YAZARLAR

Zevahiri’yi balkonda havadan vurdular

Evde başka kimsenin ölmemesi, Zevahiri’nin balkona çıktığı sırada vurulması, akla başka sorular da getiriyor. Hakkani örgütünden birileri veya bizzat Hakkani El-Kaide liderini “satmış” olabilir mi? Hakkani örgütü dışındaki Taliban fraksiyonlarından kimsenin Zevahiri’nin orada bulunduğundan haberi var mıydı? Onlar satmış olabilir mi?

ABD, El-Kaide (Tanzim el-Kaide el-Cihad) örgütünün lideri Eymen el-Zevahiri’yi öldürdü. Muhtemel sonuçlarının yanısıra, olayın ayrıntıları da çok tartışma yaratacak nitelikte.

Pazar sabahı gün ışırken (beş-altı suları), Eymen el-Zevahiri, Kabil’in özel korumalı, lüks semtinde barındığı evin balkonuna çıktı ve bir ABD SİHA’sından atılan iki Hellfire füzesiyle vuruldu. DAİŞ liderlerinin öldürülüşünde olduğu gibi, Özel Kuvvetler baskını benzeri operasyon yapılmadı, hiçbir ABD askeri yere inmedi. ABD Başkanı Joe Biden Beyaz Ev’in balkonundan, “Adalet yerini buldu,” diye konuştu. “Bu terörist lideri artık yok.” Bu, çekildikten sonra ABD’nin Afganistan’da yaptığı ilk askerî eylem.

Usame bin Ladin’in öldürülmesiyle Zevahiri, ABD istihbarat servislerinin bir numaralı hedefi haline gelmişti. Bin Ladin’in karizması ve popülerliği gerçi biraz gölgelemişti, ama Zevahiri, El-Kaide’nin uluslararası çapta bir “vurucu güç” haline gelmesinde onun kadar önemli aktördü. 1998’de Kenya ve Tanzanya’daki ABD büyükelçiliklerinin bombalanması eylemlerinde (200’den fazla ölü), 11 Eylül saldırılarında katkısı büyüktü. Fakat 11 Eylül’ü izleyen dönemde ABD’nin giriştiği küresel insan avından kaçmayı başarmıştı.

EN GÜVENLİKLİ SEMTTE

Zevahiri’nin barındığı ve vurulduğu ev, Kabil’in Şerpur semtinde. Şerpur’un, sakinleri, binaları ve dükkânları orta halli bir bölümü var. Burada gündelik şehir yaşantısı ve trafik akıyor. Ancak doğrudan Afganistan Savunma Bakanlığı’nın denetimindeki öbür bölge farklı. Savaşlardan ötürü yıkılan, harap olan binaların yerine son yıllarda yeni, büyük bloklar inşa edildi, burası özel koruma altındaki lüks bir yerleşim merkezi haline getirildi. Afganistan’ı yönetenlerin ve zenginlerin burada daireleri var. Taliban semti çok sıkı denetliyor. Buraya taşınmak isteyenler bir sürü belge ibraz etmek, güvenlik denetimlerinden geçmek zorunda. “Yabancıların” semte adım atması imkânsız. Zevahiri’nin vurulduğu ev, bu korumalı özel bölgede, hükümet binalarının sıralandığı caddelerin arasında.

Sarp dağların kuytu mağaralarından seslenmelerine alışkın olduğumuz El-Kaide liderlerinden en tepedeki, Kabil’in muktedirler-zenginler semtinde ne arıyordu? Balkona çıktığında vurulduğuna göre, anbean, üstelik mükemmelen izlenebiliyor olmalıydı. Bu izleme, anbean bilgi veren birileri aracılığıyla olmasın? Sorulara döneceğiz.

11 Eylül ertesinde paçayı kaptırmamayı başaran Zevahiri ve El-Kaide’nin başka liderleri Afganistan’da görece güvenli sığınak bulabilmişlerdi. Taliban’la, özellikle örgüt içinde örgüt Hakkani’lerle araları iyiydi. Zaten, söylendiğine göre, Zevahiri’yi Kabil’de güvenli bir eve, ailesinin yanına yerleştiren de Seraceddin Hakkani. Sovyetler’le savaş zamanının önemli liderlerinden Celaleddin Hakkani’nin oğlu. “Hakkani Teşkilatı”nın başı.

