YAZARLAR

Küresel muhtar sanki kupon arazi dağıtıyor

Netanyahu, 20 Mart’ta Kudüs’te ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu ağırlarken “Bir düşünün, İsrail, Golan’da olmasaydı bugün ne olurdu?” dedi. Mantıklı birinin çıkıp “Barış olurdu” demesi gerekirdi. İlaveten; “İsrail’in Lübnan işgali olmasaydı Hizbullah da olmazdı.”

ABD Başkanı Donald Trump 1967’den beri işgal altındaki Golan Tepeleri’ni bir ‘tweet kararnamesi’ ile İsrail’e veriverdi! Hani küresel muhtar, hakkı var! ABD’nin veto kartıyla daimi aza olduğu BM Güvenlik Konseyi’nin Golan’ı Suriye toprağı sayan ve İsrail’e çekilme çağrısı yapan iki karar Trump’ı bağlamıyor. Geçen yıl Kudüs’ü İsrail’in bölünmez ve ebedi başkenti ilan ederken yaptığı gibi.

İsrail, 1981’de Golan’ı ilhak kararı aldığında Ronald Reagan yönetimiyle ters düşmüş ve yardımlar askıya alınmıştı. Trump, İsrail’e koşulsuz kalkan olan ama Kudüs ve Golan’la ilgili BM kararlarını da dikkate alan geleneksel Amerikan dış politikasından saptı. Bu rahatlığı, Arap siyasetindeki çöküşe borçlu.

Golan’la ilgili sapma bir bakıma İsrail siyaseti için de geçerli. İsrail, Şam’la yürüttüğü pazarlıklarda Suriye’nin İsrail devletini tanıması şartını öne sürüyor ve belli güvenlik tedbirleri istiyordu. Sonraları bu şarta Şam’ın İran’dan uzaklaşıp Hizbullah ve Hamas’a desteği kesmesi de eklendi.

2011’e kadarki pazarlıkların çerçevesine bakıldığında, İsrail bu tavizleri kopardığı takdirde, Golan’dan çekilmeye hazır olduğu izlenimi veriyordu. Suriye’nin İsrail’i tanıması Arap siyasi haritasını alt üst edeceğinden önemli bir kazanım olacaktı. Tersinden, Golan işgal altında olduğu sürece Araplarla barış olmayacağı gibi Lübnan ve Filistin’e uzanan direniş hatları da kesilmeyecekti. Aşırı sağ bir yana, İsrail’in ‘makul’ siyasi kanatlarındaki hava bu minvaldeydi.

***

Haaretz’in aktardığına göre, İzak Rabin döneminde, 1991’deki Madrid Konferansı’ndan bir yıl sonra, ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Şam’da Hafız el Esad’la saatlerce görüştükten sonra İsrail’e “Esad, Enver Sedat gibi barışa hazır” mesajıyla dönmüştü. Rabin, 5 yıl içinde 1967 sınırlarına çekilmeye hazırdı. Görüşmeler Şimon Peres döneminde de sürdü. 1998’de Benyamin Netanyahu da 1967 sınırlarına çekilme temelinde barış için işadamı Ron Lauder’ı Şam’a gönderdi. Sonunda Esad, Lauder’e “Ya somut haritalarla gel ya da hiç gelme” dedi. Ehud Barak dönemindeki görüşmelerde Esad, Celile Denizi’ne (Taberiye Gölü) erişmekte ısrarlıydı. 2000’de Esad’ın ölümüyle görüşmeler kesildi. Araya 2003 Irak işgali, 2005 Hariri suikastı, 2006 Gazze saldırıları ve 2006 Lübnan savaşı girdi. 2008’de Ehud Olmert döneminde Türkiye’nin arabuluculuğunda başlayan yeni girişimi baltalayan ise Gazze’ye yapılan Dökme Kurşun Operasyonu’ydu. Son deneme Eylül 2010’da Amerikalıların inisiyatifiyle başladı. Netanyahu 1967 sınırlarına dönmeye hazırdı ama yeni koşul Suriye’nin İran ve Hizbullah’tan uzaklaşmasıydı. 2011’de Suriye’de olaylar patlak verdiğinde müzakereler kendiliğinden bitti. İsrailliler için de artık Beşşar el Esad siyaseten mevtaydı, müzakereye değmezdi. ABD ve Avrupa’nın desteğine oynayan bazı muhalifler müstakbel Suriye’nin Golan’ı unutarak İsrail’e barışacağı mesajlarını veriyordu. İsrail de silahlı isyana büyük değer biçiyordu.

