YAZARLAR

Pop Tarih, hafife almaya gelmez

Bugün hiç kimse, hiçbir şey gösterinin dışında kalamıyor. Daha ötesi, gösteri alanına çıkabilmek için özgünlük kadar, öznellik ön koşul gibi görünüyor. Yine tarih yazımında bunun son örneklerinden biri bizleri de yakından ilgilendiriyor.

Tarihi gönlümüze göre yorumlayabilir miyiz?

Kahve muhabbeti ya da ideolojik – siyasal bakışın öne geçtiği amaca yönelik okumalar, Tarih olarak değerlendirilebilir mi?

Öznel tarihçilik diyebileceğimiz yeni bir tarih yorumu, yazımı öne çıkıyor uzunca zamandır. Yuval Noah Harari’nin Sapiens’le başlayıp Homo Deus’a; İnsan Türünün Kısa Tarihi’nden Geleceğin Kısa Tarihi’ne uzanan kitapları, bunun en popüler örneği. Harari, insanlığın oluşumunu günümüzden geriye sararak yeniden yazıyor. Bugün her şey “yapay zeka” ve onun ürünleri üzerinden düzenlendiğine göre, bütün insanlık tarihi de “bilişsel devrim” üzerinden inşa ediliyor Harari tarafından. Sürü halinden toplum halini almamız ve sapiensin diğer türlere, doğaya baskın hale gelmesi, hep bu kılavuzla gerçekleşiyor. O kılavuz, insanın kendisini “tanrı” gibi yüceltmeye taşıdığı gibi, robotlara tabi olmayı da getiriyor.

Tekno-tarih olarak da okunabilir Harari’nin yazdıkları. Ya da pop tarih. Toplumsal varlık olarak nitelenen insanın tarihini toplumsal süreç değil bilgi-teknoloji üzerinden incelemek, özel bir cepheden bakmak, elbette mümkün. Ama tek ve asli gerçeklik olarak sunulursa, öznel tarihçilik olur.

***

Öznelliğin ötesinde revizyonist tarihçilik diye bir eğilim var.

Yine kendi öncelikleriniz doğrultusunda tarihi yeniden kuruyor, yazıyorsunuz.

Bunun bilimsel ve etik boyutunun yanı sıra ideolojik arka planına, anlamına ilk dikkat çekenlerden biri Umberto Eco’dur. Nisan 1995’de Columbia Üniversitesi’nde verdiği konferansta, Ebedi Faşizm’i tarihi “revize etme” üzerinden değerlendirir. Ki, bu da pop tarihin başka bir biçimidir.

Asıl alanı göstergebilim olan Eco, 1980’de yayımlanan Gülün Adı romanı ve bunun sinemaya uyarlanmasıyla geniş kitlelerce tanınır hale geldi. Kendi deyişiyle “ünlü olma talihsizliğine uğradı”. Romana ve tarih yazımına getirdiği katkıların popülerlik ardında kaybolmasından duyduğu kaygı mıydı ünü talihsizlik olarak görmesi, bilinmez.

Eco üniversite kürsüsüyle, dersliklerle yetinmedi hiçbir zaman. Bilim ve sanat daima somut hayatla birlikte vardı onun için. Henüz dünya ölçeğinde ünlenmeden, 1973’de yayımlanan denemeler toplamı Günlük Yaşamdan Sanata, adıyla da bu yaklaşımı ortaya koyar. Kitabın dördüncü bölümü (“Nesneleri Okuma Üzerine”), popüler kültür çözümlemesinin erken ve parlak örneklerindendir. Özellikle iki yazı; "Sahtesini Yapma" ve "Toplumsal Uzlaşım, Gösteri Olarak Kültür" yazıları, elli yıl önceden günümüze tutulan birer projektör olarak okunabilir. İletişim ve yayın dünyasının hep içinde olmuştur. İtalyan Radyo Televizyonu RAI’de kültür programları yöneticiliği, yayınevi editörlüğü, gazete – dergi yazarlığı yapmıştır.

