YAZARLAR

İktidarın kadınlara uyguladığı psikolojik şiddet

Bağırma, aşağılama, hakaret, paranı keserim tehdidi ve paranın kesilmesi ev içi şiddette eril zihniyetin sistematik şiddet yönteminin adımları. Ve sistematik şiddetin bu yöntemi bugün iktidar tarafından ülkenin bütün kadınları üzerinde uygulanıyor.

Yerel seçim gündeme hakim ve hemen her önemli toplumsal konu seçim sonrasına ertelenmiş halde. İktidar, sandıktan ibaret demokrasi algısı nedeniyle, halkın huzuruna giderken toplumun, yerel gündemler dışındaki sorunları tartışmasından rahatsız muhtemelen. 100 günlük eylem planında yer almasına rağmen yapay nafaka sorununu “olgunlaştırma” görünür gerekçesiyle ertelemesi, doğruysa ancak böyle izah edilebilir kanaatimce. Nuray Babacan imzalı hürriyet.com haberinde yer alan bilgiler, partide ve AKP MYK toplantılarında geçen tartışmalara dair ayrıntılar içerdiğinden dikkate almaya değer. Aslında haber metni, iktidar çevrelerindeki nafaka karşıtlarının söylemine uygun düzenlenmiş olsa da haberin spotunda yer alan cümleyi önemli buluyorum: “Bir süredir kamuoyu oluşturulmaya çalışılan ‘adil nafaka’ konusu, AK Parti’deki görüş ayrılığı nedeniyle seçim sonrasına bırakıldı.” Evet, bir süredir kamuoyu oluşturulmaya çalışılan ifadesi gerçeği yansıtıyor. Yukarıda “yapay nafaka sorunu” tanımlamamla da örtüşüyor. Üstelik “adil nafaka” tanımını tırnak içine alması da mevcut nafaka düzenlemesinin adil olmadığı yolundaki ve adalet bakanının söylemlerine bile giren ön yargıdan azade kılmış haberi.

Daha önce kasım ayı içerisinde apar topar bir düzenleme ihtimalinin kuvvetli olduğu düşüncesiyle bu ayın zor geçeceğini yazmıştım. Şimdi yanılmaktan kısmen memnun olduğumu söyleyebilirim. Tıpkı nafaka gibi yapay bir sorun olarak toplum gündemine sokulan af tartışmalarının da soğumaya bırakılması, iktidarın tabandaki bölünme endişesini yansıtmakta. MHP’nin kanun teklifi olarak Meclis Başkanlığına sunmasına rağmen önce af sonra kısmi ceza indirimine dönüştürerek gündeme taşıdığı konu da yerel seçimlerden sonraya mı bırakılmıştır şimdilik belli değil. MHP taslağı sözlü ve fiziksel tacizi de içerdiğinden gerek af gerek nafaka tartışmalarının varlığı bile kadınlara yönelik psikolojik şiddet niteliğinde. Af ve nafaka düzenlemesinin ertelenmesine dair memnuniyetimin sınırlı olması da biraz bu şiddet söyleminin devam edecek olmasından. Seçim sonrasına kaldığında ne şekilde karşımıza çıkacağına dair belirsizlik, hatta tehlike baki… Dolayısıyla bu konuların ertelenmesi sevindirici görünebilir. Ancak 2019 yerel seçiminin kritik önemini hatırlamak sevinmeye engel.

Seçim sonrası nafaka tartışmalarının evrilebileceği ürkütücü boyuta geçmeden önce o zamana kadar yapılması gerekenlere değinmek istiyorum. Konu şimdilik yarı uyutulmuş olsa da iktidar çevrelerinden, parti tabanından, camiadan diyelim hadi BoşanMA Komisyonu'nu kurduran kesim şüphesiz geri adım atmayacak. Hiç yoktan var edilip ilk defa bu komisyonla dile getirilerek soruna dönüştürülen nafaka konusu, muhtemelen bu komisyonun halen taslak halindeki raporuna yansıdığı biçimiyle değiştirilmek istenecek. Bir türlü aslı yayınlanarak TBMM arşivinde resmi yerini alamayan (bildiğim kadarıyla böyle ancak yanıldığım ispat edilirse tereddütsüz sözümü geri alırım) bu taslak rapor, kadın, çocuk ve aile konularında hükümetin gizli programı gibi kullanıldığı için hatırdan çıkarmak mümkün değil. Komisyon görüşmelerine dayanarak 10 Ekim tarihli çalıştayda görüş belirten Ayşe Keşir’in ifade ettiği doğrultuda değişiklik için seçim sonrasında hükümet ve meclis üzerindeki baskılarını arttırabilirler. Şu halde bizler de nafakaya ilişkin bu muhtemel değişiklik beklentilerine yönelik karşı argüman geliştirmek durumundayız.

Komisyon sonuçlarından biri olarak AKP Düzce Milletvekili Ayşe Keşir’in anılan çalıştayda dile getirdiği üç değişiklik eklentisi şöyle: 1- Fiilî birliktelik gerçekleşmemiş evliliklerde; 2- Çocuksuz evliliklerde; 3- Kısa süreli evliliklerde yoksulluk nafakasının yeniden düzenlenebileceği görüşünü paylaşmıştı. İktidar ve Ayşe Keşir, kurdukları bu komisyonla, uyuyan ataerki yılanını uyandırdıklarının hâlâ farkına varmamış olacaklar ki yoksulluk nafakasında değişiklik yapmaya giriştiklerinde bu üç şartla sınırlı tutabileceklerini sanıyorlar. Ya da bizleri, toplumu buna inandırmaya çalışıyorlar.

