YAZARLAR

Muhalefet ve çaresizlik: Böyleyken böyle

Şu anda bu ülkede “muhalif” sayılanların azımsanmayacak bölümünün, sahiden sol ve demokrat bir muhalefetin itiraz edeceği onlarca konuda Türkiye’nin derin iktidarlarıyla aynı çizgide olduğunu varsaymayan, kabullenmeyen, kendi kabullenmedikleri ve varsaymadıklarının bugünkü halinde yapısal rolü olduğunu da kabule yanaşmayan siyasî zihniyetin kendi gerçek-dışı âleminde kendi oyununa dalmak dışında hayatiyeti, değiştirici toplumsal işlevi olamayacağı mı imâ ediliyor yoksa okuduğum -ve mazallah, herkesin okuyabileceği- yazıda?

Akın Olgun, Gazete Karınca’da, belli ki Türkiye’de kabaca “sol muhalefet” diye tarif ve tasnif edebileceğimiz paramparça gövdeye mensup insanların okumasını umduğu bir yazı yazdı: “‘Faşizm karşıtlığının çaresizliği’ ve Demirtaş’ın Ketıl’ı”.

Yazı, okunduktan sonra muhtemelen derhal yerden yere vurulacaktır, çünkü bir yaklaşım önerisi barındırıyor. Yeni yaklaşım önerisi, insanların kimlik haline getirdiği ve küçük iktidarlarını üzerine bina ettiği pek çok taşın bulundukları yerlerden çekilmesi demek. İnsanları yakınma yerine hal çareleri düşünmeye mecbur bırakabilir, Alllah göstermesin. Mağduriyetin sürekli hazzı yerine çözüm aramanın meşakkatini geçirip rahat bozabilir. O rahat ki, bunca zulüm altında, bunca eziyeti çekerken bile bozulmamayı başarmış bir rahattır. Bu bakımdan, yazının sahibi, sadece yazısının yerden yere, kendisinin de ne bakımdan emperyalizm ve neoliberalizme hizmet ettiği suratına vurularak tekdir edilmekle kalmayacak, sosyal medya linçlerine hedef edilecek, bir daha asla kimsenin onun hiçbir dediğine kulak vermemesi sağlanmaya çalışılacaktır muhtemelen. Bunca senelik gelenek var!

“Büyük bir sorunumuz var işte,” diyor Akın Olgun. Oysa bizim, büyüğü bir yana, hiçbir zaman herhangi bir sorunumuz olmamıştır. Başımıza gelen her şey, artık yerine, duruma göre, şu aşağıdakilerden biri veya birkaçı yüzündendir: (gelmiş geçmiş bütün kapıları açan anahtar) emperyalistler, tercihen (dünyanın her yerindeki her şeyi yönetebildiği, ancak günün birinde tarafımızdan her nasılsa alt edileceği varsayılan, devlet yapısı ve dünya politikası hakkında pek az şey bilinen ve takip edilen) ABD emperyalizmi, bazen (kaçıldığında sığınılan, devlet baskısına karşı bizi savunması beklenen, demokrasi sözkonusu olduğunda “kriterleri” kullanılarak iktidar eleştirileri yapılabilen, hattâ insan hakları ihlallerinde bazen yegâne umut ve destek kapısı, fakat bunlara karşılık herhangi bir şekilde ilişkide bulunmanın geneleve düşme gibi görüldüğü, karşı olmanın solculuğun beş şartından biri sayıldığı) AB, neoliberaller (adresi, adı sanı belirsiz kötü adamlar olarak sahip oldukları joker kimliğiyle her an her yerdeki her şeyi idare edebildikleri varsayılan, fakat “kimdir kardeşim bu pezevenkler” dendiğinde cevaben en fazla iki ekonomistle üç siyasetçi isminin sıralanabildiği, bir nevi dünya-dışı yaratıklar), (dünyayı idare eden gizli klik-tarikat anlamında “Yahudiler” demek bizim muhitte ayıp kaçacağı için bunun yerine ikâme edilen) Soros, neo’suz liberaller (zorlamayla bu kategoriye dahil edilen alâkasız insanlar da hesaba katıldığında toplam kırk yedi kişi), (Suudi Arabistan, “Katar sermayesi”, Al Jazeera kanalı, Kur’an kursları, tarikatlar, DAİŞ, El-Kaide, Fethullahçılar, İBDA-C, Akit gazetesi, AKP ve birbiriyle selam sabahı bulunsun bulunmasın her türlü dinî oluşum, hareket, ülke ve köy imamları:) dinciler, gericiler… Sorunlar bunların yüzünden doğmaktadır. Yoksa bizim tespitlerimiz ve çözümlerimiz doğru, sınanmış, hal çarelerimiz geçerli, etkin, önerilerimiz isabetli, sonuç alıcıdır. Örgütlenmemizse şaheserdir. Sadece doğruları halka izah etmekte bazı güçlükler yaşanıyor olabilir.

