YAZARLAR

İçeride, dışarıda, ekonomide karar mevsimi

Muhalefet “aday göstermiyoruz” diyecek de, kulağının üzerine mi yatacak? Yoksa katılmama kararının arkasını getirip, AKP-MHP ikilisini baş başa bırakarak, işlevini çoktan yitirmiş TBMM’den de mi çekilecek? Yahut bizlere dönüp “cumhuriyetinize sahip çıkın ey ahali” mi diyecek?

İlmek ilmek çözülecek miyiz, derlenip toplanıp, silkinip, aklımızı başımıza devşirip yolumuza devam edebilecek miyiz? Sanırım bu aylarda, bu yaz mevsiminde, bu soruların yanıtını, iç ve dış siyasette hatta ekonomide de alacağız. Zaten içerinin dışarıyla bu denli sıkı sıkıya bağlı olduğu başka bir dönemi cumhuriyet dönemimizde herhalde yaşamadık.

YSK, pazartesi günü İstanbul kararını duyuracak. YSK, yalnızca bir tabela, bir kurum, bir kısaltma değil. Aynı futbol takımı gibi on bir kişi sonuçta. On bir insan, on bir yurttaş, on bir yargıç. O on birin altısının demokrasi görünümüne veya seçim adı altında otoritarizme “devam” kararı vermesi yeterli. O altının ikisi, biliyoruz, KHK’lıların seçme ve seçilme haklarının bulunmadığına hükmetmişti. Demek o ikisi dışında kalan dokuz yargıçtan dört kişinin, dört insanın iki dudağına bakıyoruz.

O dört kişi, her nasılsa ilçelerdeki edimleri sorun olmayan, hukuka aykırılık oluşturmayan sandık kurullarının, Büyükşehir Belediye Başkanı seçiminde “bir haltlar karıştırdığı izlenimi verdiği” gibi bir karara uygun hukuk kılıfı dikebilme ayrıcalığına sahip-miş. Acaba kararı onlar mı verecek? Cumhurbaşkanı Erdoğan “7 Haziran” örneğini kendi verdi. Bekliyoruz. Kimimiz sükunet, kimimiz endişeyle.

Boykot da, bir bakıma YSK’nın ne olduğu, ne olmadığı gibi, anlamı belirgin olmayan bir terim sanki. Zira, seçimi boykot etme eylemi seçmene, her biri birer birey olan seçmenlere ait teker teker. Boykot o bireylerin kitlesel hareket etmeyi yeğlemeleri durumunda anlam kazanıyor. Oysa burada sözünü ettiğimiz muhalefetin seçime katılmama kararı. Göründüğü, kulaklarımıza gelebildiği kadarıyla CHP ve İYİP yenilendiği takdirde İstanbul seçimine aday göstermeyecek.

HDP de aday göstermeyecek, Edirne’de benim gibi birçoklarımız adına çile doldurmakta olan Demirtaş’ın hatırı da bu defa devreye girmeyecek. Olmayacaklar belli ama olacaklar belli değil. Muhalefet “aday göstermiyoruz” diyecek de, kulağının üzerine mi yatacak? Yoksa katılmama kararının arkasını getirip, AKP-MHP ikilisini baş başa bırakarak, işlevini çoktan yitirmiş TBMM’den de mi çekilecek? Yahut bizlere dönüp “cumhuriyetinize sahip çıkın ey ahali” mi diyecek? Bu soruların henüz zamansız ve yersiz olduğu söyleniyor. Arkası nasırlaşmış kulaklarımda hep aynı ses: “İcat çıkarma kardeşim!”

İçerisi böyle, dışarısı da farklı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, S-400 alımını “gerçekten gerekli mi?” diye sorgulayacak olsak sözümüzü ağzımıza tıkıyor: “O iş bitti” diyor. Sonra dönüp, ABD Başkanı Trump’la telefon görüşmesinde ise alımın (hariciye ağzıyla) “modalitelerini” ele almak üzere komisyon kurmayı öneriyor. Bu öneri, bizim cumhurbaşkanlığı resmi açıklamasına da konuyor. Buna karşılık ABD tarafı, yok saydığından olsa gerek, söz konusu öneriye kendi açıklamasında yer vermiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump görüşmesinin ardından ahizeyi yerine koyuyor, hemen peşine tekrar kaldırıp Rusya Devlet Başkanı, “dostum” namlı Putin’i arıyor. Bakınız burası çok önemli, o arada Cumhurbaşkanlığı resmi açıklamasında S-400 alımının suhuletle halli için ABD’ye yaptığımız komisyon önerisi duruyor, yani “dostum” Putin öneriden haberdar.

