YAZARLAR

31 Mart vakası: Bitmeyen gece

YSK Başkanı, “AA müşteri değil” dedi, peki seçmen/yurttaş müşteri mi? Binali Yıldırım, tek başına hiçbir şey kazanamayacağını öğrendi, ama tek başına kaybetmeyi öğrenemedi anlaşılan. Özhaseki, normal-anormal vatandaş ayrımını öğrenmiş midir peki? Süleyman Soylu öfkesine karşı Ekrem İmamoğlu sükuneti bir umut olur umarım.

Ne geceydi ama! Bitmedi de hâlâ.

Çok öğretici bir seçim olmadı mı?

Binali Yıldırım mesela, tek başına seçim kazanamayacağını hep biliyordu; bakan oldu, başbakan oldu, TBMM Başkanı oldu, oradan tuttu belediye başkanı sefer görev emrine hayır diyemedi. Sonuç? Tek başına seçim kaybedemeyeceğini bile öğrendi. Umarız.

Mehmet Özhaseki mesela. Hangi Kürt normal, hangi Kürt anormal çok biliyordu, hangisi suçlu, hangisi masum ezberindeydi. Seçim gecesi, cumhurbaşkanı ve partisinin başkanı balkonda konuşurken o balkonun üstünde değil altındaydı. Bir köşede reisinin kendisini ve Yıldırım’ı silişini izliyordu. O kadar çalış çabala, durmadan konuş, sonuç, bir yarım ağızla gönülsüz teşekkür bile alama. Normal dediğinin anormal, anormal dediğinin normal olduğunu öğrenmiş midir? Bize ne, kaybedenin iktidarda yeri olmadığını kendi öğrenecek nasılsa.

SEÇMEN DE MÜŞTERİ DEĞİL Kİ

Gece bitmedi dedik, gece yarısından beri neredeyse 12 saattir sesi çıkmayan YSK Başkanı çıktı, “AA (Anadolu Ajansı) benim müşterim değil. Verileri bizden almıyor” dedi. Uzun gecenin içinde tam siper sessizliği, gecenin rezaletinde payı olmadığına inanalım diye bozdu. Suçu AA’ya attı. İyi taktik, herkesin kızdığı bir yer varken oraya iki laf sallamak iyidir. İyi taktik iyi güzel amma velakin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları da sizin müşteriniz değil ki! Siz yurttaşlara görevinizin gerektirdiği bilgileri, zamanında ve eksiksiz biçimde vermekle mükellefsiniz.

Ne oldu da gece yarısı siteniz kapanıverdi? Ne oldu da örneğin 24 Haziran’da iki saat içinde başardığınızı bu bitmeyen gecenin anca şafağına doğru güya başarabildiniz? Kamu görevi nedir, gereği nedir, başka kurumları işaret ederek kendi sorumluluğunuzdan kurtulamazsınız, YSK bunu öğrenmiş midir? Umarız. Umarız çünkü güvenilir kurumları olmayan bir ülkede yaşamanın nasıl ağır olduğunu hepimiz her an öğreniyoruz.

MEDYAYI ALINCA GERÇEĞİ ALAMIYORSUN

Medya var bir de. Yüzde 90’dan fazlası iktidar yönetim ve denetiminde olan medya. Ekrem İmamoğlu’nun sorumluluklarını çok nazik cümlelerle hatırlattığı AA zaten kurumları partileştirme programı çerçevesinde çoktandır merkezimizin düğün fotoğrafçısına indirgenmişti. Peşinden parayla satın alınan devasa grup, Demirören. Radyolar, gazeteler, televizyonlar. Ve hepsine bu kadar para döken, döktüren iş insanları ve siyasetçiler, bu bitmeyen gecede para ve siyasi gücün gerçeği her zaman satın alamayacağını öğrenmiş midir? İki aylık doludizgin propaganda faaliyetinin sonucu, Edirne’de, Hatay’da, sahillerde sadece bir şehirle (o da kuşkulu) yetinmek mi olacaktı? Parti liderlerini, üst, orta alt kademelerini ve seçmenini terörist ilan ettiğiniz, hiçbir yetkilisini konuşturmadığınız ama durmadan aleyhine konuştuğunuz HDP’ye karşı suçlarınızı, iktidarın Şırnak sevincine ve komünistlerin Dersim başarısına ortak olarak mı temizleyeceksiniz? Amed’deki oy oranını, Kars’ı hatırlatacak değilim. Ama iktidar blokunun İstanbul ve Ankara’yı, Adana ve Mersin’i kaybında o “anormal vatandaşların” siyasal basiretinin büyük payı olduğunu bilmezden mi geleceksiniz?

