YAZARLAR

Polissiz bir gelecek

Açıklanana göre, 180 milyon dolarlık bütçeye sahip bir polis kuvvetleri var. Şiddet durmuş mu? Hayır. Cinayetler artık işlenmiyor mu? Hayır aynı şekilde devam ediyor. Ayrıca şiddet tekelinin yasal mermisiyle, legal ve illegal olanları var ki üstüne üstlük.

ABD’de isyan sadece bir protesto halinde yürümüyor. Yani olay sadece, ‘katil o son insanı öldürmeyecekti’  üzerinden devam etseydi, üç diz çökme seremonisi, halkın yanına geçerek protestoya dahil olan şerif gibi, sembolik ve etkisini küçümsemediğim ama pek aldırmadığım şeylerle evine dönerdi herkes. Mesela Mineopolis’te, özellikle siyahlar arasında halk ambulansları, toplum itfaiye ekipleri, ulaşım destek sistemi, gıda bankaları, sıcak yemek istasyonları, toplum güvenliği ve savunma ekipleri oluşturduklarını söylüyor isyancılar. Ayrıca bununla kalmayıp, şiddet tekelinin, şiddeti kullanma biçimini protesto etmeyi çoktan aşıp, onu ortadan kaldırmayı, polissiz bir geleceği konuşuyorlar. Bu sözünü ettikleri gelecek de ufukta tahayyül ettikleri bir şey değil. Henüz dün akşam parkta yaptıkları toplantıda polisi hemen kaldırdıklarında, cinayetler ve şiddet içeren davranışları nasıl engelleyeceklerini tartıştıklarını yazıyordu Jae Hyun Shim, Truthout’da. Ayrıca bunun için zaten toplum güvenliği ve savunma gruplarını kurduklarını, mesela böyle durumlarda şimdiden polis yerine, daha önce de benzer birimlerde çalışan doktorlar ve ruh sağlığı çalışanların, savunma gruplarıyla birlikte  olay yerine gittiğini belirtiyordu.

Burada otoriteye alışmış devletaltımız-devletaklımız, hemen, polis olmadan, mesela şiddet nasıl engellenebilir diye bir distopya gülüşü atıyorlar bana. Çok alışığım ben buna, söyledikleri güzel ama ütopik olanım hep, başım okşanası ve kenara koyulası. O zaman Minesotta’dan doğru, tersine bakalım. Açıklanana göre, 180 milyon dolarlık bütçeye sahip bir polis kuvvetleri var. Şiddet durmuş mu? Hayır. Cinayetler artık işlenmiyor mu? Hayır aynı şekilde devam ediyor. Ayrıca şiddet tekelinin yasal mermisiyle, legal ve illegal olanları var ki üstüne üstlük. O zaman sevgili distopya gülümsemelerine, birkaç soru;

Hiçbir şey engellemiyorsa neden yıllık 180 milyon dolar harcanıyor?

Bu bütçe en azından bir toplumsal dayanışma ağı için harcansa, zaten bu kadar suçun işlenmeyeceği kesin değil mi ?

-Tolstoy 150 yıl kadar önce Lichtenberg’den alıntılıyordu; ‘Eğer bir seyyah, uzak bir adada ateşe hazır toplarla korunan evlerde yaşayan insanlar ve o evlerin etrafında gece gündüz devriye gezen nöbetçiler görecek olsaydı, adada haydutların yaşadığını düşünmekten kendini alamazdı. Avrupa devletlerinin durumu bu değil midir?’–

-Bu sefer de bana devlet, polisten vazgeçer mi diyeceksiniz; bu devletin sorunu, benim değil. Burada bizim ihtiyacımız olmadığının altını çizmeye çalışıyorum sadece.-

Böyle bir bütçeye hiç sahip olmayan ve hatta engellemelere rağmen gıda ağlarından sadece, Black Lives Matter DC, mart ayından itibaren 55 bin kişiye sıcak yemek sağladı. Bu örneklerden bir başkası, Pan-Afrika ve Pan-Yerli bir tarım kolektifi olan Black Earth Farms-Kara Yeryüzü Çiftlikleri, Oakland'daki protestolar sırasında tutuklanan, yaralanan veya bu gelişmelerden sarsıntıya uğrayan herkese yiyecek veriyor ve burada saymadığım başkaları da var.

Ayrıca ırkçılığı sevmiyorsanız başka şansımız da yok. Çünkü ırkçılık denilen şey, farklı renkten ya da göz şeklinden değil, uzak-yakın bir yağma beklentisi halinden doğar. Bu yüzden sadece bu yağma, yatay olarak başka bir dünyayı örgütleyebildiğimiz oranda ortadan kalkabilir. Yoksa ırkçılık kapitalizm içinde hiç de mantıksız değildir. Tam aksine, kullanışlı bir sınıf ayrımı olanağı sağlar. İstisnalar rengi bozmaz. Yerine göre siyah, kahverengi, sarı, çok beyaz, aksanlı konuşan, iyi konuşamayan, çekik, yuvarlak, büyük ya da küçük gözlü olduğunuzdan ayrımcılığa tabi kalabilirsiniz. Bu yağma beklentisi nedeniyle, kapitalizmi savunup, ırkçılığı reddetmek, "kar yağışı güzel ama bir de hava soğuk olmasa" demek gibidir. Çünkü kapitalizmin temelinde, Amerika kıtasının yerli emeği ile talanı ve bunun, olağan üstü bir sermaye birikimini ortaya çıkarması vardır. Yani burjuvazi başka ‘ırkın’ altını, gümüşü ve kanlarının çocuğudur.

Yani okur kardeşlerim, dediklerimi sevin ya da sevmeyin, siz; buğdaylar, kahverengiler, siyahlar, kirli beyazlar, griler, çok beyazlar, bulanıklar, Avrupa’da ‘İspanyol, Fransız zannedilenler’, ‘Hiç sizin gibi, oralısını da görmedim' denilenler, Finlandiya kırmaları… hepimiz bu dünyanın altındayız ve bu yüzden yıkmanız gerekiyor…

Ya da alın köşeye koyun yine beni, ah sevimli ben…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...