YAZARLAR

Yüzümüzü sola dönmek

Bahçeli’nin açıklamasından beri neredeyse konuştuğum herkes, AKP’nin hangi siyasi aktöre yaklaşacağı üzerine kuruluydu ne yazık ki… Bu zaten bir biçimiyle olacak, Erdoğan bekasını korumak üzere her pazarlığa girecektir; peki böyle bir dönemde sol bu soru üzerine mi düşünmelidir?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yerel seçim çıkışını, Ertuğrul Özkök’e yaptığı açıklamalarla birlikte okumak gerek. Bu açıklamada Cumhur İttifakı'nın üç büyük şehirde yerel seçimleri kaybetmesi halinde muhalefetin cumhurbaşkanlığı sisteminin meşruiyetini tartışmaya açacağını söylemişti.(1) 23 Ekim 2018 tarihli grup toplantısında da yerel seçimlere MHP olarak gireceklerini, her şehirde aday çıkaracaklarını deklare etti. Ardından yapılan AKP Grubu’nda da aslında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen olgunun nasıl bir kişiselleştirme, pazarlıklar ve ittifaklar sistemi olduğunu tekrar görmüş olduk.

Türkiye Devleti’nin kural ve kurumlara dayanan bir siyasal örgütlenme olmaktan çıkıp saf çıkar ve pazarlıklara döndüğünü, bir racon devleti haline geldiğini tekrar yaşamış olduk. İstikrar sözcüğünün AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı’nın bekasının korunması, milli çıkar kavramının bir avuç imtiyazlının imtiyazlarının sürdürülmesi, milli irade kavramının da kaba bir meşruiyet aracından başka bir şey olmadığını çok uzun zamandır biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de zaten Türkiye’nin en az yarısı tarafından hem biçimsel kabul koşulları hem geçiş uygulamaları hem de siyasi açıdan meşru bir rejim olarak kabul görmüyor. Karar verici tüm organlar kurul ve kural bağlarından kurtulmuş durumda, ülke birkaç kişinin özel ilişkilerinden aldığı tavsiyelerle yönetiliyor.

İTTİFAKLAR, PAZARLIKLAR

AKP ve MHP arasındaki Türk-İslam ittifakının çatlama işaretlerinin ortaya çıkmaya başladığını varsayabileceğimiz günler aynı zamanda olağan yönetim usullerini sürdüren, hesap veren bir siyasal iktidarın altından kalkabileceği bir iktidar da değil. Türkiye olağan bir biçimsel demokrasi koşullarında olsa ülkeyi bu hale sokanların siyasi bir hesap vereceklerini ve iktidarı normal yollarla terk edeceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira Bahçeli tarafından Nisan 2018’de yapılan erken seçim açıklamasının ardından seçimlerin kasım ayından hazirana alınarak kriz koşulları kendini ağır biçimde dayatmadan seçim yapma ve rejim değiştirme acelesinin nedeni de buydu. Hükümet halkı, emekçileri, yoksulları ateşe attığı bir ortamda kendini, kendi bekasını güvenceye almak zorundaydı ve bunu erken seçimle rejim değişikliğini yürürlüğe sokarak bir ölçüde yaptı. Şimdi cumhurbaşkanı danışmanları ulusal ve uluslararası sermayenin kapılarını, onları rahatsız etmeden hafifçe çalarak önlerinde hiçbir engel olmadığını, sermayenin her istediklerini kurum ve kural tanımadan hızlıca yapabileceklerini fısıldıyor kulaklarına. Yeter ki para aksın, destek sürsün. Ama burada başka bir siyasal cephe, emekçilerin kendi haklarını savunma hattı olabilecek bir politik hat hesaba katılmıyor, daha doğrusu elbette siyasal iktidar emekçileri ve yoksulları kendisine yeniden bağlamak, bağlanmayanı siyasetin ve yaşamın dışına etmek için azami çaba sarf ediyor. Fakat zaten burada bahis konusu edilmesi gereken Erdoğan değil.

DEMOKRATİK MEŞRUİYET KRİZİ VE EKONOMİK KRİZ

Hem kabul edilme hem de sürdürülme biçimi bakımından demokratik meşruiyeti bulunmayan bir rejim altında, bedelinin kime ödetileceği açık olan bir krizin içinde ve yapılanların, yapılacakların bir ailenin geniş çevresinin imtiyazlarını korumak ve istikrarını sağlamak için yapıldığı bir pazarlık devletinde yerel seçimlere gidiyoruz, az kaldı. Adil seçim için güvenceler sağlanmamışken, seçilme yeterliliğine sahip belediye başkanları daha seçilmeden tehdit ediliyorken seçimlere hiçbir şey yokmuş gibi gitmenin anlaşılmazlığını, hayranlık ve hayretimi geçen hafta yazdım. Bahçeli’nin MHP grubunda yaptığı konuşmanın ardından yeni bir şeyi daha önce hayretle sonra anlamaya çalışarak izledim.

Meşruluğu tartışmalı bir rejim altında yaşanan ekonomik krizin daha da ağırlaştığı koşullarda, siyasal çürümenin devleti teslim alan partiye ve genel olarak Türkiye sağının bütününe sıçramış olduğu koşullarda Türkiye solu, sosyal demokratlardan sosyalistlere, hangi soru etrafında düşünür?

Bahçeli’nin açıklamasından beri neredeyse konuştuğum herkes, AKP’nin hangi siyasi aktöre yaklaşacağı üzerine kuruluydu ne yazık ki… Bu zaten bir biçimiyle olacak, Erdoğan bekasını korumak üzere her pazarlığa girecektir; peki böyle bir dönemde sol bu soru üzerine mi düşünmelidir? Yani bir yanda CHP gibi, sağın hangi kanadıyla ittifak kurmalıyım diye sorarak bir yandan da sağın hangi ittifakları bizi yönetecek tahminlerinde bulunarak.

Türkiye’de sol fikirlerin yeniden yeşereceği ve yerleşebileceği büyük bir alan vardır; gerçekliğin kendini dayattığı koşullarda, halkın gerçeklerinden başka siyasal malzemesi olmayanların siyaset alanı her biçimde genişleyecektir. Dolayısıyla, hangi sağ ittifak bizi yönetsin sorusundan artık kurtulmak gerekir.

(1) http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/devlet-bahceli-28-ayi-anlatiyor-dun-bugun-yarin-40985454


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.