Yılmaz Güney'le bir ömür

Fatoş Güney'in kaleminden 'Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun' İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Yılmaz Güney’e dair yapılan araştırmalarda, onun hayatına dair büyük anekdotlar, filmlerin çekim süreci biliniyor ve çok yönlü şekilde değerlendiriliyor. Peki ya eşinin gözünden görünen kısmı? Oradan nasıl bir Güney çıkıyor ortaya? Cezaevleri oradan nasıl görünüyor?

Google Haberlere Abone ol

Yılmaz Güney sadece Türkiye sinemasında değil, dünya sinemasında da adından söz ettirmeyi başarmış, kendi dilini oluşturmuş ve halkın gönlünü kazanmış önemli bir sanatçıdır kuşkusuz. Yazdığı, oynadığı, yönettiği onlarca filmde takındığı sınıfsal tavrı, sosyalizm ideali uzun yıllar cezaevinde kalmasına, hatta sürgünde vefat etmesine sebep olsa da, aynı zamanda ölümsüzler katına taşımıştır onu.

Bugüne kadar Yılmaz Güney’in sinemasına, kitaplarına, sansasyonel hayatına dair bir sürü şey yazıldı. Ancak hangisi, eşi Fatoş Güney’in anılarından yola çıkarak yazdığı 'Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun' adlı kitap kadar dokunaklı ve birebir tanıklık içerir bilinmez. 'Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun', İthaki Yayınları etiketiyle yayımlandı ve diğer Yılmaz Güney kitaplarının yanındaki yerini geçtiğimiz günlerde aldı.

'YAZMALISIN, MUTLAKA YAZMALISIN!'

“Senden bir şey isteyeceğim mavi kuş. Söz ver bana, eğer ben yapamazsam mutlaka sen yapmalısın!”

“Neyi ben yapmalıyım Yılmaz’ım?”

“Yazmalısın, mutlaka yazmalısın! Yazacaksın değil mi? Anlatacaksın beni, kendini, yaşadıklarımızı, direncimizi, zor günleri…”

Güney’in Paris’teki son günlerinde, eşine verdiği söz üzerine yazmaya başlayan Fatoş Hanım bize birbirinden ilginç anekdotlar sunarken, Güney’le ilgili de çok önemli bilgiler veriyor ve bizi yıllar öncesinin İstanbul’una davet ediyor.

1952 yılında doğan, tam adı Jale Fatma Süleymangil (Pütün) olan Fatoş Hanım bu anı-romanda bizi önce Güney’le olan son günlerine götürerek kitabın yazılış amacını açıklıyor, akabinde 1950’liler İstanbul’una, hemen her gün yollarını arşınladığımız Moda’ya çeviriyor başımızı; başlıyor dönem kültürünü, semt insanlarını anlatmaya. Ancak sosyoekonomik konumlarından dolayı, o yıllarda Fatoş Hanım ve ailesi “ötekilerin” dünyasından çok da haberdar değiller. Zengin ve kültürlü bir aile onlar ve Fatoş Hanım bu ailenin göz bebeği olarak özenle büyütülüyor. En iyi okullarda okuyor, en güzel kıyafetleri giyiyor ve sosyal hayatını da unutmuyor. Zaten Yılmaz Güney’in ismini ilk defa duyması da bu vesileyle oluyor.

Günün birinde, Moda Deniz Kulübü’nde her zaman zevkle dinlediği müzisyenlerden birinin darp edildiğini duyuyor ve çok kızıyor. Darp edeninse Yılmaz Güney olduğunu Hürriyet Gazetesi’nin manşetinden öğreniyor. “Bu Yılmaz Güney denen serseri de kim!” diyor. Henüz onu kendisi bile tanımıyor.

Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun, Fatoş Güney, 360 syf., İthaki Yayınları, 2020.

Adını ilk defa duyduğu, “kaba saba” bu oyuncuyla tanışmasıysa lise yıllarında, bir arkadaşının yönetmen yardımcısı olan eşinin aracılığıyla gerçekleşiyor. Film izlemeyi çok sevdiklerinden bir set ziyareti yapmayı akıllarına koyuyorlar ve o set de şans eseri Yılmaz Güney’in filmi çıkıyor. Güney’e karşı çokça önyargı besleyen Fatoş Hanım, onunla sohbet etmeye başladıkça düşüncelerini değiştiriyor. Güney mi? O, tabiri caizse, Fatoş Hanım’ı görür görmez vuruluyor. Hatta onu daha önce rüyasında gördüğünü söylüyor ve arayı çok açmadan pat diye evlenme teklif ediyor.