AYNI PARAGRAFTA, MÜNASİP Mİ BİLMEM Kİ...

Akın Olgun, zannederim, parçalanıp etrafa dağılarak kendimize yarattığımız yaşam -aslında iktidar- alanlarında başlıca mesaimizi en yakındakilere yönelik ayrıştırma, uzağa itme, değersizleştirme, kulak verilmez, insandan sayılmaz hale getirme faaliyetlerine harcamamızın pek başarılı sonuç yaratmadığı görüşünde; dönüp dolaşıp bir noktada buluştuğumuzu ileri sürüyor - üstelik bir çaresizlik noktasında: “‘Meclis çare değil, sokak’ diyeni de, ‘bu düzen değişmeli’ demenin ötesine geçemeyeni de, hiç kimseyi beğenmeyip ‘devrim’ diyeni de, her seçimde kahredip kendisini dağa taşa vuranı da, siyaseten burnundan kıl aldırmayanı da, ‘boykot’ diyeni de, umut bağlanan siyasetçilerin her defasında ters köşeye yatırıp, hiçbir şey olmamış gibi yapmasına duyulan tiksintinin de buluştuğu tek yer var: ‘Faşizm karşıtlığının çaresizliği.’”

Niye yazıyı ve yazarını yerden yere vuracaklarını anlamışsınızdır sanırım. Devrim ve boykot ile burun ve kıl nasıl aynı paragrafta geçebilir?

“Öfke, politik olarak kendine bir yol bulamadığında, hızla kendi içine çöküp umutsuzluğa, boş vermişliğe, bananeciliğe dönüşüyor,” diye devam ediyor Olgun ve mazallah, kimilerinin dışına atlamak için, en yüce değerini, “duruşunu” tehlikeye atacağı bir çemberden sözediyor, “ve bu bir kez salgına dönüştüğünde, hangi politikayı, siyaseti, çareyi, yol, yöntemi önerirseniz önerin, asla karşılığı olmuyor.

‘Bir garabetin içinde boğuluyoruz’ diyen Sezai Temelli de,

‘Adam kazandı’ mesajı ile seçmenini iktidar mengenesine sürükleyen İnce de,

‘Beni unutmayın’ diyerek cezaevine giden Eren Erdem’in seslenişi de,

Kendisi için bir şey yapılıyor-muş gibi yapılan Enis Berberoğlu da,

Demirtaş’ı, Figen Yüksekdağ’ı unutmuyor-muş gibi davranmak da,

‘Osman Kavala’ diye birisi hiç yokmuş gibi davranılması da,

İşçilerin kendilerini, çiftçilerin ürünlerini yakmaya kalkışması da,

İntihara sürüklenen atanamayan öğretmenler, işinden, ekmeğinden edilen akademisyen, kapatılan gazeteler, televizyonlar, tutuklanan belediye başkanları, milletvekilleri, insan hakları savunucuları, öğrenciler, kadınlar, gazeteciler ne varsa işte bu karşıtlığın çaresizliğinde kendine bir yer buluyor.”

Olgun’un sahaya sürdüğü kadroya itiraz mı var? Benim var. Ama eklemeler-çıkarmalar yapsak onun itirazı olmaz diye düşünüyorum. Mesele, burada varlığını hissettiğimiz nitelikte bir çember var mı ve kimleri kapsıyor? O çemberde Maraş Katliamı’na “Maraş Olayları” mı deniyor? Baş meselemiz radikal sol muhalefeti “şoven milliyetçilik”in tesir alanına sokmamak mı? Yoksa işimiz çeşitli “dokunulmazlar” kastlarıyla mı?

