YAZARLAR

Rengârenk coşkulu isyanımız korkutuyor

Erk, kadınlardan gerçekten korkuyor. Korkmakta haklı da… Başka bir siyasetin imkânlarını arayıp bulabilecek en büyük kitlesel muhalif güç feminizm, feministler. Bu nedenle feministlere saldırı hem iktidardan hem diğer ataerkillerden bunca yoğun geliyor, üstümüze üstümüze.

Feminist gece yürüyüşünün nabzı kortejin ortalarında tutulur bence. Arafın en sevilesi hali belki zira yürüyüşün ek yeri ortalar. Nasıl farklı feminizmlerin buluşma noktalarından birisi 8 Mart feminist gece yürüyüşüyse o yürüyüşte kortejin başıyla sonunu buluşturan o iç kısımlarda yer alanlar. İki uçta birbirini duymadan atılan sloganları önden arkaya ve arkadan öne iletme işlevi, şahane bir misyon. Önde düzeni sağlama çabasıyla ama en sondakilere ulaşmayan seslerle atılan sloganlara katılarak geridekilere duyurmak müthiş bir şey. Ve o dalga biter bitmez arkadan yükselen yeni seslere uymanın dayanılmaz hafifliği mest edici. Kaygısız, sakınımsız ama devingen… Kalp atışı misali… Kortejin coşku patlaması adeta ortalarda yaşanan… En azından Ankara, Sakarya Meydanı'ndaki feminist gece yürüyüşünden bu yıl hissiyatım böyleydi. “En çok ortadakilerin sesi kısılıyor olmalı 8 Mart geceleri”, dedirten ‘yüksek irtifaya’ ara yerlere takıldım bu yıl. Çoklukta birliği ve birlikte çokluğu bulmanın imkanını yakaladım orada. Asla yalnız yürümeyeceksin sloganı, yaşanıyor orada.

Koruma talep eden kadınlara polis yetiştiremediğini(?) (çekinmeden) söyleyebilen emniyet müdürleri, 8 Mart eylemlerinden esirgemiyor memurlarını. Her kadına bir polis düşecek kadar hatta bazen daha çok sayıda görünecek kadar üniformalıya maruz kaldık yine. Erk, biliyor tabii ki kadınlar özgür olsa dünyanın yerinden oynayacağını. Barikatlar ve silahlı, üniformalı polislerle -üniformasızların haddini hesabını kestirmek zor- kuşatarak önlemeye çalışıyor, özgürlüğümüzü. Ama beyhude çaba çünkü fırsat olsa kadın polisler de eylemin parçası olacak gibiydi. E, patriyarkaya isyan, her kadının yüreğinde yanan, sönmeyen ateş ne olsa. Yani Ankara’da polisle pek sıkıntı yaşanmadı. Hatta alana girişte kendisini arayan polis memuruna “sizin de emekçi kadınlar gününüz kutlu olsun” diyenler hiç az değildi. Ama katilleri kadınlardan uzaklaştırmakta gönülsüz olan polisler arasında LGBTİ+ pankartına talip olan da çıktı. Bir anda pankartı kapıp kaçıveren memurun muradı neydi, bilemedik. Pankart kaçırılınca LGBTİ+ bireyler mi buharlaştı ne oldu ki bu kadar çocukça bir eylem koydu polisimiz, anlaşılmadı.

Feminist gece yürüyüşlerinin 14’üncüsünde dikkatimi çekenlerden birisi halkın ve esnafın bilincinde, her yıl giderek artan yükseliş. Geçmişte ‘bu kadınlar daha ne istiyor’ bakışları atılırken artık bazı vitrinlerde, bazı binaların üst kat pencerelerinde bile feminist dövizler görmenin keyfi paha biçilemez. Yürüyüşe katılan kadınlarda da giderek farklılaşma gözlemleniyor, son yıllarda. Örgütlü olmayan kadınların katılımı, her yıl daha çok dikkat çekiyor. Konuştuğum kadınlardan kimisi bile isteye gelmişti, ilk defa 8 Mart gece yürüyüşüne. Kimisi hiç planlamadığı halde oradan geçerken ‘ben de burada olmalıyım’ diyerek katılıvermişti o coşkuya, o sloganlara, o kararlılığa. Feminist mücadeleyi kadınlar işte böyle susmayarak büyütüyor. Ve kim bilir aramızda olmasa bile evinde gönülden katılan ne çok kadın var…

