YAZARLAR

Başkalarının 'kir'iyle aklanmak

Kadınları eleştirmenin, ahlaka davet etmenin, aşağılamanın kitlesel onay gören, mevcut iktidarın da özenle köpürttüğü eril şiddet ve kadın düşmanlığını besleyen bir edim olduğu bir toplumda kutsal aileye, annelik, eşlik, evlatlık sorumluluklarına ihanet ettiklerini iddia ettikleri kadınlar; tacizi, sömürüyü ifşa eden kadınlar hedef alınıyor sık sık.

Dedikodu, en kirli ama en keyif veren sosyalleşme biçimlerinden biri. Başkalarının hayatlarına bakmaktan, bu hayatları sohbetlere katık etmekten kendini alıkoymak zor. Sorun, yani popüler jargonla sıkıntı, o hayatları genel ahlaka yahut kendi ahlaki kriterlerine göre tetkik ederek eleştirmek, ayıplamak, aşağılamak ve o hayatların sahiplerini sosyal hayattan dışlamakla, nefret söylemine maruz bırakmakla, hatta hedef göstermekle ortaya çıkıyor bence. Sıradan insanların konu-komşu, akraba-arkadaşları malzeme ederek yaptıkları dedikodu, televizyon programlarında, sıradan insanların çepeçevre dizildiği bir arenada ünlülerin birbirlerine vahşice saldırmalarına dönüşüyor son yıllarda.

Bu tür programlardan birini sabırla izleyeyim, dedim. Ne yalan söyleyeyim sırf tetkik etmek ve eleştirmek için falan değil, keyif de alırım diye düşündüm. Fakat öyle olmadı. Niye olmadığını birazdan anlatacağım. İzlediğim programda öyle iki kadın arz-ı endam ediyor ki evlere şenlik. İktidara yakın bir kanalda sabah kuşağında yer alıyor bu program. O kanal, OHAL dönemi KHK’larıyla üniversitelerden ihraç edilen bizleri fotoğraflarımız ve başka birçok kişisel bilgimizle birlikte teşhir edip hedef göstermişti. Alakasız gibi görünmekle birlikte, bize yapılanla, programa malzeme olan ünlülere yapılanlar farklı değil aslında.

Hemen programa dönelim. Bu iki kadından biri esmer, diğeri sarışın. Bir tanesi televizyonculuğa sabah şekeri olarak başlamış ve hep müptezel magazin programlarına malzeme olmuş biri. Son yıllarda Saray’da verilen resepsiyonlarda boy göstermesiyle de ünlü. Diğeri ise sektöre, yine bir magazin figürüyle yaptığı kısa evliliğin ardından girmiş fakat tam da magazin dünyasına yakışır bir karakter.

Haftanın beş günü oraya çıkıp sözde “şok edici”, “utanç verici” veya “tiksindirici” konu bulmanın zor olacağına hükmettiklerinden olsa gerek izleyiciyi de cürümlerine ortak ediyorlar. Onlardan ihbar niteliğinde enformasyon, görüntü talep ederek başlıyorlar programa. Öte yandan da, program yaptıkları yandaş kanalın yayın politikası, etik ilkeleri veya ilkesizliği doğrultusunda ahlak dışı, norm dışı, gayrı milli, maneviyata ve toplum düzenine aykırı saydıkları o kadar çok kişi, olay ve durum var ki, neredeyse hiç boş geçmiyorlar. Her gün bir bomba, bir skandal, her gün bir linç kampanyası.

Bu iki kadından esmer olanı daha belagatli konuşabildiği, daha çok bağırıp, daha çok efelenebildiği için, sarışın olan “kıtırı attıktan” ve arenaya salınacak olan kurbanın “marifetlerini” bir kısa videoyla izleyiciye gösterdikten sonra sözü bu ağzı kalabalık partnerine bırakıyor ve arkasına yaslanıp keyifle izliyor onun saydırmasını. Bu öyle bir performans ki, zaman zaman ne söylediğinden bağımsız olarak, el kol hareketleriyle, mimiklerle, porselen dişlerindeki göz alıcı parıltıyla, gözlerindeki yaşlarla veya çakıp sönen öfke kıvılcımlarıyla çekiyor izleyiciyi ekran başına. Ara sıra canlı yayına bağlanan muhatabıyla giriştiği ağız dalaşı, sinema salonunda, ekranda, sokakta kavga seyretmeyi seven geniş kitleyi mest ediyor belli ki. İnternette yayınlanan videolarının altına yapılan, bir kurbana, bir itham edenlere destek çıkan kışkırtıcı yorumlardan anlıyorsunuz bunu. Ne göreceklerini, duyacaklarını bilerek bu programı izleyenlerin biraz da anonim kimliklerinin ardına gizlenerek ve sanal dünyanın güvenli ortamında o kavgalara ortak olmak için yazdıklarını düşünüyor insan. Yüz yüzeyken bu kadar pervasız olmak zor çünkü.