Doğrudan kendisine bağlı savaşçılara, yani Taliban içerisinde ayrı baş çekebilme gücüne sahip Hakkani’nin El-Kaide liderini Kabil’in seçkinler semtine yerleştirdiğinden başkalarının haberi var mıydı peki? İlginç ve netameli soru. Başka netameli sorular da var, sonda bunlara değineceğim.

ARALARI İYİYDİ

İlk başta çarpıcı ve heyecanlı görünen bu ihtimaller üzerine düşünürken gözönüne almalıyız ki, Zevahiri yönetimindeki El-Kaide, Afganistan’ın yeni iktidarını rahatsız edecek iş yapmıyordu. Taliban’ın gelişiyle sürekli kaç-göçten azıcık kurtulup ferahladığı, daha rahat çalışabileceği varsayılan El-Kaide merkezi adına Zevahiri, lider Molla Heybetullah Ahundzade’ye biatını resmen açıklamıştı, araları iyiydi.

Ancak Afganistan sınırlarının ötesine taşan her faaliyetleri artık mâkûl uluslararası ilişkiler kurup yönetimini meşrulaştırmaya çabalayan Taliban’ı da sorumlu kılacağından bu iyi ilişki çift yönlü tedirginlik yaratıyordu. Taliban kucağında pimi çekili elbombasıyla oturuyor gibiydi. Onların ülkede denetimi adım adım ele geçirmeleriyle birlikte Zevahiri’nin dünyaya yayılan videoları, mesajları artmıştı. Buna karşılık, El-Kaide merkezi ne olursa olsun uyması gereken kısıtlamalara tâbiydi, güvenlik uğruna ve mecburî biat yüzünden kendini bir ülke içerisine hapsedip eylemsiz kılmıştı. El-Kaide merkezinin uluslararası icraat kabiliyetinin hatırı sayılır ölçüde azaldığı, ABD istihbarat raporlarında yeraldı. Örgütün Ortadoğu’daki, Mağrip ve Afrika içlerindeki uzantıları güçsüz değil ve faaliyetlerini sürdürüyorlar, ancak bunlar üzerinde örgüt merkezinin etkisi artık pek az. Suriye’de en güçlü cihatçı muhalefet odağı merkezin uzantısı iken, bu potansiyeli temsil eden El-Nusra, El-Kaide merkeziyle ilişkisini koparmış, merkez bunu onaylamak durumunda kalmıştı. Zevahiri’nin, üslûp ve “hava” bakımından eskimiş, genç kuşak militanlarca fazla teorik ve “sıkıcı” bulunduğu söylenen videoları, El-Kaide merkezinin uluslararası cihatçı âlemindeki yerinin tartışılır hale gelişini önleyememişti.

Tam da bu nedenle, Zevahiri’nin yerini kimin alacağı, örgütün kendini yenileme, gençleştirme gibi bir atılıma girip girmeyeceği veya yavaş yavaş, parça parça DAİŞ’e kaptırmakta olduğu küresel cihat öncülüğünü yeniden ele geçirebilmek için 11 Eylül’vârî spektaküler işlere kalkışıp kalkışmayacağı soruları ilave önem kazanıyor. Birçok uzmanın ileri sürdüğü üzre, El-Kaide’nin ilk zamanından beri en önemli simâlarından, hem savaşçı hem istihbaratçı hem örgütçü olarak çok tecrübeli ve cihatçı âleminde saygın isim Seyf el-Adil (Muhammed bin Selahaddin Zeydan) El-Kaide’nin yeni lideri olabilir. İran’da hapiste olduğu, bırakıldığı, Suriye’ye geçtiği vs. yollu pek çok iddia var. Onun liderliğinin neler getirebileceğini tartışmak da ilginç olabilir.

Zevahiri’nin ABD istihbaratının takibinden yirmi yıl boyunca kaçabilmiş oluşunu başarı olarak görmeyenler de var. Saklanma zorunluluğunun yolaçtığı bağlantısızlığın El-Kaide’ye çok zarar verdiği, örgütü zayıflattığı ileri sürülüyor ki, bunda gerçek payı büyük. Zevahiri’nin Kabil’in aşırı güvenlikli semtinde öldürülmesi üzerine şöyle diyen de var: “Saklandığı delikten çıkar çıkmaz öldürüldü.”