YA DOMATES-BİBER DEĞİLSEK?

Akın Olgun, belli ki yol gösterici olmasını umarak, “kurbanlık duygusu”nun üstesinden gelmenin mümkün olduğunu ileri sürüyor. Kulak verirsek, şişe dizilmiş domatesler, biberler gibi kızartılmayı bekleyerek öylece oturduğumuz ateş üstünden bir yerlere atlamamız, kebap garnitürü olmayı reddetmemiz ve belki ocakbaşının kapısından içeri adım atmamamız gerekecek. Domates-biber olmak kaderimiz değildir belki? Belki sandığımız gibi sebze değiliz biz?

Siyasî linç kuyusunu kazmakta olduğunun farkında değil mi, bilemedim, fakat yazar şöyle devam ediyor:

“Demirtaş’ın cezaevi koşullarında Ketıl’ı konuşturma espirisinden yola çıkarsak eğer, ‘faşizm karşıtlığının çaresizliği’ denen ve her kesimin elini kolunu bağlayan ‘kurbanlık’ duygusunu aşmak oldukça mümkün.

Bir Ketıl ile cezaevi koşullarında, dışarıyı saracak kampanya yapılabiliyorsa, dışarıda herkesin içini saracak birçok yol, yöntem bulmak da mümkündür.

Hedefleri merkezileştirmek, başlıkları bir araya toplamak ve onlar üzerinde bir strateji belirleyerek inatçı bir hat kurmak, toplumsal muhalefetin tümünü kapsayacak bir mücadele ortaklığını sağlamak önemli bir başlangıç olabilir.

Somut bir kazanıma dönüşmeyen her çabanın, insanı tüketen ve çaresizliği besleyen bir yanı olduğu bilinmeyen bir şey değil.

Meclisin iktidar tarafından hiçleştirilmesine karşı, temsiliyetin onurunu koruyacak, sokağın nabzını tutacak ve elle tutulur, gözle görülür çareler geliştirerek çözümlerin öncülüğü yapacak pratikler geliştirmek, yani çaresizlik duygusuna karşı panzehir olacak siyasi hattı görünür kılmak, çok şeyi değiştirebilir.

İçi yanmış, yakılmış annelerin bir araya gelmesi, annelerin sesinin yine onlarla birlikte sokağa taşınmasıdır çare. Hiçbir güç onların sesinden daha büyük değildir çünkü. Hesap sormayan her acının, sıradanlaşarak, kanıksanıldığını bu ülkenin derdi ile, halkları ile hemhal olmuş herkes bilir.

İşinden, ekmeğinden edilmiş tüm akademisyenlerin onlarla buluşması,

Soma’da ve tüm madenlerde katledilmiş işçilerin aileleri ile bir araya gelinmesi,

İş cinayetlerinde hayatlarını kaybetmiş, işçi kıyımlarında işi ve ekmeği elinden alınmış olanlarla bütünleşmiş bir hak mücadelesinin hepsiyle bir araya gelmesi, sadece onları değil, bu ülkenin geleceğini dert edinen tüm kesimleri birbirine daha fazla yakınlaştıracaktır.

İçimizden hiç kimsenin uzaklaştırılmasına, göz önünden çekilmesine izin vermemektir çare.

Tepeden inme kararlara itiraz etmek, örgüt, dernek, parti çıkarları diyerek, sorgusuz, sualsiz her şeyi kabul eden o hiç kimse olma halinden kurtulmaktır çare.

BİZ olmaktan çıkarılan her şeyin BEN’e dönüştüğünü ve o BEN duygusunun çaresizlik duygusunun çekirdeği olduğunu asla unutmamaktır çare.

‘Faşizm karşıtlığının çaresizliği’nin karşısına, Demirtaş’ın Ketıl’ı konuşturan iradesi ve inadını koyabilmeyi toplumsallaştırabilirsek, elimizdeki her araç konuşabilir olur.”

