YAZARLAR

İstihbarat rejimi olmak

'Arap Baharı’ diye etiketlenen süreç, Türk dış politikasının mayasını bozduğu gibi istihbarat devleti olmanın yolunu da açtı. Belki Arap Baharı’nın Türkiye’ye en mühim mirası budur. ‘Tek adamlık’ rejimler gölge adamların çantasında biriken sırlarla yürüyor.

Sıra dışı hevesleri diplomasi kaldırmaz. Diplomasi kayıttır, kuraldır, teamüldür. Kalıplara uymayan, çuvala sığmayan, çizgileri aşan gündemleri kovalayacak kanal istihbarattır. MİT Başkanı son yıllarda kritik bütün dış temaslarda arzı endam ediyor. Kamuoyuna kapalı ziyaretler çok daha fazladır.

‘Arap Baharı’ diye etiketlenen süreç, Türk dış politikasının mayasını bozduğu gibi istihbarat devleti olmanın yolunu da açtı. Belki Arap Baharı’nın Türkiye’ye en mühim mirası budur. ‘Tek adamlık’ rejimler gölge adamların çantasında biriken sırlarla yürüyor.

Devletlerarası ilişkilerde diplomasinin yerini gizli servis almaya başlamışsa sıra dışı, norm dışı, kanun dışı iş oranı artıyor demektir. Elbette diplomasi alanında işlerinin bir kısmını istihbarat şeflerine havale etmeyen tek bir devlet çıkmaz. Ama Dışişleri’nin işini artan oranda istihbarata havale etmek başka bir dönüşümle izah edilebilir.

***

Suriye’deki isyan dalgasının başında “Ne nedir, kim kimdir” bulmacasının başına oturanlar evvela “Suriye bir istihbarat devletidir” tanısıyla karşılaşırdı. Vekâlet savaşıyla rejim değiştirme oyunu, tabiatı gereği Türk istihbaratının rolünü de büyüttü ve çeşitlendirdi. CIA ve MI6 binlerce kilometre öteden gelip oyun oynar da Teşkilat-ı Mahsusa’nın halefi kendi bölgesinde oynamaz mı? Ayrıca Türkiye, Kudüs Gücü’yle asimetrik savaş yürüten İran’dan geri kalacak değil ya! Milis gücü oluşturmak, militan devşirmek, silah sevk etmek, eğitip donatmak, kumpas kurmak, suikast tertip etmek bu tür işlerin tabiatında var. Fakat bu işler sadece milis güçleriyle oyun oynamakla sınırlı kalmıyor.

Orta Doğu’daki rejimlerin röntgenini çıkardığımızda asıl işlerin istihbarat seviyesinde döndüğünü görürüz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta “Suriye ile alt düzeyde dış politika yürütülüyor” derken sözünü ettiği seviye... İddialara bakılırsa Suriye Genel İstihbarat İdaresi Başkanı Ali Memluk da geçen ay Antalya’ya teşrif edip Türk meslektaşlarıyla görüştü. Hiç de sürpriz sayılmaz. Hele Şam’daki Büyükelçilik iş bilmezlik eseri kapatıldığından beri normal. Rusların aracılığıyla yürüyen mesajlaşmalar bir kenara bazı işadamları ve emekli askerlerin de Şam-Ankara arasında kanal olduğu söylenegeldi. Ama kast ettiğim ‘istihbarat devleti’ olma emaresi, bu özel döneme mahsus ilişki kanallarının ötesinde bir durum.

***

Türkiye’nin girdiği yolun nereye çıktığını görmek için Orta Doğu’daki örneklerine yakından bakmak fikir verebilir. Mesela Mısır İstihbarat Şefi, İsrail gibi belalı bir devletle ilişkilerin görüldüğü dümende oturur. Filistinli örgütleri hizaya sokmak da onun işidir. Arap Baharı’nın emekli ettiği eski şef Ömer Süleyman bu alanlarda efsaneydi. Araplarla kritik temaslarda adı hep öne çıkardı. Yakın tarihe kadar diplomasi ve istihbarat kelimeleri yan yana geldiğinde zihinlerde canlanan isim eski Suudi İstihbarat Şefi, Ulusal Güvenlik Sekreteri ve Washington Büyükelçisi Prens Bender bin Sultan idi. Ali Memluk da az değildir. Son zamanlarda Memluk, Şam’la yeni başlangıç yapmak isteyen ülkelerin başkentlerinde dolaşır hale geldi. Ama Suriye’nin sorunlu dış ilişkiler ağı nedeniyle Memluk’un manevra alanı, Bender bin Sultan’ınkiyle kıyaslanamayacak kadar dardır. Emekli edilen Bender bin Sultan ne hikmetse geçenlerde Independent Arabia’ya anı penceresini açıverdi. Bu sır küpündeki azcık şeffaflık pek şüphe çekici ama bir Suud istihbarat şefinin eli nerelere kadar uzanır sorusunu aydınlatan bilgiler faydalı olabilir. Tabii olayın diğer tarafları konuşmadığı sürece anlattıklarının ne kadarı doğru bilemeyiz.