OPERASYONA VARAN SÜREÇ

Eymen el-Zevahiri bu yılın başlarında, ailesiyle biraraya gelmek üzere Kabil’e taşınmıştı. Washington Post’un haberine göre, ABD istihbaratı, en geç Nisan’dan beri, onun kaldığı evi biliyordu. Nisan’da hükümetin ulusal güvenlikle ilgili üst düzey yetkililerine brifing verilmiş, Mayıs ve Haziran ayları boyunca Başkan Biden’a sürekli rapor gitmişti. Temmuz’un 1’inde Beyaz Ev’de, hükümetin ilgili bakanları, CIA Başkanı William J. Burns, Ulusal İstihbarat Başkanı Avril Haines, Ulusal Terörle Mücadele Merkezi Direktörü Christine Abizaid ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın katıldığı toplantıda son bilgiler değerlendirildi. Son olarak 25 Temmuz’da, bütün danışmanlarının ısrarla “yapalım” dediği operasyona Biden, “başka kimsenin zarar görmemesi için gerekli tedbirin alınması koşuluyla” onay verdi. ABD’nin şimdiye kadar “göze alınabilir zayiat” kavramının arkasına sığınarak kaç masum insanı, kaç sivili öldürmüş olduğu düşünülürse, bu defa bu haberin ille de bu motifle birlikte sunuluşu yersiz değil. İddiaya göre, hattâ, evin üç boyutlu modeli çıkarılıp üzerinde çalışılmış, Zevahiri’yi tek başına avlayabilmek için.

Belki de sonucun başarılı oluşu sayesinde motif böyle vurgulanabiliyordur. Zira şu ana kadar başka can kaybına dair bilgi verilmedi. Haber ilk duyulduğunda, Zevahiri’yle birlikte Hakkani’nin oğlu ve damadının da öldüğü ileri sürüldü, ancak bunlar resmen doğrulanmadı.

Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahit, saldırının yeri-saati, SİHA’yla, roketlerle yapıldığı gibi ayrıntıların hepsini doğrular ve saldırıyı şiddetle kınadıklarını açıklarken başka can kayıplarından sözetmedi, meselâ.

Fakat ayrıntıları doğrulamakla, Zevahiri’nin Kabil’in korumasında bulunduğunu teyit etmiş oldu. Dolayısıyla, ABD’nin, SİHA saldırısıyla “uluslararası normları ve Doha Barış Anlaşması’nı çiğnediğini” haklı olarak ileri sürecekken ofsayta düştü. Zira Şubat 2020’de ABD yönetimi ile karşılıklı imzaladıkları anlaşmaya göre, “Afganistan’da herhangi bir grup veya bireyin Birleşik Devletler ve müttefiklerinin güvenliğine tehdit oluşturacak faaliyetler göstermesini engellemeyi” taahhüt etmişlerdi. Taahhüt, “uluslararası eylem hedefi güden hiçbir terörist gruba faaliyet imkânı tanımamayı” da kapsıyordu. El-Kaide’nin lideri bizzat ülkenin iki numaralı ismi Hakkani tarafından getirilip Kabil’in en güvenlikli yerine yerleştirildiği için, Taliban yönetiminin anlaşmadan sözetme şansı kalmıyor.

Zevahiri’nin Şerpur’da bulunuşu, şüphesiz, ABD’nin başkasının egemenlik alanında kafasına göre operasyon yapmasıyla aynı tartışmada konuşulabilecek mevzu. Bunun Taliban’ın uluslararası meşruiyet arayışına zarar vereceği öylesine açık ki, suikastın hemen ardından Hakkani’nin adamları eve koşup “temizlik” yaptılar. Neden hiçbir şeye dokunmadan fotoğraflar çekip uluslararası kamuoyu desteği aramadılar da Zevahiri’nin izlerini yok etmeye öncelik verdiler, açık herhalde.

Evde başka kimsenin ölmemesi, Zevahiri’nin balkona çıktığı sırada vurulması, akla başka sorular da getiriyor. Hakkani örgütünden birileri veya bizzat Hakkani El-Kaide liderini “satmış” olabilir mi? Hakkani örgütü dışındaki Taliban fraksiyonlarından kimsenin Zevahiri’nin orada bulunduğundan haberi var mıydı? Onlar satmış olabilir mi? ABD’den Taliban’a, “şu El-Kaide’cileri verin, yaparız bi kolaylık” mesajı gitmiş olabilir mi? Yoksa hesap-kitap değil de bariz aymazlık, mesnetsiz özgüven, dünyaya akıl erdirememe mi var öbür tarafta - benzer ideolojilere sahip herkeste olduğu gibi?