Akın Olgun, aslında bizdeki pek çok biz’in fiilen çok kişiyi kapsayan kocaman bir ben olduğu gerçeğini görmezden geliyor gibi. Ve o ben’in çıkarlarının kenara itilmesini öneriyor. Oysa o kocaman ben’ler hayat havuzları. Oralarda yaşanıyor. Ve başka havuzlardakilerin “içimizden hiç kimse” sayılmayacağına, “gözönünde”yseler de onları oradan çekmek gerektiğine dair grup ayini müfredatından besleniliyor. Suyumuz kirlenirse bunun sebebi yanlış kurduğumuz tesisat değil yan havuzdakilerin ihanetidir, bunlar öğreniliyor. Olgun, bu havuzlardan çıkılmasını, hep beraber sahile ulaşmanın yollarının aranmasını öneriyor. Kulak veren olur mu? Bir dürümün içine sarılı, kötü adamlarca ısırılırken tartışırız artık.

BÖYLE SUALLER VAR

Sonra, “maden kazası oldu, AKP’ye oy vediler, beter olsunlar” çizgisinin nasıl olup da sözkonusu hayat havuzlarının kenarlarında oturulurken sohbet ve şikâyet konusu edildiği muamması var. Beğenmediğimiz en ufak karakter çizgisine sahip isyan ve muhalefet -misal, Arap Baharı- küçümsenir, ilgi alanı dışı bırakılırken, türlü türlü despotlara, zalimlere anti-emperyalist diye sahip çıkılmasının üzerimizde yarattığı karakter bozucu tesir var mıdır yok mudur? “Hukuk” kavramıyla ilişkimizin -evet, burjuva olanı dahil- öylesine çarpıklığı yüzünden bugün hukukun yok edilmesinin mânâsını kavrayamıyor ve yalnız bize keyfî zulüm edilmesinden ibaret sanıyor ve bu yüzden bu zemin üzerinde bir itiraz ve direnme hattı oluşturamıyor olabilir miyiz acaba? Bir emperyalistten gelecek fırçaya, öbüründen beklenen yaptırıma, ekonomik krize ana muhalefet kahramanı muamelesi yaparak bir türlü sönmeyen o “kurtarıcı” umudunu yaşatıyor olmayalım? Böyle sualler var.

Şu anda bu ülkede “muhalif” sayılanların azımsanmayacak bölümünün, sahiden sol ve demokrat bir muhalefetin itiraz edeceği onlarca konuda Türkiye’nin derin iktidarlarıyla aynı çizgide olduğunu varsaymayan, kabullenmeyen, kendi kabullenmedikleri ve varsaymadıklarının bugünkü halinde yapısal rolü olduğunu da kabule yanaşmayan siyasî zihniyetin kendi gerçek-dışı âleminde kendi oyununa dalmak dışında hayatiyeti, değiştirici toplumsal işlevi olamayacağı mı imâ ediliyor yoksa okuduğum -ve mazallah, herkesin okuyabileceği- yazıda? Belki aşırıya vardırdım yazarın işaret ettiklerini. Lâkin olayımız bellidir abiler: kendini düzeltemeyen hiçbir şeyi düzeltemez.

Ve bugüne kadar gördüğümüz, “kendimizi düzeltelim”in en sıkı eleştirel mahfillerde dahi karşılığı şudur: biz zaten düzgünüz.

Değiliz. Haydi gelsin bini bir paradan küfür-hakaret!

Faşistler saldırıyorken kendimizle uğraşmamız safları bozmaz, mücadeleyi zayıflatmaz mı? Cevaplar: 1. Faşistler hep saldırır. 2. Saflar en iyi ihtimalle bozuk, aslında yok. 3. “Mücadele”den kasıt tam olarak nedir? “Bize ilişmeyin”den ibaret mi bu?

Türkiye’de sahici demokrasi mücadelesine kan-can verebilecek toplumsal muhalefet kapasitesi yok mu? Var. Varlığı tehdit altındayken bile neden harekete geçemiyor? Baskılar… Evet. Sahiden, asıl sebep bu mu?

Küfürden hakaretten yılmış biri olarak Akın Olgun’u cesareti için tebrik eder, yazısının göreceği tepki konusunda yanılmayı dilerim.