YAZARLAR

Amerikan-İran kapışmasından Irak’a düşen

Irak’taki ateşin yakıtı kendinden, bunda şüphe yok. Ama ateşin üzerinde dans edenler yok mu, onlar kesinlikle kendi çıkarları için kontrol edemeyecekleri kötülükleri serbest bırakıyor. Aymazca Irak’ın koordinatları bir kez daha cehennem olarak kodlanıyor.

ABD, Irak’ı İran’la hesaplaşma arenasına döndürmekte ısrarlı. İran da ABD-İsrail-Körfez’in müdahale planlarına karşı koymak için Irak’ı ön cephede tutmakta kararlı. Iraklılar 1 Ekim’den beri Irak’ı geri almak için sokaklardan çekilmezken bu iki blok arasındaki savaşın ateşiyle daha fazla yanmak durumunda.

Hesaplaşma öngörülenlerin çok ötesine geçti. Irak’ın bütün çatışma dinamikleri harekete geçiriliyor.

500’e yakın ölü, 20 binin üzerinde yaralıyla korkunç bir tablo oluşturan ‘isyan ve müdahale’ sarmalında dahili aktörler ya çaresiz ve beceriksiz ya da sorunun temel parçası. Her halde Irak’ı uçurumun kenarında tutan son dal Büyük Ayetullah Ali Sistani. Bir çınar gibi duruyor. Başından beri ısrarla halkın sesine kulak verilmesini ve meclisin gerekli reformları yapmasını istiyor. Sokakta karşılığı olan tavsiyeleri, nihayetinde Başbakan Adil Abdülmehdi’ye istifa etmekten başka yol bırakmadı. İstifa, sadece 14 aydır görevde olan bir başbakan değil 17 yılın kirliliğine isyan eden sokağın ateşini düşürmedi. Yeni hükümeti kuracak taraflar da sorunun özünü teşkil eden yolsuzluk ve nüfuz savaşının birer uzantısı. Yani bir-iki yeni yüzle kurulacak tezgâh eskisinden farklı olamayacak. Bir de ürkütücü bir iki yüzlülük var: Suçlanan bütün taraflar göstericilere hak veriyor, hatta birbirine tetik çekenler Sistani’yi kendilerine kalkan yapıyor. İran karşıtı ya da yanlısı herkes “Reform” diyor!

Şimdi 2018 seçiminin ardından olduğu gibi bir tarafta İran diğer tarafta ABD yeni hükümeti şekillendirmek için bütün ‘müdahale takımlarını’ devreye sokmuş durumda. Buna karşın Sistani 6 Aralık’ta yol haritasını tekrarladı:

- Anayasanın öngördüğü 15 gün içinde yeni başbakan ve hükümet üyeleri seçilsin.

- Hükümeti kurma süreci tamamen yabancı müdahalenin dışında olmalı.

- Şiddete son verilmeli.

Kıyamet ikinci tavsiyede kopuyor.

Bazı kaynaklara göre ekimde Abdülmehdi’nin koltuğunu sabitlemek için devreye giren Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani geçen hafta yeniden Tahran’a döndü. AFP’ye göre Hizbullah’ın Irak’taki işlerini yürüten Muhammad Kevserani de işe koyuldu. İranlılar bunu müdahale değil tarafları uzlaştırma çabası olarak takdim edip takdir bekliyor!

