Yücel Sayman’ın ardından: Kendi kendine muhalif başkan...

Eşi Hacer Sayman onu ‘kendi kendine muhalif’ diye anlatırdı, Yücel Hoca’nın da buna itiraz etmediğini düşünürdüm. Bu bile başlıca bir anlatma zorluğudur ama sadece bu da değil...

Google Haberlere Abone ol

Ali Saydı

Yücel Hoca (Sayman) hakkında daha önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk ve Milletlerarası Münasebetler Araştırma ve Uygulama Merkezi'nce yayınlanan 2 ciltlik armağan kitabın anılar bölümünde yazmıştım. O armağana, kendi deyimi ile “musalla taşı” söylemine kaçmadan yazmamızı istemişti, yazık ki şimdi durum farklı.

Aslında Yücel Sayman gibi insanları kendi yazdıkları, söyledikleri ile tanımak gerek, Avukatlık Zamanı, Özgürlük Zamanı, Gerçekliğimin Suretinde Düşler Düşünceler gibi kitaplar ve birçok makale ve gazetelerde çıkan yazıları ile... Öyle de isterdi, biliyorum. Bir de yaptıkları ile. Özellikle İstanbul Barosu Başkanı iken yaptıkları ile. Yücel Sayman'ı sadece Baro Başkanlığı ile tanımlamak tabii ki çok eksik, o unvanını kullanmayı sevmeyen, 12 Mart darbesi döneminde üniversiteden uzaklaştırılan bir akademisyen, tekrar Baro Başkanı olmasın diye kanun çıkarılan muhalif bir demokrat-devrimcidir de.

'KENDİ KENDİNE MUHALİF...'

Eşi Hacer Sayman onu ‘kendi kendine muhalif’ diye anlatırdı, Yücel Hoca’nın da buna itiraz etmediğini düşünürdüm. Bu bile başlıca bir anlatma zorluğudur ama sadece bu da değil.

Mutlaka arkasından birçok şey yazılacağını, iyi anılacağını, birçok yönü ile anlatılacağını biliyorum. Bu nedenle eksik kalacağını bilsem de bu yazıda kendisi ile dört yıl birlikte çalışmış ve sonrasında da yakın ilişkimi sürdürmüş olmaktan aldığım cesaretle daha çok Yücel Hoca’nın avukat ve Baro Başkanı yönüyle anmaya çalışacağım.

Yücel Hoca avukatlığı yargılama faaliyeti içerisindeki bir rol olarak anlatır, bu faaliyeti avukatlığın referans noktası olarak görür ve avukatın rolünü halkın hak arama özgürlüğünü temsil etmek olarak söyler, bunun gerçekleşmesine çaba gösterirdi. Sadece 'başkan' sıfatı ile konuşurken değil, öncülük ederek kurduğu merkezlerde özellikle genç avukatların çabalarına destek olarak da.

Bu nedenle halkın ve onun temsilcisi olarak gördüğü avukatların en çok hak ihlalinin yaşandığı polis-jandarma karakol ve merkezlerindeki ihlallere karşı durmak için bizlerin cep telefonumuzu 24 saat açık tutmamızı ister, kendisi de öyle yapardı.

HEP HAK ARAMA KAYGISIYLA HAREKET ETTİ

Birbirini tamamladığını düşündüğüm halkın hak arama özgürlüğünü savunmak, yargılamanın yönetimine talip olmak gibi avukatlığa birçok kavram ile de katkıda bulunduğu gibi, bugün halen faaliyet sürdüren İstanbul Barosu'ndaki birçok komisyon ve merkezin onun başkanlığında kurulup geliştirilmesi ile bu kavramların içinin dolacağını düşündü. Bu faaliyetlerin yargının demokratikleşmesine, yargılama faaliyetinde halkın ve onun temsilcisi avukatın yargı kararlarına, bu kararların oluşturulmasına daha etkin katılmasına olanak sağlamasını amaçladı. Bu merkezlerde avukatlarca hazırlanan projeleri ciddiye aldı, destek oldu. İstanbul Barosu’nun mali olanakları sınırlı iken staj eğitim merkezini ekonomik zorluklar içinde kurup geliştirirken, adli yardım merkezini daha etkin hale getirirken, İnsan Hakları, Kadın Hakları, Avukat Hakları merkezlerinin kurulup faaliyetlerini desteklerken hep hak arama kaygısı ile hareket etti.

28 Şubat'ta bütün yargı mensuplarının genelkurmaya çağrılmasına karşı duran ender kurumlardan olan İstanbul Barosu'nun başkanı olarak takındığı tutum, 19 Aralık cezaevi operasyonlarında katliamın önlenmesi için gösterdiği yoğun çaba, kendini öyle tanımlamasa da 'akil insanlar' diye anlatılan faaliyete katılımı da hep aynı demokrasi, adalet, insan hakları, barış içinde bir arada yaşayabilme kaygısı ile yaptıklarıydı...

Bir yazısında avukatlığı beceremediğini söylediğini hatırlıyorum. Kendisine yaptığı bu haksızlığı ben yine “Kendi kendisine muhalif olma" haline yordum. Baro Başkanı sıfatını taşıdığı süre içinde profesyonel olarak avukatlık yapmadı ise de toplumsal bir davada adaleti ve hukuku savunma gereği duyduğunda giyerdi cübbesini. Tabi ki Yücel Hoca’nın avukatlığını değerlendirmeye kendimi yeterli görmem, yine de bir-iki anıdan aldığım cesaretle şu kadarını söyleyebilirim; Zaman zaman herhangi bir konuda bizlerin kendisinden daha deneyimli olduğunu düşündüğünde bir iki şey sorar, sonrasında ortaya etkili bir savunma ya da çözüm yolu koyardı. Bu şekilde kendi uzmanlığı olmayan bir alanda dahi birçoğumuzun -en azından benim- yapamayacağımız kadar beceri gösterdiğini hatırlarım.

KOLTUĞUNDA HİÇ OTURMAYAN BAŞKAN

Elbette bir özellik olmamalı, ancak çokça kullanılan, kendisinden sonra gelenlerin bazılarınca kullanıldığını bildiğim için yazmam gerek, Baro Başkanı olarak elde ettiği prestiji, gücü ne başkanlığı sırasında ne de bu unvanını kaybettikten sonra maddi ya da manevi bir çıkar için kullanmadı. Aksine onun bu unvanından yararlanmak amaçlı gelen hatırı sayılır menfaat tekliflerini reddettiğine de tanıklık ettim. Ve zaten bu durum başkan sıfatı zorunlu kılmadıkça içinde bulunduğu kalabalık arasında fark edilmeden durabilen, birlikte çalıştığımız dört yıl içinde hemen her gün Baro’da bulunduğum halde kendisini Baro Başkanı olarak koltuğunda otururken hiç göremediğim kişinin başarabileceği bir şey idi.

Ondan öğrendiklerimle, davranışları ile her zaman tanımaktan beraberce bir şeyler yapmaktan onur duyduğum hocam, ağabeyim ve üstadım, başkanımız idi Yücel Sayman.

Yazdıklarını tekrar okurum, anılarını da unutacağımı sanmam, bir çok anının yanında en son yakalandığı akciğer kanseri ile dalga geçerken “salak kanser hücresi, beni öldürdüğünde kendisinin de öleceğini bilmiyor” deyişini de...