YAZARLAR

En son ne zaman bir mektup aldınız?

Mektup bitti. Bugün merakla okuduğumuz mektuplaşma kitapları gelecekte yayımlanmayacak. Belki de bu nedenle edebi mektuplara ilgi artıyor, günümüz kültürü bu sona ermiş türe veda ediyor.

En son ne zaman bir mektup aldınız? Şöyle zarflı, damgalı, elle yazılmış bir mektuptan söz ediyorum. Bir arkadaştan ya da yakınınızdan gelen, onun elinin değdiğini bildiğiniz, özenerek doldurduğu sayfada tanıdık el yazısını sadece gözlerinizle değil duygularınızla da okuduğunuz bir mektuptan. Dolapların kuytuları, vaktiyle yazılmış mektuplarla dolu. Ama en sonuncusu hangisi, mektup ne zaman bitti? ben hatırlamıyorum bile…

İnternet öncesi dönemin insanları belki çekmecelerinde hala bazı mektuplar saklıyor, ama sonrası da geleceği de olmayan bir tür artık mektup. Oysa mektupların kişisel tarihimiz için de toplumsal tarihimiz için de ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Yıllar sonra ortaya çıkan mektuplar, sayısız yazarın, ressamın, müzisyenin ve hatta siyasetçinin gerçek dünyasını anlamamızı sağlamış, bilinmeyen yaratıcı süreçleri, saklı kalmış aşkları, kavgaları ve gündelik hayatın onca güçlüğünü bilip öğrenmemize vesile olmuştu. Kimilerinin yazarları halen hayattayken yayımlanan unutulmaz mektuplar külliyatına baktığımızda pek çok güzel kitap çıkar karşımıza. Ahmet Arif’in Cemal Süreya’ya, Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar, Fikret Otyam-Orhan Kemal, Tezer Özlü-Leyla Erbil, Erdal Öz-Türkan İldeniz, Yüksel Arslan-Ferit Edgü mektuplaşmaları mesela. Ya da Kemal Tahir’in Piraye ve Nazım Hikmet ile karşılıklı mektupları. Başka diyarlardan ise iki unutulmaz kitap Van Gogh’un ünlü ‘Theo’ya Mektuplar’ı ve Kafka’nın ‘Milena’ya Mektuplar’ı…

Mektup okumanın bilgi edinmek gibi masum olduğu kadar o ünlü kişilerin mahremine kulak kabartmak gibi tuhaf bir yanı da var. Bir zamanlar sadece iki kişi arasında olan şeyleri okumak, o ünlü yazarın kimselere açmadığı dertlerine, duygularına ve düşüncelerine merakla dalmak, satır aralarında zaaf ya da kibir kırıntılarını fark etmek sadece edebi merakımızı değil, özel hayatlara duyduğumuz o marazi tutkuyu da tatmin eder. Sadece yakın bir arkadaşa yazıldığı için, olabilecek en dürüst haliyle kendini ifade eden mektup yazarının sesindeki samimiyetin cazibesinde, her daim evrensel bir şeyler de vardır. Sanıyorum tam da bu nedenle şu sıralar İngiltere’de bir mektup merakı yaşanıyor. Durup dururken kendi mektuplarım ve sevdiğim mektup kitaplarını aklıma düşüren de bu oldu: ‘Letters Live’ etkinlikleri.

2013’ten bu yana düzenlenen, vitrininde günümüzün en beğenilen İngiliz aktörü Benedict Cumberbach’in olduğu etkinlik, sevilen seslerin yani tanınmış aktör ve müzisyenlerin çıkıp eski ve güzel mektupları okumalarından ibaret. Fakat katılanların çok etkilendiği, ‘mektup edebiyatına bir saygı gecesi’ olarak tanımlanan bu okuma akşamları giderek popülerliği artan, çapı büyüyen bir etkinliğe dönüşmüş durumda. Bugün kadar altmış kez gerçekleştirilmiş, arada New York, Venedik ve Los Angeles’a kadar uzanmış. En sonuncusu birkaç hafta önce yapıldı; Londra’daki Union Chapel’de üç gecede üç bin kişiye mektuplar okundu. Bir sonraki buluşma ise Ekim ayında. Bu kez her zamankinden çok daha büyük bir mekanda, Royal Albert Hall’de yapılacak. Gecede mektup okuyacak isimlerden bazıları Benedict Cumberbatch, Ian McKellen, Anjelica Huston, Jake Gyllenhaal, Jude Law, Chimamanda Ngozi Adichie, Jarvis Cocker, Kylie Minogue, Thom Yorke ve Ben Kingsley … Nick Cave, Jamie Cullum, Benjamin Clementine ise onlara müzikleriyle eşlik edecek…

Fikir, ‘Letters of Note’ kitaplarıyla tanınan Shaun Usher’dan çıkmış. Benedict Cumberbatch bu geceleri “Bir durup okunan mektupların ardındaki hayatları ve onların yazıldığı koşulları hayal etmemizi sağlıyor. Edebiyatın böyle özgün bir formunu canlı izleyiciye okumak gerçekten de çok ayrıcalıklı ve ilham verici bir şey” diye anlatıyor. Evet, işin cazibesi Katherine Hepburn’den Kraliçe Viktorya’ya, Gandhi’den Virginia Woolf’a unutulmaz kişiliklerin mektuplarının etkileyici isimler tarafından okunmasından kaynaklanıyor. (Daha önce sahneye çıkan tanınmış isimler arasında bizden de biri, Londra’da yaşayan yazar Elif Şafak da var.) Ama okunan metinlerin etkileyiciliği sonuçta birer mektup olmasından, yani sahibinin sesini günümüze kadar taşıyan o kişiselliğinden kaynaklanıyor. Neticede Letters Live, kaybolmuş bir edebi sanata son ve büyük bir saygı etkinliği gibi görünüyor.

Artık mektup yazmıyoruz ama aslında her gün, eskisinden kat ve kat daha fazla şey yazıyoruz başkalarına. Mailler, Whatsapp mesajları, SMS’ler halinde klavyeden dökülen sözcüklerimizi etrafımıza saçıp duruyoruz. Ama hepsi de kısa kısa, sadece amaca yönelik, işlevsel… en duygusal olanları bile zamanın ve teknolojinin ruhuyla malul metinler bunlar. Hepsi de bilgisayar ve telefon hafızalarının kapasitesiyle sınırlı bir ömrü olan, dijitalin çokluğunda boğulup uçuculuğunda kaybolup giden notlar, yazılar, fotoğraflar ve tabii ki hatıralar. Bugünün sıradan insanlarından da sanatçı ve devlet adamlarından da geleceğe samimi mektup arşivleri kalmayacak ve dolayısıyla yeni mektup kitapları yayımlanmayacak.

Bilmiyorum, bütün o ürettiğimiz ve sanal alemde yok olduğunu sandığımız metinler belki bir başka şeye dönüşecek, başka biçimlerde tekrar karşımıza çıkacak. Ama adı mektup olmayacak. Mektup, çok eski zamanlara ait bir tür olarak ancak edebiyat araştırmacılarının vakıf olduğu bir alana dönüşecek. İster istemez böyle.