***

Buna karşın Amerikalılar da geride durmuyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker “Yabancı terörist liderlerle görüşme olmamalı” diye Iraklı liderlerin kulağını çekmeye kalkışıyor. Olayların tırmandığı sırada Başkan Yardımcısı Mike Pence, Bağdat’a uğramadan El Anbar’daki Amerikan üssüne ve ardından Erbil’e gidip telkinlerde bulunmuştu. İki gün önce IŞİD’le mücadele özel temsilcisi James Jeffrey de Erbil’deydi. “İran’dan uzak durun ve Tahran’ın hükümet seçeneğine destek vermeyin.” Standart telkin bu. 2010 sonrası süreçte Erbil, Maliki hükümetine bayrak açan Sünniler için de bir üsse dönüştürülmüştü. Amerikalıların yönlendirmesiyle Körfez’deki ortakları da Kürtleri yakın planda tutuyor. Amerikan strateji gurularının bayıldığı ifadeyle “Şii hilaline karşı Kürt bariyeri” kurgusu öne çıkarılıyor. Hem Irak hem Suriye tarafında. Bu süreçte Bağdat’taki Amerikan diplomatik ve istihbarat kadrolarının neler çevirdiğini de bilmiyoruz.

En bayat müdahale aracı (yaptırımlar) da hemen devreye sokuldu. Daha önce Haşd el Şaabi liderlerinden birkaçını yaptırım listesine almış olan ABD, bu kez Asaib Ehli Hak’ın lideri Kays el Hazali, kardeşi Leys el Hazali ve Haşd el Şaabi’nin güvenlik şefi Hüseyin Falih Aziz el Lami’yi kara listeye ekledi. Suçlama göstericileri şiddetle bastırmak. Ortalık toz duman ama Amerikalılar kimin boynuna ip atacağını iyi biliyor. Daha da dikkat çekici olan ise Sünni iş insanı ve siyasetçi Hamis Hancer’in yolsuzluk suçlamasıyla yaptırım listesine alınması. Sanki ‘temizlik’ Amerikalıların çalıştığı siyasilerin özgeçmişinde aranan bir hasletmiş gibi! Kirlilikse hepsi kirli. Ve bu sistem bir “Made in USA”. Hancer’in üstünün çizilmesinin nedeni 2018’den bu yana İran yanlısı Hadi Amiri’nin Fetih Koalisyonu ile birlikte hareket ediyor olması. Amerikalılar bu şekilde İran’a yakın duran Sünnilere de “Dokunulmaz değilsiniz” diye gözdağı veriyor.

***

Amerikalılar açısından sokaktaki şiddetin yönelimi, İran’ı geriletme siyasetine müthiş bir zemin sunuyor.

Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Irak’ı bu hale getiren rollerine ve hala işgalci olduklarına bakmadan “Irak halkı ülkesini geri istiyor” diyerek öfkeyi Amerikan hesabına yontuyor. Herkes “Göstericilere ateş açanlar kim” sorusuna yanıtı ararken bir taraf ısrarla Ketaib Hizbullah’ı parmakla gösteriyor. Öldürme potansiyeli yasal ya da yarı yasal bütün güçlerde var. Elbette İran bu gösterilerin bitmesini en fazla isteyen taraf. İran’ın kendi içindeki göstericilere karşı şiddet sicili de ortada. Fakat ortada sorumluları belirleyecek bir soruşturma falan yok.

