YAZARLAR

Yeni bir çözüm süreci başlıyormuş

Yeni süreç hilesiz-hurdasız ve şeffaf olmazsa, atılacak her adım somut hale getirilmez, toplumla paylaşılmaz, yasalara tâbi kılınmazsa, bütün toplumsal ve siyasal kesimlerin rızası alınmaya çalışılmaz, herkes öyle veya böyle sürece dâhil edilmezse, son dört yıllık dehşetin daha ağırı tekrarlanabilir.

Yeni bir çözüm süreci başlıyormuş. Evet, kapalı kapılar ardında birtakım hesapların yapıldığına dair işaretler dışında, yine hiçbir şeffaflık olmadığı için ancak “muş” diyebiliyoruz.

Fısıltılar, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasıyla başladı tabii.

Kimine göre devletin Öcalan üzerindeki tecridi kaldırılması ve Kürt hareketi mensuplarının açlık grevine son vermesi bir işaret.

Kimine göre Erdoğan’ın 23 Haziran öncesinde açıkladığı ama TBMM’nin haftaya tatile girmesiyle görüşmelerinin Ekim ayına kalması muhtemel yargı reformu paketi önemli bir sinyal.

Kimine göre Cemil Bayık’ın çözüm sürecinin başlaması gerektiğine dair yazısının Washington Post gazetesinde yayınlanması boşuna değil.

Kimine göre AKP’nin kendi içindeki ayrışmayı durdurması, önündeki tıkanıklığı aşması, MHP’nin “kıskacından” kurtulması için yeni bir süreç kaçınılmaz.

Kimi de daha ileri giderek sürecin çoktan başladığını, eylül ayında silahların bırakılma aşamasına bile geçileceğini öne sürüyor.

Bazıları ise yeni anayasa tartışmasının giderek gündem haline geleceği ve yola oradan başlanacağı görüşünde.

Gel gelelim ki, başta HDP’liler olmak üzere görüştüğümüz siyasetçiler, Kürt hareketinin mensupları, araştırmacılar böylesi bir süreçten “haberdar” olmadıklarını söylüyor.

İktidar cephesi de defaatla böyle bir sürecin başlamadığını ve başlamayacağını ilan ediyor.

Zaten çatışmalar, operasyonlar, fişlemeler, baskılar berdevam.

Öcalan’ın bu süreçte avukatları aracılığıyla paylaştığı mesajların içeriği çeşitli görüşmeler yapıldığına dair bir izlenim yaratsa da, bu görüşmelerin sistematik olup olmadığına, kimlerle yapıldığına, mahiyetinin ne olduğuna dair kamuoyunun hiçbir şekilde bilgilendirilmemesi bile, işin bir kez daha iktidarın küçük hesapları doğrultusunda, en naif tabirle “hileli” kurgulandığı fikrini güçlendiriyor.

Siyasi iktidarın, işine gelmeyen, iktidarını sağlamlaştırmaya yaramayan, oyunu artırmayı sağlamayan bir sürecin başlamasına, sürmesine müsaade etmeyeceği önceki süreçte kurulan sehpaya tekme atmasıyla ve kırılan o sehpanın altında milyonlarca insanın mahsur kalmasıyla görüldü.

Bu süreçte Kürt sorununun, devletin belli aktör ve organlarının, Kürt hareketinin belli aktör ve organlarıyla yapacağı bırakın görüşmeleri, mutabakatıyla bile çözülemeyecek noktaya getirildiği de anlaşıldı.

Fakat her şeye karşın Türkiye’nin yeni ama hakiki bir çözüm sürecini başlatmadan ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan belini doğrultmasının ne kadar zor olduğu da açık.

Bu kanla, bu felaketle, bu sefaletle, bu eşitliksizlikle, bu gözü karalıkla hiç kimsenin yoluna devam edemeyeceği tekraren anlaşıldı.

Kürde Kürt demedikçe Kürtlerin, Kürde “Kürt” deyince inkârın bitmediği de görüldü.

Dolayısıyla Kürt sorunuyla ilgili bir çözüm süreci hem devlet ve siyasi iktidar hem sermaye ve işçi sınıfı, hem de demokrasi güçleri ve genel olarak Türkiye halkları açısından elzem.

Fakat devletin hem önceki çözüm sürecinden hem de sonra başlatıp halen devam ettirdiği savaş politikasının sonuçlarından derli toplu bir ders çıkardığına dair hiçbir emare yok.

