YAZARLAR

Fırat'ın Doğusu ve Erdoğan'ın misyonu

Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey kiminle temas etti, ABD askeri heyetinin temaslarından ne çıktı, keza ABD Savunma Bakanı Esper’in “operasyona izin vermeyeceğiz” açıklaması ne anlama geliyor, çok kafa yormaya gerek yok. Bu işin sonu yine Erdoğan’ın Trump’la yapacağı yeni bir telefon görüşmesiyle belli olur.

Erdoğan bir yandan tarihsel bir misyonu olduğuna inanıyor, diğer yandan ne olursa olsun, en sonuna kadar siyaseten ayakta, dümende, var kalmak zorunda olduğuna. Başlangıçta onun karşısındakiler de kendilerine bir tür “cumhuriyet muhafızlığı” misyonu atfediyordu. “Kurulu düzen” (“müesses nizam”) Erdoğan’ı bir tür “anti-Atatürk” olarak gördü.

15 Temmuz darbe girişiminin savuşturulması, Bab-Afrin-Idlip harekâtları, Doğu Akdeniz’de bayrak gösterme bu baskın siyasal anlatıyı dönüştürdü. İkinci kurucu lider, “II. Atatürk” anlatısı öne çıktı. Musul-Kerkük yani kabaca bugünkü Irak Kürdistanı’na tekabül eden alan 1926’da yitirilmişti. Buna karşılık, Atatürk 1938’de ölmeden Hatay Zaferi’ni güvence altına almayı bilmiş, kurduğu cumhuriyete son hizmeti bu olmuştu.

Cumhuriyet tarihinde bunun bir örneği daha var. Zorlu’nun kıvılcımını çakıp, Ecevit’in Barış Harekâtı’yla tamamladığı Kıbrıs hamlesi, KKTC’nin kuruluşu. Halen dahi geniş halk kesimlerince desteklenen bir dış politika adımı. Bu dosyayı gözardı etmemeli. Hindistan Başbakanı Modi’nin, Kaşmir’in özerk statüsünü lağvetme girişimi*, Maraş’ın iskâna açılması konusundaki şimdilik utangaç zemin yoklamalarının nereye varabileceğini düşündürtüyor.

İşte Fırat’ın Doğusu’na olası hatta mukadder hamle, Erdoğan ve eskiden ona karşı olanların muhayyel misyon ve siyasal çıkar setlerinin örtüştüğü tarihsel zirve anı bence. Oradan algılanan, ulusal güvenliğe bir tehdit değil, ideolojik bir sınama. Uluyan kurt heykellerinin önünde Bahçeli’yle verilen poz, o sınamaya yanıt. Öyle de, bu parafinli “Kızıl Elma”nın içinde üreyecek, henüz larva halindeki kurtların bildiğimiz biçimiyle cumhuriyetimizin sonunu getirecek potansiyeli taşımaları da varoluşsal kaygı gerekçesi olmalı.

Bu kadar sayıklama yeterli, somut verilere bakalım. Ankara’nın bu dosyada muhatapları Vaşington, Şam ve SDG/Suriye Kürtleri. Çemberi geniş tutarsanız Ankara’nın başmuhatabı Kürtler, ama o ayrı. Benim gibi uzman geçinenlere sorulan soru, “olur mu, olmaz mı?” Yanıtım, “olmaması için bir neden, olanı durduracak iç veya dış güç göremiyorum**.”

ABD’nin seçenekleri kısıtlı ve kötü. Ne nedeni, ne IŞİD’le mücadelede alanda yürütülecek işi kaldı. Kalan işi YPG yerine sınır boyunda TSK varlığı da pekâlâ üstlenebilir. YPG/YPJ’nin PKK’nin uzantısı olduğunu ABD de biliyor. Ortadoğu’nun ABD için küresel önemi azaldı. Başat öncelik İran’ı çevreleme. ABD’nin Irak, BAE, SA ve Katar’da üsleri var. İncirlik ve Kürecik faal. Türkiye’nin Suriye’nin içinde durması, hem Esat’ı zayıflatıyor, hem Ankara-Moskova arasında potansiyel gerilimi unsuru: Bu ikisi de ABD’nin çıkarına.

ABD’nin niyeti ve amacı belirsiz, sürekli yalpalıyor. Üstelik 2020’de başkanlık seçimi var. Kürtler ABD’nin umurunda değil, “Kürt Siyaseti” zaten yok, hiç olmadı. ABD’nin Kürt sicili Irak’ta bozuk, gerek 1990’larda Saddam’a bırakıp gitmek, gerek bağımsızlık referandumundaki tutumu bunun göstergeleri. Fırat’ın Doğusu’nda CENTCOM çatısı altında destek, eğitim, hedef gösterme etkinliği gösteren bin kadar Özel Kuvvetler mensubunun duygu dünyası, Vaşington’un karar alma sürecinde etmen değil.

Şam’ın Fırat’ın Doğusu’na hamle edecek askeri ve iktisadi mecali yok. Kürtlere teklifi de yalnızca devletin çatısında kalmak değil, Arap milliyetçisi, BAAS, muhaberat rejimini aynı 2011 öncesi koşullarda kabul etmek. “Kürt Kemeri”, Ankara kadar Şam’ın da korkusu, Öcalan’ın Bookchin esinli yerinden yönetim ideolojisi Esat’a da ters. Rusya, Şam’ı Idlip’te harekete geçmeye itiyor, Münbiç’e, Fırat’ın Doğusu’na değil. Rusya, Suriye’de ne ABD ne Türkiye ile kafa kafaya gelecek de değil.