İsrail, Golan’ın 1973-1974’te kurtarılmış parçası Kuneytra’yı ele geçiren El Kaide ve IŞİD bağlantılı örgütleri destekledi. Ortalık toz duman iken 2013’ten itibaren Golan’da petrol ve doğalgaz aramaya koyuldu. Bu işi İsrailli Afek ile birlikte Amerikalı Genie Energy’nin yürütüyor olması Washington’ın ilhakı fiilen tanıdığı anlamına da geliyordu. İsrail’e stratejik üstünlük sağlayan ve içme suyu veren Golan, artık enerji kaynağı olarak da kıymetliydi.

Suriye’de rejimi yıkma hesapları tutmayınca bu sefer, İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki varlığını temel meseleye dönüştüren bir strateji benimsendi. Bu strateji, İran ve Hizbullah’ın yarın Golan’dan İsrail’i tehdit edeceği senaryosu üzerine kuruluydu. Nitekim Netanyahu, 20 Mart’ta Kudüs’te ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu ağırlarken “Bir düşünün, İsrail, Golan’da olmasaydı bugün ne olurdu?” dedi. Mantıklı birinin çıkıp “Barış olurdu” demesi gerekirdi. İlaveten; “İsrail’in Lübnan işgali olmasaydı Hizbullah da olmazdı.”

11 Mart’ta Netanyahu ve İsrail hükümetinin ‘yedek anahtarı’ Amerikan Büyükelçisi David Friedman ile birlikte Golan’ı ziyaret eden Senatör Lindsey Graham, Trump’ı bu karara hazırlayanlardan biriydi. Şunu söylüyordu: “Bu topraklar İsrail devletine saldırılarda fırlatma rampası olarak kullanıldığı için askeri güçle alındı. İsrail buraları hayatta kalmak için işgal etti.” Bir de “Tanıma olmazsa Golan Lübnanlaşacak” tezini kullanıyorlar. Argüman uydurmada fütursuzlar! Şimdi Rus lider Vladimir Putin çıkıp Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirilen füze rampalarını gerekçe gösterip “Bu iki ülkeyi işgal edeceğim, çünkü tehdit oluşturuyorlar” derse ne diyecekler?

Amerikalılar Rusya’nın Kırım’ın referandumla iltihakına bundan sonra laf edebilecek mi? Ki Kırım’ın durumu tarihsel ve yöntemsel olarak Golan’la kıyas kabul etmez. Sadece Amerikan mantığının tutarsızlığını göstermek için söylüyorum. Golan’ı geri verme planı bölgenin uluslararası denetimde kalması dahil İsrail’in güvenliğini ilgilendiren bazı önlemleri de içeriyordu. Haliyle “İsrail çekilseydi İran Celile’ye kadar gelirdi” sözü ucuz bir argüman. Bir işgalin yol açtığı kaçınılmaz güvenlik tehdidini bertaraf etmek için bir işgal daha! Sonu yok.

***

Bir taraftan da İsrailli liderlerin işgalden vazgeçmeye asla niyetlerinin olmadığı, Golan üzerinden başlayan müzakereleri toprak takasına dayalı başka çözüm yollarına götürmeye çalıştığı da söylenegeldi. Netanyahu son demeçlerinden birinde Şam’la pazarlık yaparken Golan’dan asla vazgeçmeyi düşünmediklerini söyledi.

