YAZARLAR

Korona: Yeni küresel normal

Bu bir yıkım tablosu. Ulusların kendi kendine yeterlilik adına duvarlarını yükselteceği, pasaportlarımızın yanı sıra yahut içindeki bir çiple sağlık bilgilerimizin de biriktirilip, denetlenip, paylaşılacağı, her gün her an izlenmeye açık olacağımız bir kafkaesk yakın gelecek.

Küresel Covid-19 salgınıyla mücadelenin tek geçerli yöntemi olduğu artık anlaşıldı. Bizim, umuyorum sesleri çoğaltarak, yapacağımız sözkonusu yeni durumun ülkemizde ve dünyada ne yönde kalıcı bir dönüşüm yaratacağı üzerine konuşmak. Geçerli yöntem: Yalıtım. Yurttaşlar birbirleriyle ama özellikle gençler büyükleriyle temastan kaçınacak. Yaygın test yapılacak. Yoğun bakım ünitelerinin istiap hadlerinin aşılmaması, böylece sağlık hizmetlerinin aksamaması hedeflenecek.

Dünya genelinde gelecek aylarda insan nüfusunun yüzde 70’e varan çoğunluğuna virüs bulaşacak, bunlar kendiliklerinden bağışıklık kazanmış olacak. Özellikle yetmiş yaş üzerindeki nüfusun ise geri kalandan yalıtımı, belki üç-dört aylık bir ufukta, onları koruma amacıyla sürecek. Bağışıklığın ne süreyle kalıcı olduğu belli değil. Pek çok uzman üç aydan fazla dayanmayacağını belirtiyor. Salgının yaz aylarında hız kesip, kesmeyeceği de belirsiz. Keza pek çok uzman, sonbaharın sonuna, kışın başına doğru yeni bir zirve bekliyor. Salgının güney yarımküredeki etkisi de henüz kestirilemiyor.

Aşı bulunması için, hayvanlar üzerinde deneme aşaması bugün yapıldığı gibi atlansa bile, en az 18 ay boyunca beklemek gerek. Tedavi geliştirmek ise, belki semptomatik olarak kısmen en azından, daha kısa zamanda olası. Bu da az buz şey demek değil, zira mevcut farklı ilaçların Covid-19 üzerinde etkinliği kanıtlanırsa, yoğun bakım yatakları ve sağlık sistemi üzerindeki kritik baskı azalacak demektir. Özetle, 18 aylık bir gelecekte, zaman zaman geri gelecek ikişer belki üçer haftalık sokağa çıkma yasakları ve gönüllü karantinalarla yaşayacağız. Önceliğimiz EVDE KALmak olacak.

Evde kalmak demek, küresel ekonominin el frenini çekmek ve küreselleşmenin sonunun gelmesi demek. Ekonomi, siyaset gibi neredeyse ayıp bir sözcük olarak görülür oldu. Oysa ekonomi de, siyaset de insana dair. Covid-19, hem alıştığımız ekonomik düzenin, hem siyasal düzenin karşılaştığı en ciddi sınama. Bir tür nihilist can sıkıntısıyla “yıkılsın dünya, yaksın garipler dünyayı” naraları atanlar, yarın ne tür bir potansiyel bölüm sonu canavarıyla karşılacaklarının pek bilincinde değiller korkarım. Kamu yönetimi gücünün artacağına, yani devletlerin büyüyeceklerine kuşku yok.

Pekiyi salgınla mücadelede ve salgının ekonomik yıkıma yol açmamasını teminen bu yönelime rıza gösteren, destek olan yurttaşın, devletle olan ilişkisi nasıl yeniden düzenlenecek? Temel soru bu. Kolektiflik kaçınılmaz biçimde çözümün özü. Ancak kolektifliğin, totaliterlik sonucuna ulaşmaması için uğraşmak gerekecek. Başka deyişle, yerküremizin kamu yönetimi yeniden organize olacak. Bu re-organizasyon insanı mı odağına alacak, yoksa insanın adeta üzerine mi yıkılacak? Yahut tamamen denetimden çıkmış ama anarşik de olsa özgür yaşanan bir “Mad Max” dünyasıyla, tümüyle denetim altında yüksek koruma duvarlarının ardına çekilmiş katı kuralcı ama sözde uygar bir “Star Wars” dünyası yan yana mı var olacak?

O kadar uzağa gitmeyelim, kendimize bakalım. Bizde açıklanan ekonomik önlemler ve destek paketi, sanki salgının ciddiye alınmadığı ve bir-iki aya kalmadan düzlüğe çıkılacağı kumarına dayandığı izlenimi veriyor. Almanya’nın ayırdığı 600 milyar dolarlık paketin ülkemizin ulusal gelir toplamına eşit olduğunu dün bu sütunlarda saygıdeğer Ümit Akçay hocamız yazdı. Örnekler, özellikle desteğe ayrılan akçenin, milli gelire oranı üzerinden karşılaştırılarak, en azından OECD ülkeleri temel alınarak çoğaltılabilir. Geçerli tek yaklaşım olan ve bir buçuk yıl süreyle sürekli “aç-kapa” birlikte yaşayacağımız “eve kapanma” ve “tam yalıtım”, ekonomik etkinliğin, üretimin başta durması demek. Buradan nasıl çıkacağız Türkiye olarak?

Yeni ekonominin onyıllardır ıskartaya çıkardığı, toplumun kenarına ittiği vasıfsız yahut tek vasıflı birey, köylü, çiftçi, şimdi bir gecede makbul yurttaşa dönüştü. Şimdi, yaratıcılık ve etkinlik merkezi büyük kentten alabildiğince uzakta, mendil büyüklüğündeki toprağı üzerinden kendi çorbasını kaynatabilecek kadar tarım yapan köylü günün galibi. Yalnız önümüzdeki kırsal, çobanıl, yeşil cennetimsi bir tablo değil: Bu bir yıkım tablosu. Ulusların kendi kendine yeterlilik adına duvarlarını yükselteceği, pasaportlarımızın yanı sıra yahut içindeki bir çiple sağlık bilgilerimizin de biriktirilip, denetlenip, paylaşılacağı, her gün her an izlenmeye açık olacağımız bir kafkaesk yakın gelecek.

Covid-19 virüsünün bir olumlu yanı bizi can havliyle, hızla düşünmeye sevk etmesi. Diğeri de bildiklerimizi, bugüne dek öğrendiğimizi süratle ve topluca çöpe atmamıza yol açması. Bu konularda konuşmayı sürdüreceğiz. Sağlıcakla kalın.

Değerli okurlarıma en içten biçimde “Newroz Piroz Be” dileklerimi iletirim.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.