Bu ikilinin hedefinde genelde kadınlar oluyor. Çünkü kadınların iffetli, edepli ve mazbut olması gerektiğine inanan bir ideolojiyi temsil etsinler diye çıkarılmışlar oraya. Ayrıca feminizm dışında hangi ideoloji buna inanmıyor ki? Kadınları eleştirmenin, ahlaka davet etmenin, aşağılamanın kitlesel onay gören, mevcut iktidarın da özenle köpürttüğü eril şiddet ve kadın düşmanlığını besleyen bir edim olduğu bir toplumda kutsal aileye, annelik, eşlik, evlatlık sorumluluklarına ihanet ettiklerini iddia ettikleri kadınlar; tacizi, sömürüyü ifşa eden kadınlar hedef alınıyor sık sık.

Adaletin terazisine güvendiklerini her fırsatta tekrarlayan, hak/hukuk/vicdan kavramlarını dillerinden düşürmeyen bu ikili magazin gündemini değerlendirirken geleneksel/muhafazakâr ahlakın kriterleriyle hareket ediyorlar. Buna da şaşırmıyoruz tabii. Mahkemelerde birçok hakimin, özellikle kadına yönelik taciz/şiddet vakalarında aynı ahlaki kriterlerle hareket ettiklerini bilmiyor muyuz?

Muhatapları hakkında çok şey bildiklerini ima eden sözlerle gözdağı veriyor, “Sen o kadar onurlu olsan intihar ederdin” demekten bile çekinmiyorlar. Alkole, sigaraya ve başka keyif verici maddelere karşı olduklarını her fırsatta vurguluyor, “fena dağıttı” vs. diyerek “kurbanlarının” “açıklarını” gözler önüne seriyorlar. Arada izleyicilere de ayar veriyor, onaylamadıkları tavırları destekleyenlere “yazıklar olsun” diye sitem ediyorlar. Başkalarının suçluluğunda aklanan bu kadınlar, saldırılarına karşılık verenleri üstü kapalı olarak tehdit de ediyorlar: “Bana bulaşma!”, “Bana yapma!” Güncel yaşam tarzlarıyla ve program yaptıkları kanalın politik angajmanıyla temize çektiklerini düşündükleri hayatlarını bir erdem manzumesi olarak takdim ederken, arkalarında kimlerin olduğunu da muhataplarına hatırlatmış oluyorlar. Namazlarından, abdestlerinden emin olduklarını dile getirirken, düşmanlarını Allah’a havale ederken, “biraz maneviyat” talep ederken, namusu en kutsal değerlerden biri olarak sunarken, “Biz Türkiyeyiz” konforunun içine güvenle yerleşirken yapıyorlar bunu. Öte yandan muhatapları da aynı silahla vurmaya çalışıyor onları. Yakın zamana kadar on kaplan gücünde olup, şimdi az da olsa forsu kalan patronlarına şikayet etmekle tehdit ediyorlar bu ikiliyi.

Ne kadar da toplumun aynası bu programlar. Ne kadar da Yeni Türkiye! Fikirleri iktidarda olanların veya iktidarda olanın fikirlerine ram olanların, eklemlenenlerin güçlü hissettikleri, muhataplarının sözde ahlaki açıklarını yakalayarak teşhir ve tehdit ettikleri bir dünya. Eğlence sektörü, şov dünyası her zaman ortalamaya teslim olmaya, iktidara yakın durmaya ahlaki muhafazakarlığın gölgesine sığınmaya meyyaldir bizde. Görünüşü en marjinal olan, yaşam tarzı genel geçer ahlaki kriterlere uymuyor görünen en statükocu beyanatları verebilir, rakibini inançsızlıkla, vatanperver olmamakla, ahlaksızlıkla, topluma kötü örnek olmakla suçlayabilir. Özal döneminde yaygınlaşan bu eğilim, AKP iktidarıyla birlikte daha da arttı. Devletten ihale almayı bekleyen inşaat şirketi sahibi gibi hareket ediyor şov dünyasının popüler figürleri. Medyanın, eğlence sektörünün yandaşların kontrolünde olduğu bir dünya bu ne de olsa. Bu vahşice pay kapma mücadelesi devam ederken, kendi saygınlıklarından ve ahlaki duruşlarından emin olarak arenaya dizilmiş heyecanlı ve kan görme beklentisi içindeki izleyiciler de düzenin böyle devam etmesinde sorumluluk sahibiler.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.