YAZARLAR

Öteki Sarı Yelekliler

Çoğunluğu siyah Müslümanlardan oluşan ‘Kolektif Adama’nın Sözcüsü Youcef Brakni Sarı Yeleklileri değerlendirdi. Brakni: "Sarı Yelekler de tıpkı bizim gibi, istenmeyen, neyi nasıl eleştirdiği ile ilgilenilmeyen, yaftalanan. Sol kesim mesela bizi görünce hemen bizim İslamcı ya da cemaatçi olduğumuzu söyler. Yanımızdaki Arapları gördüklerinde, bize cemaatçi derler. O halde gelip bizimle birlikte hareket edin, bizimle beraber mücadele edin, polisin karşısında bizimle durun."

Sarı Yelekliler, Fransa’nın döner kavşaklarında birden ortaya çıktıklarında, beklenemedik yerden soru gelmiş gibi oldu, bir sürü ‘analiz’ yapıcıya. Hiçbir zaman bilmiyoruz diyemedikleri için ve nedense kimse, doğrudan ‘Sarı Yeleklere’ ne istiyorsunuz diye sormadığı için ne sağcılıkları kaldı ne de ırkçılıkları. Biz Fransa’da eylemleri süren ‘Sarı Yelekler’ olgusunu, her açıdan konuşmaya devam ediyoruz. ‘Kolektif Adama’ Sarı Yelekliler eylemlerine ilk katılım çağrısı yapan sol grup. Neredeyse hepsi banliyölerde yaşan ve çok büyük çoğunluğu siyah Müslümanlardan oluşan, hepsi ‘beyaz Fransız’ denilen Sarı Yeleklileri renklendiren ‘Kolektif Adama’nın Sözcüsü Youcef Brakni ile görüştük.*

Adama İçin Gerçek Kolektifi’ni (La vérité pour Adama) hangi bağlamda kurdunuz? Bir araya nasıl geldiniz?

Adama Traoré'nin, 19 Temmuz 2016'da jandarma tarafından öldürülmesinden sonra kuruldu. Adama Paris’in kuzeyinde, bir banliyö olan Persan'nın jandarmaları tarafından öldürüldü. Hakkında bir soruşturma, arama emri vs. Hiçbir şey yokken takip etmeye başlıyorlar. Sonra bir kontrol sırasında, ayrımcılık yaparak gözaltına alan üç jandarma tarafından boğularak öldürüldü.

Komite öldürülmesinden hemen sonra, önce Adama'nın ailesi tarafından kuruldu. Ardından da mahalle çevresine ve daha geniş kitlelere yayıldı. Bu şekilde, iki buçuk yıldan beri, Adama’nın ölümünün arkasındaki gerçeği arıyoruz, bunun için çalışıyor ve adalet talep ediyoruz. Adalet için devlete karşı mücadele yürütüyoruz. Polis tarafından öldürülen bir genç; Fransa'da 1970'lerden beri sık rastlanan bir vaka bu. Aynı zamanda birçok diğer vakada olduğu gibi, siyah bir genç bu...

Banliyöde buluşmuştuk, onların mahallesinde. İki çocuğu ile gelmişti Youcef Brakni, biri kız biri erkek çocuğu. Güzeldiler tabii ki ikisi de. Önlerine konmuş kağıda resimler çiziyorlardı çocuklar. Küçük olanı bazen sözünü kesiyordu babasının. "Bak bunu çizdim" gibi önemli şeyler söylüyordu.

Youcef Brakni "Bugün artık militanlık çocukla oluyor. Benim eşim de aktivist çünkü, öyle olunca…" diyordu.

Çocuğuna dönüyordu. Bize resim yapmaya karar veriyorlardı. Türkiye’ye götürmek üzere. "Ortadoğu’da bir ülke" diyordu Youcef…

Youcef Brakni

Yani, bizim analizimiz şu, sadece ülkeleri sömürge durumundan çıkarmak, (dekolonize) etmek yeterli değil, artık sömürge değil dediğinizde, hemen öyle dünden bugüne bir değişim olmuyor. Sömürgecilik öyle kendiliğinden, büyülü mucizevi bir şekilde kaybolmuyor, ülkelerin dekolonize olmasıyla. Arkasında bir mücadele var, tabii ki ülkeler bağımsız olsun diye ama aynı zamanda sömürge olmuş topluluklardan söz ediyoruz. Kendisini sömürge eden gücün, yani bizim durumumuzda Fransa’nın kolonisi olmuş topluluklar, bugün burada (Fransa’da) yaşıyor. Burada buluyor kendisini. Abluka altında, gettolaşmış şekilde şehrin dışında, çeperde yaşarken buluyor kendisini. Kısaca, bunları yönetmek lazım. Ve polis, bu toplulukta asayişi sağlamak; topluluğu kontrol ederek ve aynı zamanda istismar da ederek, başkaldırıları, devrimci gücü bastırmak, buna engel olmak için burada. 2005’te de bunu gördük.