Seçim gecesi işini düzgün yapma gayretiyle canını dişine takan meslektaşlarıma tebrik ve teşekkür borcumu da ifa edeyim.

MECBURİ İTTİFAK HAYIRLI SONUÇLAR

Bu tür ittifaklar için bir ilkti bu seçim, ama ittifak fikri için değil.

CHP, 1970’lerde Kürt oylarını alarak hükümetler kurdu. SHP 1990’ların başındaki ittifakla hükümet ortağı olabildi. Muharrem İnce’nin iyi başlayıp kötü bitirdiği kampanyasında böyle bir ihtimalin olabileceğine dair alametler vardı. Şimdi bu seçimde iktidarın ne olduğunu bilmediği yeni modelin bir cilvesi olarak ittifak kapıları mecburen açıldı.

CHP “tavan”ı pek cesur ve istekli görünmese de, hem HDP yöneticilerinin hem seçmeninin ve hem de Ekrem İmamoğlu’nun yürüttüğü kampanyanın açık tuttuğu kapı, iktidara doğup büyüdüğü İstanbul’u kaybettirdi. Ekrem İmamoğlu, İnce’nin heba ettiği bir ihtimali beceriyle gerçeğe çevirdi. İktidarın “terör koalisyonu”ndan değil, şiddet dahil her sorunu siyaseten çözme cesaretini içermesi şart olan demokratik koalisyondan yana tutum almanın, bu tek kişi hükümdarlığının duble yolunu kesebileceğini gördük.

TANRI DAĞI KADAR TÜRK, HİRA DAĞI KADAR MÜSLÜMAN

Erdoğan ve Bahçeli ortaklığı açısından da çok şey öğrendik: Bu ortaklık, her şeyin sahibi Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli koalisyonu niteliğinde. İki partinin değil, bir parti ve bir liderin koalisyonu. Erdoğan, “AK Parti lideri” değil, partinin her şeyi. Yani gerçekte artık bir parti yok. Bir parti olsa, örneğin, seçmen ve seçilenin iradesine ağır bir saldırı olan “istifaya zorlama” mekanizması mümkün olamazdı. Başbakan ve TBMM başkanı olmuş kişinin belediye başkan adayı olması mümkün olamazdı. Hal böyle olunca bu koalisyon, iktidar partisinin değil MHP’nin kazanacağı bir koalisyona dönüştü esasen. Üstüne üstlük Erdoğan, Diriliş Ertuğrul repliklerini andıran milliyetçi nutukları ve Devlet Bahçeli’nin “Beka söylemini” Bahçeli’den daha Türkçe bir vurguyla dile getirerek MHP’nin ne kadar haklı ve iyi bir parti olduğunu kendi ağzıyla işaret etti durdu meydanlarda. Sonuç: MHP, il genel meclis oranında yüzde 20’ye dayanmış durumda. Seçim gecesi Bahçeli’nin neşesi, Erdoğan’nın hüznü bu yüzdendi.

Şunu da eklemek lazım: Erdoğan, bu milliyetçi söylemi sadece seçim taktiği olarak benimsemiş değil, ideolojik ortaklık daha derinde, eski bir ülkücü sloganda: “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman.” Bahçeli, bu ortaklığın sabit ayağı Tanrı dağında, serbest ayağı Hira dağında olan ortağı. Erdoğan’ın sabit ayağı Hira dağında, hareketli ayağı Tanrı dağında. Bu samimi ortaklığın vergisi olarak Erdoğan, sadece CHP’ye değil MHP’ye de kaybetti.

***

Hasılı, yeni bir seçim biçimiydi bu seferki, hepimiz her an yeni bir şey öğrendik, öğrenmeye devam ediyoruz. Birkaç gün daha süreceği anlaşılan bu gecenin sabahında, bu seçimde çıkan alacakları ve yazılan borçları daha iyi göreceğiz. Son iki şey: Süleyman Soylu’da cisimleşen aşırı öfkeye karşı İmamoğlu’nun sahneye taşıdığı özenli sükunetin bir umut olduğunu düşünmek istiyorum. Ve, bir parlamenter, Leyla Güven dahil çok sayıda kişinin açlık grevinde ve kritik eşikte olduğunu unutmamak gerekir değil mi?