YAZARLAR

Covid havayolları

Her ülkede tam bir devlet komedisi, havayolları sahnesinde cereyan ediyor. Birer ikişer metre ‘sosyal’ mesafeli sokulduğunuz uçakta, 6 santim koltuk kolu aralığında, bitişik düzen oturuyorsunuz. Neredeyse hiçbir havayolunda orta koltuk filan boş değil. Bu bir havayolları efsanesi.

Beş-altı şehir adı yazıyor elektronik levhada. Yanında mavi, yeşil, kırmızı bavullar duruyor. Beş-altı şehirden gelen yolcular, bu buluşma noktasında -eğer bize anlatılanlar doğruysa- karşılıklı virüs alışverişinde bulunuyor. Bir bavul düşüyor banda. Herkes tenis maçı izler gibi, -biraz daha yavaşça- bir Meksika dalgası halinde, 7-10 saniye kadar seyredip, eğer kendilerinin değilse, vazgeçip, yenisini seyre dalıyor. Şanslı bavul sahibi, ‘açılın ben bavul sahibiyim, açılın ben bavul sahibiyim’ diyerek, bir deniz yarma misali, elinde sahiplik asası, yüzlerce kişinin arasına kahramanca dalıp, her virüsten nasibini alıyor. ‘Aldım verdim, ben seni yendim’ oyunu gibi ama herkesin kaybettiği bir şey bu. Daha çok, enteresan bir Rus ruleti oynanıyor sanki Sabiha Gökçen Havaalanı'nda. Tek farkı; hızlı, darbeli ve kanlı bir mermi girişi yerine, biraz daha geç elde edinilen, bir sonuç alıyorsunuz. Rus ruleti heyecanı 15 güne yayılıyor. Adrenalin keyfi bile pek yok yani.

Her ülkede tam bir devlet komedisi, havayolları sahnesinde cereyan ediyor. Birer ikişer metre ‘sosyal’ mesafeli sokulduğunuz uçakta, 6 santim, koltuk kolu aralığında, bitişik düzen oturuyorsunuz. Neredeyse hiçbir havayolunda orta koltuk filan boş değil. Bu bir havayolları efsanesi. Uçak şirketleri, Covid dönemi, kâr kayıplarını, mutat olduğu gibi bizden çıkarmaya çalıştığından olacak, kendi mesafe kuralları teferruat oluyor ama fiyatlar sanki orta koltuk boş gibi. Eğer ortada oturan sizseniz, acaba var mıyım kontrol ediyorsunuz. Varsınız, şimdilik…

.

Salakça geliyor insana. O zaman neden bu mesafeli harmandalı? Uçağa göre kocaman havaalanında, mesafe emir ve direktifleri, havayolları şirketlerinin kârı söz konusu olunca sağlık altında kalıveriyor. Yerden yüksek oynar gibiyiz ama uçak içine kadar. Fakat havayolları kurnaz mı kurnaz. İşine gelen Covid kurallarına istisnasız büyük bir keyifle uyuyor. Türkiye’de tek uygulanmış AB kuralı, çiğ köftenin etsizleştirilmesine şüphesiz oybirliği ile uyan, salçalı ince bulgur satıcısı, çiğ köfteciler gibi uçak şirketleri de uçak ikramlarını kaldırmış ya da uzun uçuşlarda, ekmek arası peynirle geçiştiriyor. Fırsat bu fırsat THY, Ayasofya gündemine de uygun olarak, dış hatlarda da alkol ikramını kesmiş durumda. İnsanın, 6 santim ötesindeki, koltuk komşusunun virüs taşıyor olma endişesini, az da olsa alkole boğma şansı yok.

Zaten alkol da sağlığa zararlı. Her şey bizim için.

-Pandemi riski; Ayasofya’da cuma namazında yok, Cumartesi Anneleri'nin eyleminde varsa, bizim sağlığımızı daha çok düşünüyorlar demek bu sanırım. Ne kadar iyiler…-

.

Sabiha Gökçen Havaalanı'nda inat edip, bu durumu şikayet etmek istiyorum. Sadece 1 saat yolculuk, 1.5 saat valiz bekledikten sonra, bunu yapmaya çalışmak sıra dışı sanırım ama kendileri istedi bunu. Bütün dünyayı gezerken, her zaman yanımda olan, bir kitap, iki tişört ve iki çamaşırı taşıdığım, çok küçük çantayı, ‘kadın çantası’ olmadığı için uçağa almadıklarından bu.  -Şaka değil bu yazdığım.- Covid sırasında gelirken bile sorun olmamıştı ama böyle buyurdu Zerdüşt. Yoksa bagaj-Covid dağıtım merkezine pek dikkat etmeden, geçip gidecektim muhtemel. Doğrusu şikayeti dinlediler. ‘Haklısınız’  bile dediler. Hatta yolda terminal yönetiminin kurumsal iletişiminden biri arayıp teşekkür ediyor ama ‘Biz aslında önlem alıyoruz ancak insanlar kurallara uymuyor’ diyor. ‘Covid’i ancak birlikte yenebiliyoruz’ diyor. Neredeyse ben de özür dileyip, yere çizilmiş çizgilere aldırmayanları linç edip, kurtulacağım bu kokmuş karanlıktan. 'Sallandıracaksınız birkaç tane, bak çizgiyi aşabilecekler mi' de diyebilirim. Bütün iş kazalarında olduğu gibi ‘katil uşak’ çıkacak yine.