Sarı Yelekliler ilk çıktığında işte bunlar sağcı, aşırı sağcı vs. deniyordu. Hatta biz daha önce konuşurken, solun statükocu tavrından, yaklaşımından dem vurdunuz. Ve soldan ilk çağrı yapan siz oldunuz. Bununla ilgili neler söyleyebilirsin? Hareket ortaya çıktığında ilk izleniminiz ne oldu, nasıl tepki verdiniz?

Doğrusu başlangıçta biraz kaygılıydık. Hareketin tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Başta medya ırkçı, homofobik ya da yabancı düşmanı diye nitelendiriyordu. Fakat bununla birlikte, biz başka tarafını gördük. Bu insanlar kenara itilmişti, yoksuldu, işsiz kalmışlardı ya da işleri vardı ama geçinemiyorlardı. Benzerliklerimizi gördük, bununla beraber ayrıldığımız noktaları da gördük. Farklıklarımızdan biri şuydu: Biz uzun senelerdir ciddi polis şiddetine maruz kalıyoruz. Fakat biz ortak noktalardan hareket ederek, iki hareketin de kendine özgü taraflarını ortaya koymalıyız, diyerek eyleme katılma çağrısında bulunduk. Mücadele yürüten sol kesime, sol siyasal partilere ya da örneğin grevde olan demiryolu işçilerine toplanma çağrısı yaptık. Sarı Yelekler hareketini aşırı sağın eline bırakmamak için yaptık bunu. Çünkü azınlık da olsa aşırı sağ da vardı bu harekette. Bunun dışında hareketteki çoğunluk politize insanlar tarafından oluşmuyordu. Aşırı sağın Sarı Yelekler hareketini yönetmesi söz konusu olamazdı.

2005’teki banliyö eylemlerinde Fransız solu etkin değildi, desteğini göremedik. Durumu tam tersinden okumak ilginç olabilir, yani halk kesiminin/alt sınıfların yaşadığı banliyönün Fransız soluyla olan ilişkisi bakımından banliyönün merkeze gelip, Fransız solunu harekete geçirmesi. Bu rol dağılımını, konum alışları nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Bana kalırsa banliyöler ve banliyölerdeki hareketler, sol hareketten daha politikler. Kurumsal soldan bahsediyorum, bizimle birlikte hareket eden solcu militanlardan değil. Doğrusu biz daha politik bir konumdayız. Somut gerçekliğe daha yakınız, mücadelenin içindeyiz yani soyut düşüncelerin içinde değiliz. Bu açıdan Sarı Yelek hareketine baktığımızda, bize benzediğini görüyoruz. Sarı Yelekler de tıpkı bizim gibi, istenmeyen, neyi nasıl eleştirdiği ile ilgilenilmeyen, yaftalanan. Sol kesim mesela bizi görünce hemen bizim İslamcı ya da cemaatçi olduğumuzu söyler. Yanımızdaki Arapları gördüklerinde, bize cemaatçi derler. O halde gelip bizimle birlikte hareket edin, bizimle beraber mücadele edin, polisin karşısında bizimle durun. Ama hayır, istemiyorlar, ıslanmak, konfor alanlarını terk etmek istemiyorlar. Somut mücadelenin gerçekliğiyle yüzleşmek istemiyorlar. Belki zamanında, 19'uncu yüzyılda ya da 20'nci yüzyılın başında sol önemliydi ama bugün bitmiş durumda. Sol, “güzel mahallelerdeki” insanların, kafelerde oturup konuşan insanların siyasetine dönüştü. Bu insanlar artık gerçeğin içinde değiller, bizim içinse durum tam tersi, biz gerçeğin içindeyiz.

Banliyödeki insanlar Sarı Yelekleri nasıl görüyor, mesela oranın bakkalıyla, esnafıyla, orada yasayan sakinlerle konuştuğunuzda?

Banliyödekiler diyor ki biz zaten 2005'te yaşadık bunu. Bütün Fransa'ya yayılmış bir ayaklanmaydı. Çok şiddetliydi, üç haftada 6 bin gözaltı, binin üstünde tutuklama oldu o tarihte. Bu büyük bir rakamdı üç hafta için. Size karşılaştırma için imkan vereyim Sarı Yeleklerde 2,5 ayda 3 bin gözaltı ve az sayıda tutuklama var. Hem de banliyönün azınlık hareketi olduğunu, daha az kişinin sokakta olduğunu hesaba katarsak, o zaman maruz kalınan şiddet hakkında daha iyi bir fikrimiz olur. Tamam 2005'te bunları yaşadık diyoruz ama Sarı Yelekler bir başarı elde ederse bunun bize de yansıması olacak. O yüzden tabii iyi bir şey.

Sence pekiyi bu Sarı Yeleklerle beraber büyük bir değişim ortaya çıkar mı? Sizin hareketiniz gibi hareketlerle beraber büyük bir değişiklik, bir yere evrilme imkanı görüyor musunuz? Kilometre taşı gibi?