Burada asıl sarsıcı nokta da şu: Şiilerin Şiiler eliyle yakıldığı bir şiddet döngüsü derinleşiyor. Şiiliğin kutsal kentleri Necef ve Kerbela’da İran konsoloslukların ateşe verilmesi ya da Şii figürlere yönelik saldırılar, çatışmanın Şiiler arası çerçeveye taşınması açısından hedefteki seçiciliğe işaret ediyor. Çünkü çatışma Sünnilik-Şiilik parantezinde kaldığı sürece İran’ın nüfuz kabiliyetinin daha arttığı, özellikle IŞİD’in palazlandığı ve yıkıldığı süreçte Amerikalılar tarafından da iyice idrak edildi. Irak Şiiliğinin İran Şiiliğiyle olan çelişkileri ustaca kullanılıyor. Fay hatlarında düz bir çizgi de yok. Mesela 2003’te öldürülen Taklit Mercii Büyük Ayetullah Muhammad Bakır el Hekim’in türbesi saldırıya uğradı. Hekim ailesi Irak siyasetinde önemli yer tutuyor ve daha dengeli bir çizgi izliyor. İç savaş için büyük bir kışkırtma bu. Necef’te bazı kaynaklar saldırıdan eski Başbakan Haydar el İbadi’nin Nasr Koalisyonu’nda yer alan Şii milletvekili Adnan Zerfi’yi sorumlu tutuyor. Zerfi, Amerikalılar tarafından işgal sonrası Necef’e vali atanmıştı. Dağıtılan Baas’ın Şii unsurları da işin içinde olabilir. Polis kaynakları ise saldırıdan İran karşıtlığı ile tanınan, Sistani’yi de İranlı olması nedeniyle hedef alan ve kendini İmam Mehdi’nin naibi olarak gören Mahmud Sarhi’nin adamlarını sorumlu tutuyor. Sarhi’nin taraftarları daha önce Haşd el Şaabi ofislerini ve İran’ın diplomatik temsilciliklerine saldırmıştı. Sarhi ile paralel reflekslere sahip bir iki Şii akım daha var. Bunlar kurumsal Şii mercilerine meydan okuyor.

Yine Necef’te Sairun Koalisyonu’nun lideri Muktedar el Sadr’ın evi insansız uçak saldırısına uğradı. Sadr, İran’a yanaştığı için mi yoksa göstericileri korunmasını istediği için mi hedef oldu, meçhul.

Sadr bir dönem mezhepler üstü ve dış müdahale karşıtı ‘milli’ bir duruş sergilemiş ancak Abdülmehdi hükümetine ortak olup bir de kritik zamanda vaktinin çoğunu İran’da geçirince sokaktaki pozisyonunu yitirmişti.

***

Kavganın bölgesel boyutları sokaktaki ateşle perdeleniyor. Irak kuşkusuz Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen’i de içine alan daha büyük bir coğrafyadaki hesaplaşmanın en kavurucu parçasına dönüştü. Burası bir ön cephe. ABD büyük bir kuşatma stratejisiyle hareket ediyor. Suudi petrol tesislerinin vurulması sonrası Körfez’de kurulan deniz koalisyonunu genişletiyor. Patriot sistemlerine ilave bataryalar ve F-16’lar göndermekle kalmayıp asker sayısını artırıyor. CNN’e göre Körfez’e ilave 4-7 bin asker gidecek. New York Times rakamı 14 bine çıkarıyor. Pentagon’a göre rakamlar abartılı ama tahkimat gerçek. Tam bu sırada Amerikalılar İran’ın Yemen’e gönderdiği silahları ele geçirdiklerini öne sürüyor. Yine Amerikalılar İran’ın balistik füzeleri Irak’a sokmaya çalıştığı ve İsrail’in hedef alınacağı iddiasıyla uluslararası toplumu ateşliyor.

Malum bu hesaplaşmanın fitili ABD’nin Haşd el Şaabi’yi dağıtma baskısıyla ateşlenmişti. ABD kendi yapamadığını İsrail’e yaptırtıp Haşd el Şaabi’nin en az 4 üssünü bombalatmıştı. Abdülmehdi’nin kendi kararnamesine rağmen Haşd el Şaabi’yi kontrol altına alamaması, üslere saldırılardan dolayı açıkça İsrail’i suçlamak durumunda kalması ve İran’ın baskısıyla Suriye sınırındaki El Kaim kapısını açması ABD’nin Tahran’ın kollarını kesme stratejisinde uyumsuzluk olarak not edildi. Bileti de işte o zaman kesildi.

Velhasıl, Irak’taki ateşin yakıtı kendinden, bunda şüphe yok. Ama ateşin üzerinde dans edenler yok mu, onlar kesinlikle kendi çıkarları için kontrol edemeyecekleri kötülükleri serbest bırakıyor. Aymazca Irak’ın koordinatları bir kez daha cehennem olarak kodlanıyor. Nasıl olsa ateş kendilerine çok uzak.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.