Yazacağım yeni romanda temel meselesi modernist Cumhuriyet projesinin baş aktörlerinin azınlıkta kalması olan bir hikâyeyi miras metaforu üzerinden anlatmayı planlıyorum. Mekân çocukluğumun Ankara’sı olacak, kahramanlar nahif kız çocukları, 60’lı 70’li yıllar… Sonra bugüne bağlayacağız elbette. Paralel yürüyen bir başka çalışmam ise deneme türünde, zeytin ağacıyla yaptığım derin muhabbetlerde köklerle buluşup vatan sevgisi kavramını sorgulamak niyetindeyim.