Oysa yapılan basın açıklamaları, sosyal medya performansı, akademik toplantılar ve bakanlık çalıştayı nafaka karşıtlarının, vekilin maddelerinin çok ötesine geçtiğini açıkça ortaya koyuyor. Eylem planına da girmiş olmasından aldıkları cesaretle pervasızlaşarak iştirak nafakasına da itiraz ediyorlar. Karısından boşanan erkek babalıktan da istifa etmek istiyor gibi. Çocuklarına nafaka ödemek istemediklerini de velayet hakkına itirazla dile getiriyorlar. “Velayeti alan çocuğa baksın” sloganıyla perdeledikleri iştirak nafakası kaçkınlığı, sonuçta kadınların velayet hakkını tehdit ediyor.

Tedbir nafakasına da boşanma davalarının uzun(?) sürmesi gerekçesiyle karşı çıkıyor ve boşanmaların kolaylaştırılmasını istiyorlar. Boşanmaların toplumu, ailenin dağılması nedeniyle tehdit ettiği kabulüyle, boşanma olaylarını araştırmak için kurulan komisyon, sonuçta boşanmaların kolaylaştırılması taleplerine yeşil ışık yakmış oldu. İlk bakışta çelişki gibi görülse de çelişkili değil erkek egemen zihniyetin gayet tutarlı bir talebi. Zira kolaylaştırılmasını istedikleri boşanmalar erkek tarafından açılan boşanma davaları. Kadın ise hem velayeti alamayarak çocuğundan ayrı düşeceği, hem nafaka hakkı kısıtlanarak yoksulluğa düşeceği endişesiyle, boşanma hakkını kullanmaktan caydırılmış olacak.

Uzun yıllar süren kadın mücadelesinin elde ettiği kazanımlar sayesinde geri adım attırıldığı için uyuyan yılan dediğim ataerki, bu komisyon ve iktidar tarafından yeniden güçlendirildiği için nafaka kilit öneme sahip. Konuşmaya ve yazmaya devam ederken yerel seçimlere kadar bıkıp usanmadan özellikle Vekil Keşir’in dile getirdiği üç madde başta olmak üzere yoksulluk nafakasının sınırlandırılmasına ve tedbir, iştirak nafakalarıyla velayet hakkı dahil olmak üzere kadınlar üzerinde kurulmak istenen baskılara karşı argümanlarımızı sürekli geliştirmek şart. Zira yerel seçimden sonra konu tekrar gündeme geldiğinde artık uzun süre sandık endişesi taşımayacak olan iktidar, nafakadan öteye geçecek değişiklikler yapabilir Medeni Kanu'nda. Yukarıda bağlantısını verdiği habere göre MYK toplantılarında ortak görüş çıkmadığı için alınan karar şöyleymiş:

“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, konunun olgunlaştırılmadan kamuoyunun önüne getirilmemesini istedi. AK Parti kurmayları, ‘boşanmaya’ ilişkin tüm maddeler üzerinde bütüncül bir çalışma yaptıktan sonra konu yeniden gündeme gelecek.”

Görüldüğü gibi icat edilen bir sorun olarak nafaka, boşanma bahsi adı altında Medeni Kanun ile ilgili bütüncül bir değişiklik tehdidi haline dönüştü. Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Haftası yaklaşırken psikolojik şiddet altındayız, kısacası. Nafaka, ekonomik eşitlikle ilişkili ve eşitlik sağlanıncaya kadar gerekli bir düzenleme olduğu için nafakaya yönelik değişiklik çalışmaları doğrudan doğruya bu ülke kadınları üzerinde bir ekonomik şiddet tehdidiydi. Şimdi bu tehdit aylar sonraya ötelenmekle iktidar tarafından, bütün kadınlar üzerinde apaçık bir psikolojik şiddet uygulandığını söylemek gerek. Nafaka karşıtlığıyla eş zamanlı ve eşgüdümlü görünen, Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Kanunu ve İstanbul Sözleşmesi'ne itiraz edilirken en çok psikolojik ve ekonomik şiddet kavramlarına saldırmaları tesadüf değil. Sistematik şiddetle kadınları sindirmenin, şiddete itiraz edemez hale getirmenin ilk adımı psikolojik şiddet uygulamak. İlkin aşağılayarak, zaaflarını yüzüne vurarak, bu eylemi toplum içinde de sürdürerek kadınları çaresizliğe iterler. Ardından ekonomik şiddetle kadının gücünü iyice kırarak karşı koyamaz hale getirirler. Karşı koymak istese bile herhangi bir yardım başvurusuna erişecek maddi güçten yoksun bırakırlar. Bağırma, aşağılama, hakaret, paranı keserim tehdidi ve paranın kesilmesi ev içi şiddette eril zihniyetin sistematik şiddet yönteminin adımları. Ve sistematik şiddetin bu yöntemi bugün iktidar tarafından ülkenin bütün kadınları üzerinde uygulanıyor.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.