Biz banliyödeki aktivistler olarak oradayız, zaten yapmış olduğumuz ve yapmakta olduğumuz bir şey. Toplantılara (genel meclis adındaki forumlara) katılıyoruz. Bence bu kesişimlerin, ortak taleplerin, ister sosyal, ister polis şiddetine yönelik, bir noktada geri dönüşü olacak. Örneğin flashball’un (plastik mermi) kullanımının yasaklanması talep ediliyor. Bu, senelerdir bizim de talebimiz. Çünkü kimsenin üstünde kullanılmıyorken bizim üstümüzde kullanılıyordu flashball. Evet (Sarı Yeleklerle) daha önce eşi görülmemiş bir şeyin ortaya çıktığına ikna oldum ben. Her şey bir yana, bence bu hareket hemen sönümlenmeyecek, insanlar evlerine hemen dönmeyecek. Politika yapmayı öğrendiler, birlikteliği öğrendiler. Bunu sevdiler, bunun tadını aldılar. Bir dolu insan var, kendi anlatılarını dinliyorum. Yalnız yaşadıklarını, izole olduklarını anlatıyorlar. Bu insanlar birbirleriyle tanışmayı öğrendi. Eskiden bu insanların mahallelerinde, köylerinde belirli toplumsal ilişkiler vardı. Ya da fabrikada örneğin, fabrikadan arkadaşlarınız olurdu, orada beraber Noel yapılır, beraber kutlamalar yapılırdı.

Bu hareket Fransa’da büyük bir değişiklik yaratacak mı, hâlihazırda yarattı mı? Dünyada global ölçekte bir değişiklik yaratacağını düşünüyor musun?

Tabii, kesinlikle. Hatta başka yerlerde de Sarı Yelek protestoları oldu, Beyrut, Brüksel, Japonya... Sarı Yeleklerin fikirlerini sahiplenen insanlar var. Bence büyük bir etkisi olacak. Özellikle de insanların yüzlerini görüyoruz, belli ki bu insanların hiçbir şeyi yok, fakirler, kimi zaman kendilerini nasıl ifade edeceklerini bilemiyorlar. Siyasi söz söylemenin profesyoneli olmadıkları görülüyor. Bu birçok insanın kendilerini o kişilerle özdeşleştirmelerini sağlıyor. Bu, insanların "Ben de politika yapabilirim", "Ben de konuşabilirim", "Ben de bir adım öne çıkabilirim",  "Başkasının benim yerime çıkmasına, söz söylemesine geçit vermeyeceğim" demesini sağlıyor. Bu önemli, kendin politika yapabilecekken neden temsilci seçesin ki? Zaten işlemediğini gördük, oy verip meclise yolluyorsun, 6 bin-7 bin Euro kazanıyor, sonra daha da seninle konuşmuyor, seninle ilgilenmiyor. Eviyle, kredisiyle, vs. ilgileniyor. Bu hep böyle oldu. Ama şimdi kendin için kendin konuşuyorsun. Bu gitmeyecek, bu kalıcı.

Müslüman olmanın mücadelene nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsun?

Ben Cezayir’de doğdum. Sonra buraya, Bagnolet’ye geldim, dokuz yaşında filandım. Müslümanım. Maneviyatım, ki hedefe ulaşmada bana yardımcı oluyor, ondan ilham alıyorum, peygamberin öğretisinden, adalet meselesinde, vs. Ama Müslüman olarak düşmanlarım Vahabilik, Müslüman Kardeşler... Aslında Fransa’da durum karmaşık. Fransa’da hem Müslüman Kardeşlere karşıyım deyip hem de ırkçılarla müttefik görülmemek zor. Dolayısıyla her zaman bunun dengesini kurmak gerekiyor. Dolayısıyla ben bir yandan da Müslüman cemaati içinde, Müslüman Kardeşlere ve diğerlerine karşı sonuna kadar mücadele ediyorum. Çünkü onlar burjuvadır, kapitalisttir, vs. Ben anti-kapitalistim. İslam’ın da kapitalizmle bağdaşmadığını düşünüyorum. Bu mümkün değil. Peygamberin, İslam tarihini yapan büyük adamların ve hatta kadınların öğretisini okuyunca anlıyorum ki din bu değil. Ötekini, başka insanları sömürmemek gerek. Bunu yapamayız. Benim İslami bakış açımdan bu böyle. Dolayısıyla benim için Müslümanların bir numaralı sorunu Suudi Arabistan’dır, bu açık. Ayrıca bugün hepsinin birbirleriyle nasıl ittifak ettiğini de görüyoruz. Suudi Arabistan ve (içtenlikle söylüyorum) Müslüman Kardeşler! Olur şey değil. Görüyoruz bugün Fransa’da bir hayli zarar veriyorlar. Genel bakış açısından değerlendirelim, hepsi muhafazakar, burjuva, kapitalist, vs. Onlar benim için siyaseten düşmandır...

*Bu görüşmenin yapılmasında ve çevirisinde bana yardımcı olan Tuğçe Oklay, Deniz Dirican, Mehmet Ali Ayan, Orhan Dilber'e çok teşekkürlerimle.


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...