Prens Bender’i İran-Irak savaşı sırasında dönemin İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti ve Irak Dışişleri Bakanı Tarık Aziz ile birlikte New York'ta gizli görüşmeler yaparken görüyoruz. Yine 2007’de Lübnan’da Hizbullah ve Suud destekli blok arasında çatışma çıktığında Tahran’da pazarlık yaparken… Tahran’dan hemen sonra ABD Başkanı George W. Bush ile aynı masada…

Suud-İran bölgede köşe kapmaca oynarken dini lider Ali Hamaney’le görüşen, Ali Ekber Velayeti ve Ali Laricani gibi rejimin köşe taşlarıyla hep temasta kalan Prens Bender.

Prens Bender’in mesaisinin önemli bir bölümünü Suriye alıyor. Prens Bender’in Hafız el Esad’ın 2000’de ölümünün ardından kritik bir görevi vardır: Beşşar el Esad’ı Suud çizgisine çekmek. İsrail’le barış girişimleri dahil Şam ile Washington arasındaki kritik mesajlaşmalarda devreye giren ve Hafız el Esad’la her toplantısının en az üç saat sürdüğünü belirten Prens Bender baba Esad’ı oğul Esad’dan farklı anıyor:

“Beşşar’ı bir şey olmadan önce de tanıyordum. Bir şey olduğunu düşünmeye başlamasından sonra da. Hafız ile Beşşar arasındaki fark, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki fark kadardır. Baba Esad tam bir adamdı. Şimdiki ise hâlâ bir çocuk. Babası dürüsttü. Çocuğun söylediği yalanlar ise doğru sözlerinden daha fazla.”

Hatta iddiasına göre ölümünden hemen önce Hafız el Esad, Prens Bender’den Beşşar’la konuşup biraz ufkunu açmasını da rica etmiş!

Faruk el Şara, Velid el Muallim, Abdülhalim el Haddam, Mustafa Tlass o vakitler Prens Bender’in Şam’da sıklıkla buluştuğu isimler arasında.

Prens Bender sistemi dönüştürme niyetini koruduğu ilk yıllarında Beşşar el Esad’ın Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve Londra’da Britanya Başbakanı Tony Blair ile görüşmesine de ön-ayak oluyor. Bu ilişkinin altındaki mantık şu: Arap dünyasının ‘akil kralı’ ekseni kaymasın diye bir çocuğun elinden tutuyor, baba gibi. ‘Çocuk’ ve ‘baba’ kelimelerinin geçtiği bir sürü diyalog!

Beşşar el Esad’ın Rusya’nın Soğuk Savaş döneminden bir müttefik olduğunu hatırlayıp Moskova’ya uçması ancak iktidarının beşinci yılında mümkün olabildi. 2003’teki Irak işgalinden sonra sıranın Suriye’ye geleceğine dair tehditler ve Lübnan’da eski Başbakan Refik el Hariri’nin öldürülmesi sonrası Şam üzerinde artan baskılar Esad’ı Moskova ve Tahran’a itti. Bu yönelim Prens Bender’in siciline başarısızlık olarak giriyor. Beşşar’ın özellikle İran’la ilişkileri geliştirme eğilimi, Lübnan iç siyasetini dizayn etme ısrarı, Hariri’yi istifaya götüren baskılar ve nihayetinde ‘faali muğlak’ bir bombalı saldırıyla öldürülmesi Prens Bender’in Şam’daki verimli toplantılarının da sonunu getiriyor.

***

2011’de Suriye’de gösteriler patlak verince Suudiler için de intikam vaktiydi. Bu dönemde Prens Bender’in Rusya lideri Vladimir Putin’le görüşmelerinden çok çarpıcı bir anekdot medyaya sızdırılmıştı. Prens, Rusya’yı Kafkasya’daki selefi cihatçılarla vurabileceklerini ima ediyordu.

Bender bin Sultan ya da Ali Memluk istihbarat devleti denildiğinde meseleye ayna tutan figürlerdir. Bu tür ülkelerin bagajları, diplomasi ayağı için fazla netamelidir. Türkiye’de cari siyaset, kendi diplomatik birikimini değersizleştirip bu türden perde arkası becerileri gurur vesilesi yapar hale geldi. Fakat dış ilişkilerde kayıtdışı oranı kabardıkça rejimlerin karakteri de değişiyor. Ya da rejim karakterini yitirirken karanlık ilişkiler ağı genişliyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.