Burada acayip bir cinlik yatıyor. İsrailliler toprak takası meselesini öteden beri farklı platformlarda işliyor. Bir ara “Gazze’yi Mısır’a verip kurtulalım, Batı Şeria’daki Filistinlileri Ürdün’e gönderip burayı hepten ilhak edelim” önerisi revaçtaydı. Şu sıralar Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan’ı tamamen İsrail’e bırakan senaryodaki takas önerisi de şöyle:

Ürdün, Batı Şeria’daki Filistinlilere toprak versin; Suudi Arabistan’dan alınacak toprakla Ürdün’ün kaybı telafi edilsin; Suudi Arabistan da 1950’de Mısır’a bıraktığı Kızıl Deniz’deki iki adayı geri alsın, Mısır’a da Sina Çölü’nden bir şeyler verilsin. Golan pazarlığında da aynı yaklaşımdan söz ediliyordu: “Suriye, Golan’dan vazgeçmesinin karşılığında Ürdün’den, Ürdün de Suudi Arabistan’dan toprak alsın.” İsrail’i rahatlatmak için Filistin’i haritadan silen, 4 Arap devleti arasına da toprak virüsü eken bir yaklaşım. Müthiş bir küstahlık! Bu senaryolar, bir süredir ‘Yüzyılın Barış Planı’ diye İsrail’e Arap itirazını tamamen bertaraf edecek ve Filistin meselesini çözmeden tarihe gömecek bir gündemle bölgeyi şerbetleyen Trump’ın damadı Jared Kushner’i de heyecanlandırmış olmalı ki, o da takasa kafa yoruyor. Bir başka cinlik de şu: Filistinli mültecilerin dönüş hakkını ellerinden almak için mülteci tanımını değiştirmek istiyorlar. Bu tanım yeni nesilleri kapsamadığı için 4.5 milyonluk mülteci nüfus 30-40 bine düşecek. Demek ki küresel güç olmak diplomaside moron olmayı da kaldırıyor!

***

ABD’nin kararı çok şeyi değiştirir mi? Ki bu soruyla meseleyi küçümseyenler olabilir. Teorik olarak haksız sayılmazlar. Fiili ve hukuki durum değiştirmez. BM Güvenlik Konseyi kararları ortada. Golan’ın uluslararası statüsü değişmez. Suriye, Golan’dan vazgeçmez. Körfez’deki Amerikan müttefiklerinin tavrı ne olursa olsun barışı imkansız hale getiren bu türden tek taraflı adımlar, sorunun asıl muhataplarında tutum değişikliği yaratmaz. Aksine direniş cephesinin kararlılığını daha da artırır.

Bunlar hakikat olmakla birlikte Golan jesti gürültüsüz patırtısız sindirilirse İsrail bir süre sonra da Batı Şeria’nın ilhakını gündeme getirip ABD’den bir iyilik de burada isteyecektir. Böyle böyle, kafasındaki barış her ne ise onun koşullarına yaklaşmış olacaktır.

ABD, uğraşmaları gerekenin İsrail değil İran olduğunu dikte edip Arapları ‘Yüzyılın Barış Planı’na hazırlıyor. Mayıs 2017’den beri oluşturulmak istenen Orta Doğu Stratejik İttifakı’nı sadece İran’a karşı ortak cephe arayışı olarak okumak yanıltıcı olabilir. Bu ittifakla İsrail’i mutlak selamete taşıyacak yeni Orta Doğu dizaynına karşı gelecek bütün itiraz noktaları ihata ediliyor.

Araplar arasındaki çekişmeler, İran-Körfez gerilimi ve 8 yıldır Suriye’nin cehennemde yürütülmesi, İsrail’in elini o kadar rahatlattı ki istediğini dayatıyor. Beyaz Saray’ı kuşatan Evanjelist klik için büyük bir fırsat. İsrail’i kendi barış limitlerini bile tepeleyecek kadar aymazlaştıran koşulların yaratılmasında büyük payı olan Türkiye de şimdi Golan için yüksek perdeden itiraz ediyor. Geçmiş olsun! Başkalarının hesabına çalışırken dehlizlerde kaybolmak böyle bir şey.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.