YAZARLAR

Dış politikada da mı 'Ha Ali, ha Veli' ?

CHP ve Kılıçdaroğlu kendilerine “devleti kurtarmak” gibi bir misyon edinmişler, ve ilk kez bunun ancak siyaset yapmak ve seçim kazanmak yoluyla olacağını idrak etmişlerse, “devlette devamlılık esastır şekerim” kafasından çıkmaları gerekecek. Aynı biçimde, “dur bakalım”, “peyderpey”, “her işin bir sırası var”, “şimdi zamanı değil”, “paşalara soralım”, özetle büyük harfle yazılan “DEVLET” kafasından soyunup, silkinmeleri. Karar, irade, cüret, tahayyül, tasavvur, hamle gibi kavramları özümsemeleri, lügatlerine katmaları. Ve bizleri de o ortak rüyaya, vizyona ortak etmeleri.

Pazar günkü yazımda karnımdan konuştum. Arada böyle yarım aklımca bir eskiz çizip, “resmi de siz yapın” demeye getiriyorum. Dışavurumu, ilginç olmak adına kriptikleşmeye çalışmış zihinsel tembellik gibi oluyor.

Kendimce konu hakkında hasbıhale DuvarEnglish’te dün devam ettim. Bugün de, Erdoğan sonrasında muhalefetin dış politika ve ulusal güvenlik politikalarında öngördüğü, öngördüğü umulan radikal adımları neden şimdiden somutlaştırarak, kamuoyuyla paylaşması gerektiği üzerine kafa yormaya çalışmayı sürdürmek istiyorum.

Aslında aynı filin karanlıkta tuttuğumuz kuyruğundan, kulağından söz ediyoruz. Örnekse, Ruşen Çakır’ın “Demirtaş dışındaki aktörlerin hepsinin Erdoğan ile gerçek anlamda mücadeleye girememe problemi var” yorumuyla, Taner Akçam’ın “yeni bir cumhuriyet ve tarihi buluşmadan” söz ettiği yazısı böyle. Bir önceki yazımda alıntıladığım Baskın Oran ve Murat Sevinç’inkiler de.

Libya, Suriye, Irak, İran, ABD, AB, Rusya, Doğu Akdeniz derken dış politikadan ötesini konuşuyoruz. Ulusal güvenlik, terörle mücadele başlıkları altında aslında asırlık Kürt meselemize siyasal çözümden yana olup, olmamayı konuşuyoruz. Ötesini ekleyeyim: Hiçbir barış sürecinde önden silâh bırakılıp, arkadan örtülü veya açık diyalog başlamıyor. Hatta Kolombiya gibi kimi örneklerde süreç devam ederken ateşkes dahi ilân edilmediği vaki. Yeniden barış deyip, demeyeceğimizi konuşuyoruz.

Yine Sevinç’in “Kılıçdaroğlu CHP’sinin muhafazakâr kesime yaklaşımı” derken betimlediği aynanın arkasına baksak orada da bu sorulara verilecek olası yanıtları ya da yanıtsızlığı görüyoruz. Zira, gerçekten de “hiçbir şey olmadı ama bir şeyler oldu”: Bahçeli koalisyon ortağı oldu; Genelkurmay Başkanı Akar, Milli Savunma Bakanı atanıp, daimi Genelkurmay Başkanı oldu; Ankara ve İstanbul’a devasa MİT kale-binaları inşa edildi; sınırötesi Kuzey Irak ve Suriye derken, denizaşırı Libya’ya da TSK konuşlandırıldı; Katar ve Somali’ye askeri üsler kuruldu; HDP’nin belediyeleri ellerinden alınıp, yerlerine kayyum adı altında “mülki amir” atandı; Osman Kavala, Selahattin Demirtaş vb. hapse tıkıldı; Sur yıkıldı; Barış Akademisyenleri kürsülerinden edildi; Evrensel ve Birgün gazetecilerinin basın kartları iptal edildi. Daha uzatabiliriz, ama yeterli sanırım.

Onun için “ha Ali, ha Veli” değil vaziyet. CHP mutfağından herkesin midesine hitap edecek sade suya tirit patates püresi değil, gürgen odunuyla harlanmış taşfırında sabırla pişecek Tokat kebabı servisine ihtiyaç var. Kaçamak, ortaya karışık, sinameki, gündelik değil net, cüretkâr, vizyoner yanıtlar bekleyen zor, kemikleşmiş sorular önümüzde duran. Dışişleri, Genelkurmay ve MİT’in kökten dönüşümü zorunluluğu bu büyük sıçramanın, kopuşun yalnızca basit teknik yan sahneleri. Asıl soru(nu)muz, kim olduğumuz, ne olacağımız.

Diğer deyişle CHP ve Kılıçdaroğlu kendilerine “devleti kurtarmak” gibi bir misyon edinmişler, ve ilk kez bunun ancak siyaset yapmak ve seçim kazanmak yoluyla olacağını idrak etmişlerse, “devlette devamlılık esastır şekerim” kafasından çıkmaları gerekecek. Aynı biçimde, “dur bakalım”, “peyderpey”, “her işin bir sırası var”, “şimdi zamanı değil”, “paşalara soralım”, özetle büyük harfle yazılan “DEVLET” kafasından soyunup, silkinmeleri. Karar, irade, cüret, tahayyül, tasavvur, hamle gibi kavramları özümsemeleri, lügatlerine katmaları. Ve bizleri de o ortak rüyaya, vizyona ortak etmeleri.

Var mı bu yönde bir belirti, bir kımıldanma? Yurttaş yurttaşla nasıl insana yakışan haysiyetle ve özgürce bir arada yaşayacak? Devlet aygıtıyla yurttaşın ilişkisi nasıl düzenlenecek? Yargı ve eğitim reformları nasıl yapılacak? Haydi bunlar benim işim değil, olsun, dış ve ulusal güvenlik politikalarında ilk yüz günde hangi adımlar atılacak? “Efendim buralardan anlatmaya başlayınca o efsunkâr ‘muhafazakâr kesim’ bize oy vermiyor.” E iktidara gelirseniz yarın, öbür gün kandıracak mısınız o “muhafazakâr kesimi”? Takiye mi yapıyorsunuz şimdi, bir başka deyişle? Yahut bir yandan lumpen teşrifatçılığına teslim olmaya, diğer yandan çatık kaşlı, çakmak bakışlı o yüz yıldır yerinden kalkmayan ve kalkması teklif dahi olunamayacak müesses nizam önünde hazırola geçmeye mi hazırlanıyorsunuz?


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.