Birbirlerine çok yabancı olsalar da Güney’in askerlik süreci, Fatoş Hanım’ın bitirmekle yükümlü olduğu okulu ve sonradan ortaya çıkacağı üzere birtakım ailevi engeller, yani bütün zorluklar onları ayırmak yerine, birbirine hepten yaklaştırıyor.

ÖTEKİLERİN HAYATIYLA TANIŞMAK

“Hayatı henüz tanımıyorsun ki Fatoş! Senin içinde yaşadığın hayat, yaşamın yalnızca bir yüzüdür. Bir de onun diğer yüzü vardır ki, orada insanlar mutsuzdurlar; sefil, perişan, işsizdirler, yarınsızdırlar. Dertleri, kederleri çaresizlikleriyle baş başa, yalnız ve umutsuzdurlar, sahipsizdirler. Orada çocuklar yalınayak başı kabak, donsuz, çorapsızdırlar, çoğu hastalıklıdır. İşte ben öyle bir dünyadan, senin henüz tanımadığın, bilmediğin bir yaşamdan geliyorum.”

Güney’in askerliği sürecinde karşılıklı yazdıkları sayfalar dolusu mektupta kendi hayatlarını, her türlü ayrıntıya varana değin, sanki sohbet edercesine anlatıyorlar birbirlerine. Hatta Güney, yirmi dört yaşındayken, Nevşehir Cezaevinde yazdığı 'Boynu Bükük Öldüler' adlı kitabı Fatoş Hanım’a hediye ediyor. Fatoş Hanım hepten şaşırıyor. Neden cezaevine girdiğini sorduğundaysa, “Kısa bir hikâyemden ötürü, komünizm propagandası yaptığım için girdim” cevabını alıyor.

Fatoş Hanım’ın aklı hepten karışıyor. Bu kaba saba ama bir o kadar da nazik, idealist, belinden silahını düşürmeyen sinemacının kimliğini oturtamıyor kafasında. Babası da bir komünistle evlenmenin sakıncalarından bahsediyor kızına; cezaevlerinden, sürgünlerden, düzensizlikten… Ancak Fatoş Hanım nihayetinde kararını veriyor ve ailesine bir mektup yazarak Güney’le evleniyor.

MÜCADELEYLE GEÇEN BİR ÖMÜR

'Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun' aslında bu karardan sonra başlıyor. Ondan sonra yeni filmler, yeni kitaplar, darbeler, öldürülen devrimciler, cezaevleri, hasretler, koca bir ömür başlıyor, ta Paris’e kadar uzanıyor.

Fatoş Hanım tüm bu badireleri öyle naif bir dille anlatıyor ki bize, önce bir anı kitabı okuduğumuzu düşünüyoruz; sonra öyle keskin kararlara, çatışmalara varıyor ki iş, bu kez soluksuz akan bir roman gibi devam ediyoruz kitaba.

Ara bölümlerde, yazılan mektuplarda Güney’in hayatına, okul sürecine, sinemayla, sosyalizmle tanışma sürecine dair birtakım ayrıntılarla karşılaşsak da, belki de işin en güzel yanı, tüm süreci Fatoş Hanım’ın gözünden görmekte gizli. Zaten Güney’e dair yapılan araştırmalarda, onun hayatına dair büyük anekdotlar, filmlerin çekim süreci biliniyor ve çok yönlü şekilde değerlendiriliyor. Peki ya eşinin gözünden görünen kısmı? Oradan nasıl bir Güney çıkıyor ortaya? Cezaevleri oradan nasıl görünüyor?

“Sinemada istediklerimi gerçekleştirebilmiş değilim henüz. Bugüne dek amacım halk tarafından tanınmak, sevilmek ve Yeşilçam’ın kurtlar sofrasında bir yer tutabilmekti. Bu ilk etabı başarıyla tamamladım. Bundan sonra halkıma yararlı olmak, onlara gerçekleri aktaran, onları sarsan, uykularından uyanmalarına yardım edecek ve düşünmeye sevk edecek filmler çekerek sözümü söylemek istiyorum. Askerden döndükten bir süre sonra artık sıradan filmlerde oynamayacağım, filmlerimi kendim yöneteceğim. Dünya sinemasına açılacağım, bir gün dünya sinemasında mütevazı bir yerim olacak.”

Fatoş Hanım’a böyle diyor Güney ve nice bedeller ödemesine rağmen kendine verdiği sözü tutuyor ve bırakalım ödülleri, ölümsüz bir sanatçı olarak ustaların arasında yerini alıyor. 'Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun', bu süreci layıkıyla anlatmayı başarıyor ve Yılmaz Güney araştırmacıları için ilk elden bir kaynak olmasıyla da hepten önemli bir yerde duruyor.