Geliyor, önceden duyurulmadan Rus donanmasının Amiral Essen fırkateyni*, hem de simgeselliğe bakınız, Topkapı Sarayı’nın önüne demirliyor. Idlip’e Rus Hava Kuvvetleri bomba yağdırmaya başlıyor, Suriye ordusu taarruza geçiyor. TSK gözlem kulelerinin etrafında çadır kentler oluşmaya başlıyor, TSK Bosna Savaşı’ndaki NATO kuvvetleri ikilemiyle karşı karşıya gelmek üzere kalıyor.

ABD’nin hasımlarını yaptırımlar aracılığıyla yola getirme yasası CAATSA** S-400 bataryalarını alıp, ambalajında tutma, bir mağaraya gömüp ağzını mühürleme, Katar gibi bir üçüncü ülkeye konuşlandırma, Azerbaycan gibi bir başka ülkeye al-sat yapma olasılıklarını dışlıyor. Almak, yaptırımların devreye girmesi için yeterli oluyor. CAATSA demek, Kongre demek. Oysa Kongre’nin iki kanadında da tutunacak dalımız yok, bırakmadık çünkü.

Bülent Ortaçgil’in dediği gibi: “Diplomasi Bir Dengesizlik İşi / Sensiz Olmaz / Dengeye Dönüşendir Diplomasi / Sensiz Olmaz.” O dengesizlik, olanaksızlık durumuna dönüşüyor. ABD Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey, birbiriyle uzlaşmak istemeyen, hatta birbirini hasım gören TSK ve YPG taraflarını ortak bir işbirliği zemininde buluşturmaya çalışıyor, olmuyor. YPG’nin, “devlet çatısına gireriz ama rejim geri gelmesin” yaklaşımı da Rusya’nın Şam ile arabuluculuğunu olanaksız kılıyor.

Arka planda, “Münbiç yol haritasını Fırat’ın doğusuna da yayalım” adı altında, CENTCOM’u EUCOM ile ikame arayışı var. ABD’nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı (EUCOM) aynı zamanda SACEUR şapkasıyla NATO komutanı. Birkaç gün önce devir-teslim törenine GKRY davet edilince, Türk askeri heyeti haklı olarak törene katılmıyor. Buyurunuz, Rus fırkateyninin Sarayburnu’na demirlemesi gibi, işte bir başka simgesellik daha. Zaten ÖT Jeffrey’nin daraltılmış tampon bölgeye NATO müttefiki komutan denemesi de, ne Ankara’da ne önerinin götürüldüğü cenahta alıcı bulmuyor.

Dahiliye ile hariciye böyle, ya maliye? Ankara’nın ABD siyaseti “kuşlardan kargayı tanırım” biçiminde özetlenebilir. Maçın uzatma dakikaları oynanıyor, tüm toplar uzun ortalarla Başkan Trump’a şişiriliyor. Trump, tüm bu dikenli Suriye, İran ve S-400 yaptırımları vb. konularda olduğu gibi, “kendi şeyinden versin” isteniyor. “IMF’siz IMF programı” yahut “IMF ile gizli uzlaşı” formülleri daha doğrusu çıkmazları bunlar. Merkez Bankası Başkanı basın toplantısı yapıp, “döviz rezervleri konusunda açıklama yapmamız gerektiğinin farkındayız” deyip, açıklamayı yapamıyor.

Dostumuz Putin’e çok düşkünüz de neden Trump ülkemizi ziyaret etsin diye adeta dokuz takla atıyoruz? Ki Amberin Zaman gibi Vaşington’dan haber alan uzmanlara göre ABD tarafında böyle bir ziyaret hazırlığı esasen bulunmuyor. Sorumun yanıtı bence “parayı izle.” Fon yaratılıp yama yapılacak, içeride son kalan fonlar da hepten tek elde toplanacak, ileriye kaçışın da can havliyle son deparı atılacak, Ramazan sonrası yurt gezisi derken, muhtemelen 2019 ilkbaharında yeniden seçim…

Neyse, bugün günlerden pazar, akşam yedide, bana hayatımın en güzel anlarını armağan etmiş olan Galatasaray, Beşiktaş’ı ağırlıyor olacak. O yarı final hüviyetindeki maçın sonucunu kestirmek, yukarıda sıraladığım iç ve dış meselelerin nereye evrileceğini öngörmekten daha kolay. Kim bilir, Gordion’un düğümünü çözmeye eğilimli Ankara’daki kimi İskender yaklaşımı sevdalılarının zihinlerindeki kördüğümleri belki yaz aylarında tüm görkemiyle üzerimize yıkılacak olan ekonomik kriz çözecek.

*Gemi ve uçak hareketleri, bu hareketlerin teknik yönlerinin ötesinde ne anlama geldiğini izlemek için değerli uzman Yörük Işık’ın tüvütre hesabını takibi öneririm.

**“Countering America’s Adversaries Through Sanctions Act”


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.