YAZARLAR

Kral çıplak!

Saçma böylesine çıplak biçimde ortadayken ne kadar inandırıcıdır? Basit düz mantığın, sağduyunun çöktüğünü mü gösteriyor bunlar bize? Yoksa herkesin saçmayı gördüğü ama birbirine söylemeye korktuğu bir durumu mu yaşıyoruz? Peki hakikaten bir iktidar hiçlikten öte karşılığı olmayan bir söylemsel stratejiden nasıl medet umar?

Birileri bizimle dalga geçiyor olmalı. Seçimler yaklaşırken yine insanı çileden çıkaracak müptezellikte çamur atmalar, yalanlar, gerçeklerin üstünü sıvamak için uydurulmuş “istikrar”, “varlık kuyruğu”, “eksi büyüme” gibi oksimoron tabirler üzerimize konfetiler gibi saçılıyor iktidar sözcülerince… Küfürler, tehditler bakanların, belediye başkan adaylarının ağzından düşmüyor. “Terörist” sözüne iyice alıştık zaten. Her birimiz bu sıfattan fazlasıyla nasibimizi aldık. Öyle ki artık terörist hiçbir şeyi tanımlamayan, tamamen anlamsız bir sıfata dönüştü. Şu haliyle yalnızca bir hiçliğe işaret ediyor. Aslında sadece “terörist” yakıştırması da değil, iktidarın söyleminin uydurulmuş oksimoron tabirlerinin tamamı bir yokluğun, hiçliğin ifadesi. Peki neden bir iktidar hiçliği göstermeyi siyasi bir strateji olarak benimser? Bu yazı bu soru etrafında bir düşünme egzersizi olacak. Ama soruya gelmeden belki de söylemin nasıl hiçliğe işaret ettiğini göstermek gerekir.

Immanuel Kant, felsefe tarihinin dönüm noktalarından biri kabul edilen büyük eseri Saf Aklın Eleştirisi’nde, metafiziğin önemli kavramlarından biri olan hiçliği dörtlü bir sınıflamaya tabi tutar. Bu sınıflamanın ilk üç kategorisi bu yazının kapsamını, amacını aşan bir felsefi tartışmayı içeriyor, o nedenle bunları dışarıda bırakmayı yeğliyorum. Dördüncü kategoriyse, ancak hiçlikte sonuçlanabilecek mantıksal bir çelişkiyi, dolayısıyla imkansızlığı içeriyor. Bu kategori için “dörtgen daire”, “kırmızı yeşil”, “özgür köle”, “demokrat diktatör” gibi örnekler verebilirim. Bu örneklerin her biri ifadenin gerçekliğini iptal eden, karşılığını boşta bırakan bir çelişki barındırıyor. Dairenin dört köşesi olamayacağını biliriz. Birisi dörtgen daireden bahsettiğinde saçmaladığını düşünürüz. Yeşil yeşildir, kırmızı olamaz. Birisi yeşilin kırmızılığından dem vursa onu ciddiye almaktan vazgeçebiliriz. Köle özgür, özgür de köle olamaz. Bir diktatör de kendine ne kadar demokrat dese o kadar inandırıcılıktan uzaklaşır. Kurdun kuşun alay konusu olabilir. Mantıksal çelişki ile ortaya çıkan kuşkusuz saçmadır. Karşılığı olmayan bu tür saçmalamalarsa bize hiçbir şey söylemez.

Hal böyleyken, mantığın kaldıramayacağı yakıştırmalarıyla iktidarın bizi giderek hiçlikte yitmeye götüren dilinin esiriyiz artık. Aklımızla dalga geçiyorlar… “Terörist esnaf”, “terörist akademisyen”, “terörist çiftçi”, “varlık kuyruğu”, “eksi büyüme”, “istikrarlı kriz” gibi gerçeklikleri olmayan ifadelerin işgali altında zihinlerimiz. Bunlara bir de getirilen rejim içinde varlıkları mantıksal çelişki oluşturan gölge ve sözde kurumların adlarını ekleyiniz: “Cumhurbaşkanlığı”, “parlamento”, “bakanlıklar”, “Anayasa Mahkemesi”, “Yargıtay”, “Danıştay”, “siyasal parti”… Şunlar da mantığı topyekun rafa kaldıran, aklı hiçe indirgeyen yaşadığımız ortam için: “plansız plan”, “ekonomisiz ekonomi”, “politikasız parlamento”, “hukuksuz hukuk”, “hukuksuz yargılama”, “suçlanmamış mahpus”, “örgütsüz örgüt üyesi”…

Saçma böylesine çıplak biçimde ortadayken ne kadar inandırıcıdır? Basit düz mantığın, sağduyunun çöktüğünü mü gösteriyor bunlar bize? Yoksa herkesin saçmayı gördüğü ama birbirine söylemeye korktuğu bir durumu mu yaşıyoruz? Peki hakikaten bir iktidar hiçlikten öte karşılığı olmayan bir söylemsel stratejiden nasıl medet umar? Saçma karşısında duyduğumuz tedirginlikten, hiçliğin tekinsizliği karşısındaki iç ürpertimizden yararlanıp bizi donuklaştırmak mıdır stratejinin hedefi? Aklımızı hiçleştirip bizi yurttaşlar olarak yok hükmüne indirgemenin aracı mıdır bu söylem? Saçmalıkların arkasında mantık ararken, kralın kral olabilmesi için etrafında onu kral olduğuna, çıplakken de giyinik olduğuna inandıran bir kitleye ihtiyaç duyduğunu unutmuş olmayalım?


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.