Birden kendimi bu işi çözmek zorunda kalan, Sabiha’yı kurtaran adam gibi hissediyorum. 'El bagajlarını ve en küçüğünden bütün çantaları içeri aldığınızda, bagajların bütün yolcular kadar, bir kat daha arttığını biliyorsunuz değil mi' diyorum. ‘Çizgileri çizdiniz yazıları yazdınız, sorumluktan kurtuldunuz mu diye düşünüyorsunuz’ diye soruyorum. ‘5-6 uçağın birden bagajlarını banda vermiyoruz’ demişlerdi zaten. O yandaki ‘mavi bavul daha gönderilmedi, yeşil bavul gönderiliyor, kırmızı bavul bitti’ işaretleri de var. Fakat neredeyse, hiç kimsenin dikkat etmediği, bir hiyeroglif dil bu ve doğru da olmuyor her zaman. Ve neden ‘bekleniyor-yolda-bitti’ gibi yazılamadığını da anlamıyorum. Okuma yazma bilmeyen için ise zaten şehir adlarını da okumayacaklar.

Bu sefer başka bir ‘mahana’ ile salvomu savuşturmaya çalışıyor kurumsal iletişim arkadaş. ‘Bagaj taşıma hizmetini başka şirketler yapıyor’ diyor. ‘Biz buna özelleştirme diyoruz ve her durumda siz sorumlusunuz’ derken yakalıyorum kendimi. ‘Güvenlik gönderiyoruz, yolcularla tartışma çıkıyor’ diyor. Kimseyle tartışmamak lazım tabii ki üç günlük dünya.

Kendimi kaptırıp, ‘Kaç bagaj bandınız var? Kaçı çalışıyor? Ya da uçuşlar az diye kapalı yolcu salonu var mı ?’ diye filan sormaktan vazgeçiyorum. Yukarıdaki fotoğraflardan göndermiştim, belki bir kat aşağısını görememişlerdir diye. ‘Onlara bakın’ diyorum ‘ve ben değil siz çözüm bulun. Benim işim değil. Ya da şu anonsları filan da kaldırın, tak etti canıma bu maskeli balo…’

Yeni havaalanı da Covid bulaşması için ek bir çaba gösteriyordu doğrusu. Uçağa binerken, herkesi metal kontrollerinden geçirdikten sonra, 50 santim çapında iki kenarında 20 santimlik iki açık kapı aralığı olan bir tüpe sokuyorlar. ‘Bu ne işe yarıyor’ diye sorduğumda, metal olmayan tehlikeli maddeleri üstümüzdeki uyuşturucu ve plastik patlayıcıyı tespit ediyormuş. ‘Kaç tane yakaladınız bugün’  diye soruyorum, plastik patlayıcıymış gibi bakıyorlar bana. ‘Fakat bütün yolcuları bunun içinden geçirip, bütün ülkeye Covid dağıtımı yapıyor olabilirsiniz’  diyorum. Birbirlerine bakıyorlar. ‘Yok kenarları açık’ diyorlar. O sırada bir kişi içeride elleri havada karşı cama bakıyor. Sonra plastik patlayıcıdan ölmeyeceğimizden ve birisi aniden cebindeki marihuanayı çıkartıp, tüttürmeyeceğinden emin uçağa biniyoruz.

Covid mi? O, Sağlık Bakanı ağzında bir sayıdan ibaret. Her gün iyi bir tarafının mutlaka tespit edildiği bir ‘Pollyanna’ masalı…

Sevgili okur, siz yine de kendi önleminizi alabilirsiniz tabii ki. Bolivya’da gümüş madeninde, yer altına çalışmaya inerken, tünelin ağzında, madenci azizi heykeli vardı, ona haç çıkartılıyordu. Hemen iki adım ötesinde de yerlilerin madenci tanrısı ‘Tio’ duruyordu. Bir yanağı koka yaprağı çiğniyormuş gibi şiş bir heykeldi. Önüne koka yaprağı ya da sigara bırakılıyordu. Yerin 200 metre altında, tahta çıkrıklarla indiğimiz 40-50 metre yüksekliğinde kuyularda işe yarıyorlardı mesela. İpin kopmamasını ya da koparsa kuyunun kenarına tutunabilme şansı veriyorlardı. Ben Tio’ya güveniyordum ve koka yaprağını esirgemiyordum ondan…

Böyle bir koruyucu bulun kendinize, eğer uçak ile yolculuğa çıkacaksanız.

Rus ruleti şans işidir…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...