Göstergebilimci, ortaçağ uzmanı, estetikçi, denemeci, eleştirmen ve nihayet romancı Umberto Eco tüm bunlarla birlikte, belki bunlardan da önce etikçidir. Sadece Beş Ahlak Yazısı kitabından dolayı söylemiyorum bunu. Yukarıda işaret ettiğim bilgi, bilim, sanat ve hayat –dolayısıyla toplum, dünya, tarih ve zaman- ilişkisi de “etik” tutumu, konumu içinde taşır.

Etik anlayış ve tutum, yazarla metin arasındaki ilişkiden başlar onun için: “Yazar, yazmayı bitirir bitirmez ölmeli. Metnin yolunu kesmemek için…”

Aynı şekilde, “Yazar, yapıtı yorumlamaya kalkmamalı. Yoksa roman yazmanın anlamı kalmaz. Çünkü romanın kendisi yorumlar üreten bir aygıttır.”

Eco’nun ünlü olma talihsizliğinden kastı, çok öncesinden işaret ettiği “gösteri” alanına kendisinin de katılmak zorunda kalmasıydı belki de. Bu da, yazar ve yapıt ilişkisine dair etik-estetik ilkelerinin ihlali anlamına geliyordu.

Bugün hiç kimse, hiçbir şey gösterinin dışında kalamıyor.

Daha ötesi, gösteri alanına çıkabilmek için özgünlük kadar, öznellik ön koşul gibi görünüyor. Yine tarih yazımında bunun son örneklerinden biri bizleri de yakından ilgilendiriyor.

TARİH MISIR'DA BAŞLAR

Yale Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Alan Mikhail’in Tanrı’nın Gölgesi adını taşıyan son kitabı Sultan Selim ve Osmanlı İmparatorluğu’nu “küresel tarih” üzerinden konumlayıp yorumluyor: God’s Shadow: Sultan Selim, His Ottoman Empire, and the Making of the Modern World (Tanrı’nın Gölgesi: Sultan Selim, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Dünyanın Oluşumu).

Kitabın yayımlandığı Eylül 2020, bizim tarihçilerin Yavuz unvanıyla andığı I. Selim’in 500. ölüm yıldönümü. Derin Tarih dergisinin yine bu ayki sayısında yazarla yapılmış bir röportaj var kitaba ilişkin. Başlığı: “Yavuz, Bütün Dünyayı Osmanlı Yapmak Arzusundaydı”.

Bu arzunun tecelli ettiği tarihse 1516 – 17. Memluk İmparatorluğu’na son vererek Kahire’yi ele geçiren Yavuz, hilafeti devralmanın yanında jeopolitik saltanata da sahip olmuştur. Akdeniz üzerinden Hindistan – Çin ticaret yolunu kontrol eder hale gelmiştir.

Mikail aynı malzemeyi ve tezleri Amerikan okuruna Amerikalılar’ın varlıklarının, köklerinin aslında Yavuz’un Mısır seferiyle inşa ettiği imparatorluğa bağlı olduğu şeklinde sunuyor. Washington Post’taki "Amerika’yı Değiştiren Osmanlı Padişahı" başlıklı yazı, “Amerika, Protestanlık ve Kahve: Hepsinin Müslüman Bir Geçmişi Var” spotuyla yayımlandı (20 Ağustos 2020).

Mikhail aynı malzeme ve tezleri Time dergisinde bu kez güncel politik üzerinden ve dünyaya bir uyarı olarak sunuyor: Erdoğan’ın Osmanlı Aşkı Dünyayı Neden Ürkütmeli (3 Eylül 2020). Çünkü, Erdoğan, Selim’e benzemeye çalışıyor, onu örnek alıyor!..

***

Neyse ki dünya salgınla boğuşuyor. Bu nedenle de Mikhail’in Selim sunumları gazete dergi yazıları ve birkaç röportajla sınırlı şimdilik. Kolomb 1492’de Amerika’ya gitti, Martin Luther Protestanlığa öncülük etti, Makyavelli Prens’i yazdı ama Sultan Selim, Mısır’ı alarak imparatorluğuyla dünyayı onlardan daha fazla etkiledi değiştirdi, diyor Mikhail. Ve devamı: Şimdi de onun gölgesi dünyayı tehdit ediyor…

Salgın olmasa, öznel pop tarih kim bilir nerelere varacak.