Ve eril şiddetle hayattan koparılanlar da aklımızla, yüreğimizle aramızdaydı. Konca Kuriş’ten Ceren Damar’a uzana ataerki cinayeti listesiyle kız kardeşlerimizi anarak büyüttük isyanımızı, yas tutmak yerine. İstanbul Sözleşmesi yaşatır, İstanbul Sözleşmesi'ni uygula, 6284’ü uygula çağrılarıyla. Ama benim gönlümde 2020 8 Mart'ına damga vuran yaratıcı döviz: “Erkeklik koronadan daha öldürücü”. Haklı. Zaten devletler de Covid 19 için aldıkları önlemleri şiddetçi erkeklik için almıyor. Çünkü bu erkeklik kadınları ve çocukları öldürüyor. Hiç “demokratik” değil ve demokratik olmayan şeyler de hükümetlerce tehlikeli bulunmuyor. 8 Mart eylemlerini tehlikeli buluyor ama yönetenler. Taksim'de yaşananların haberi ulaştığında ‘her yer Taksim her yer direniş” sloganıyla Sakarya Meydanı'nı inletsek de arkadaşlarımızın gözaltına alınışını engellemek mümkün değildi. Bazı kadınlar yürüyüşten koparılıp gözaltına alındı İstanbul’da. Yine İstanbul’da bazı kadınlar da aynı yürüyüşten çıkıp ‘Vatan'da emniyette’ olması beklenen kız kardeşlerinin hakları için mücadeleye koştu. Neyse ki sabaha karşı serbest bırakıldılar. Bir gece alıkoymanın, ifadeye zorla götürmenin kazandırdığı her olacaksa o kaldı emniyetin, erkin yanına kâr olarak.

Erk, kadınlardan gerçekten korkuyor. Korkmakta haklı da… Başka bir siyasetin imkânlarını arayıp bulabilecek en büyük kitlesel muhalif güç feminizm, feministler. Bu nedenle feministlere saldırı hem iktidardan hem diğer ataerkillerden bunca yoğun geliyor, üstümüze üstümüze. Bazı eril zihniyetli kadınların da içinde yer aldığı güruh, patriyarkayı yeniden güçlendirme hamlesiyle feminizmi, feministleri şeytanileştirme gayretinde hep. Vaktiyle kadınları şeytanlaştıranlar bugün feministlere yöneltiyor aynı ithamı. Bazen kitlesel bazen bireysel olarak kadınları hedef gösterirken kendilerini, bir cadı avına çıkmış gibi hissediyor olmalılar. Olsun. Saldırılar arttıkça isyanımız büyüyor. İsyanımız büyüdükçe feminist mücadelemiz güçleniyor.

129 tekstil işçisi kadından miras bize direnerek güçlenmek, ölerek çoğalmak. Yirmi yıl önce bir Konca öldürüldü. Bugün Konca gibi konuşan kaç kadın var, güçleri yeterse saysınlar bakalım. Feminist mücadelemizi büyütmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Üstelik feminist olduğunu söyleyenler arasından bile çıkan, “ne istiyorsunuz, üzerinize üç kadın daha alınmasını mı?” hadsizliğiyle dindar kadınlara had bildirmeye kalkışan, içine hegemonik erkeklik kaçmış bazı kadınlara rağmen sürecek mücadelemiz. Çok çok olsa slogana bir de “gelsin eril kadın” ekler, yolumuza devam ederiz. Nafakanın gaspı, istismarın affı olmaz diyerek patriyarkanın yeniden ön almasını yıllardır durdurduğumuz gibi eşitlik ve özgürlük mücadelemizi gelecek kuşaklara taşıyacak güce de sahibiz.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.