SDG veya PYD/YPG/YPJ hendek, tünel kazarak, cepheyi tahkim ederek TSK’ye direnişe hazırlandığı iddiasında. Onlar da, Sur, Cizre, Nusaybin gibi örneklere ve Afrin’e bakarak herhalde yanlarında bir başka gücün desteği olmadıkça dümdüz arazide tutunamayacaklarının ayırdında. Mazlum Kobane’nin aksine ifadeleri var ama Dr. Eldar Halil’in kendi de bu durumu teslim etti. Zaten gerilla veya milis gücü, düzenli orduyla cephe savaşına gir(e)mez.

Rojava’nın tek nefes borusu Semelka’nın karşı tarafı da KDP denetiminde. KDP, IKB Başkanı Neçirvan Barzani’nin ağzından Şengal’deki bir tutam PKK varlığını eleştiren açıklama yaptı. Ayrıca, Mahmur’a da ambargo uyguluyor. Diyar Garib ve Osman Köse suikastları ile süren Pençe Harekatı durumun niteliğini yansıtıyor.

Ankara ile Vaşington’un varacakları uzlaşı, sınırdan 15 km. kadar güneyde, sınıra koşut uzanan M4 karayolunun yeni sınır hattı olması. Münbiç ne olur kestiremiyorum. Söz konusu güvenlik şeridinde ABD’nin de eşgüdümlü hareket serbestisini koruyacağını düşünüyorum. Tabii, bu uzlaşı sağlanırsa M4 karayolu ile sınır arasındaki söz konusu “tampon bölge”den YPG/YPJ’nin çekilmesi gerekecek.

Öte yandan hakkını vermek gerek, siyasette hamle üstünlüğünü sürekli elinde tutuyor Erdoğan. Onun bu yaklaşımını “şok doktrini” olarak yadırgayanlar, yorucu bulanlar, “çünkü durursa düşecek” diye küçümseyenler olabilir. Ancak Erdoğan’ın durmadan, sürekli eylem, devinim içinde olduğunu teslim etmeli. Adeta “en kötü karar, kararsızlıktan iyidir” dercesine.

Öyle ya hafriyat da bir devinim, ama mimarlık bir tasarımın uygulanması. Hafriyattan, mimarlık çıkar mı? O başka hikâye. Örnekse, önce Koyunoğlu’nun Hariciye Vekâleti (1927) yapısına, sonra dönüp Birkiye’nin Beştepe Külliyesi’ne (2018) bakmak yeterli sanırım. Hangisi daha esin verici, hangisi daha kalıcı, hangisinde ağırbaşlı görkem ve ortak gelecek algısı daha güçlü?

Erdoğan’ın karşısındaysa, “iktidara iki yıl süre veriyoruz” yahut “önümüzde dört yıllık seçimsiz bir dönem var” diyen bir anamuhalefet var. Diyelim bir Formula-1 takımı tüm yarışı planlayarak, lastik seçimini yapmış, deponun doluluğunu belirlemiş. Önünüzdeki aracın arka kanatlarına dayanmış, sağnak yağmurda 300 km. ile yirmi beş turdur ikinci gidiyorsunuz. Önünüzdeki pilot virajı açıktan alıyor, kulaklıktan size baştan belirlenen stratejiye uygun olarak “geçme!” diyorlar, ne yaparsınız?

Suriye’nin neredeyse onda birinin Türkiye’nin teknik olarak işgali altına girmesi, Hakurk’ta kalıcılık, Şengal ve Mahmur hamlelerinin sırada olması, toplam küresel nüfuslarının yarısı cumhuriyetimizin eşit anayasal yurttaşları olan Kürtlere, gelecek nesillere ne anlatacak? Birliğimizi nasıl koruyacağız, ortak anlatımızı yeniden nasıl yazacağız? Kan, kılıç ve gözyaşıyla, ucu açık zaman diliminde sindirerek diyenlerin yanılıp yanılmadıklarını görmeye belki benim ömrüm yetmeyecek ama elbet göreceğiz.

Sonuç olarak, Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey kiminle temas etti, ABD askeri heyetinin temaslarından ne çıktı, keza ABD Savunma Bakanı Esper’in “operasyona izin vermeyeceğiz” açıklaması ne anlama geliyor, çok kafa yormaya gerek yok. Bu işin sonu yine Erdoğan’ın Trump’la yapacağı yeni bir telefon görüşmesiyle belli olur. Harekât yapılsın yapılmasın, bu algı, anlatı, zihniyet çatışması sürecek. Anamuhalefetten benim beklediğim gerçekleri teşhir etmesi ve oyunu artık eline alması.

*Pratap Bhanu Mehta’nın Kaşmir konusundaki İngilizce makalesi bence Suriye, Irak, Kürtler, KKTC, Türkiye bağlamında da zihin açıcı.

**Bu konuda Işın Eliçin’in benimle MedyascopeTV’de söyleşi.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.