İktidara akıl veren “düşünce” kuruluşları hâlâ istihbarat teşkilatı kafasıyla gazetecileri fişliyor, medyası komplo teorileriyle havayı daha da puslandırmaya yöneliyor.

Tanklarla, toplarla, binlerce askeri operasyonla, savaş uçaklarıyla, yüksek teknolojik silahlarla, astronomik paralarla 1984’ten beri yürütülen “şeyin” resmi olarak savaş olduğunu bile inkâr eden bir devletin, bir siyasetin, teorik olarak bile “barış yapması” mümkün mü?

“Kürtler var ama sorunları yok, terör var ama bitiriyoruz” dendi, deniyor hâlâ.

Elbette bu “kafaya” rağmen devletle Kürt hareketi ve Öcalan arasında yeni görüşmeler yapılabilir. Hatta bu görüşmeler halihazırda yapılıyor da olabilir.

Fakat açıktan yürüyen ve milyonlarca insanın algısını belirleyen savaşın gizli barışı yapılamaz.

Yüz yılı aşkın süredir devam eden bir sorunun çözümü siyasi bir partinin iktidarda kalabilmesi hesapları üzerinden sağlanamaz.

Barış açıktan, herkesin gözü önünde ve herkesin katılımıyla, rızasıyla yapıldığı zaman barıştır.

AKP’nin “kurtuluşu” için başlatılacak bir sürecin, mevcut koşullarda toplumsallaşması imkânsız. Daha da tehlikelisi, AKP’ye olan haklı toplumsal tepkinin, AKP’nin iktidarını tekrar sağlama alma hesabıyla başlatacağı bir çözüm sürecine yönelmesi de kuvvetle muhtemel.

AKP’nin radikal düzeyde bir dönüşüme girişmeden, mevcut hali ve yapısıyla bırakın Kürt meselesini, herhangi bir sorunun halline ilişkin toplumsal bir mutabakatın kurucusu olması, teoride bile imkân dışı.

Dolayısıyla yeni bir süreç başlayacaksa, bunu başlatacak olan iktidarın da kendisini yeniden yaratmak gibi “mucizevi” bir işe kalkışması gerekiyor.

Fakat süreç AKP’yi kurtarma süreci olarak kurgulanırsa, akıbetinin öncekinden daha büyük felaketlere yol açmayacağının garantisi yok.

Yeni süreç hilesiz-hurdasız ve şeffaf olmazsa,

Atılacak her adım somut hale getirilmez, toplumla paylaşılmaz, yasalara tâbi kılınmazsa,

Bütün toplumsal ve siyasal kesimlerin rızası alınmaya çalışılmaz, herkes öyle veya böyle sürece dâhil edilmezse,

AKP, HDP ve Kürt hareketi arasına sıkıştırılıp CHP, MHP, İYİ Parti, Kürt partileri, Kürt ve Türk milliyetçileri, sosyalistler veya başka toplumsal aktörler sürecin dışında tutulursa…

Ne mi olur?

Son dört yıllık dehşetin daha ağırı tekrarlanabilir.

2013 Diyarbakır Newroz’unda Öcalan’ın mektubu okunduktan sonra alanda konuştuğumuz ve üniversite öğrencisi oğlu altı aydır tutuklu olan Mehmet Çiçek şöyle demişti: “Hemen sonuç alalım denirse, olmaz. Bence hem biz Kürtler hem de Türkler acele etmemeliyiz. Ma otuz yıldır savaşıyoruz, hiç acele etmişiz? Yok, hep sabırla savaş olmuş. Ee, savaşa sabrın varsa, barışa da olacak. Barış mücadelesinde insan sabırlı olmalı. Sen o kadar birbirini döv, sonra de ki, yaralarım hemen iyileşsin. Ma sen kavga ederken bunu düşünmedin?” https://bianet.org/kurdi/yasam/145318-diyarbakir-konusuyor

Dolayısıyla yeni bir süreç aceleyle, apar-topar değil, örgü örer gibi örülmeli.

Bunun uygulama zemini devletin yönetim sistemi olduğunda, itirazlar da pekâlâ minimize edilebilir. Uygulamada mevcut faşizme son verilip Ankara’nın, merkezin yetkileri cömertçe yerellere devredilmeye başlandığında hem Kürt hem de Türk sorunu aynı anda çözülmeye başlanabilir.

Aksisi zaman ve umut kaybı, oyalama veya oyalanmadır.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.