YAZARLAR

Kafkasya’da tehlikeli restleşmeler

Kafkasya’nın karıştırılacağına dair algılar zaman zaman tavan yapıyor. Rusya’nın Doğu Ukrayna, Kırım ve Suriye’deki müdahalelerine paralel olarak ‘Kafkasya sendromu’nun tekrarlandığını görüyoruz.

Toprağın bağrı sancılarla doludur. Toprağa dönüş tarihi canlandırır; hasretleri, yitikleri, çelişkileri, üstü toz tutmuş husumetleri, düşmanlıkları… ‘Toprak’ referans haline geldiğinde kaynağı öze dönüş sancısıdır, kültürel dirilmedir, yok oluşa-törpülenmeye tepkidir, milliyetçi derinleşmedir, sürgünden-diasporadan dönüştür.

Hakkımda Rusya Federasyonu’na 5 yıl giriş yasağı konulup Soçi Havaalanı’nda üç gün mahsur bırakıldıktan sonra geri gönderildiğim Eylül 2013’ten beri Kafkasya’yı nadiren yazabildim. Kafkasya’ya dair yarım kalmış iki kitabımı tamamlayamadım. Ortadoğu’nun felaket yoğunluğu da buna fırsat vermedi. Ama Kafkasya kültürüyle, khabzesiyle, insanlarıyla, tarihiyle beni çekmeye devam ediyor. Şu sıralar, Sovyetler’in dağılıp gücü yetenin ‘özgürlük pazarından’ kaldırabildiğini kaldırdığı 1990’ların koşullarını anımsatan ve milletlerin kendini yeniden keşfettiği o dönemi canlandıran bazı gelişmeler yaşanıyor.

Çarlık Rusya’sının 1864’te zirvesine ulaşan Büyük Sürgün’den sonra tamamen kolonize ettiği Kuzey Kafkasya’da bugün Rusya Federasyonu içinde kalan yedi cumhuriyet, özerklik haklarının sistematik olarak budandığı bir süreçten geçiyor. Bu gerileme özellikle Vladimir Putin döneminin eseri. Çeçenya’daki savaşın susturucu ortamında önce halkın özerk cumhuriyetin başkanını doğrudan seçme hakkı gasp edildi. Artık başkanlar bir vali gibi Kremlin’den atanıyor. Yerel parlamentolar sembolikleşti. Özerk hükümetlerin hükmetme yetenekleri sınırlandı. Kremlin bu müdahaleleri yerelde yolsuzluk, yetersizlik, akrabacılık, kayırmacılık gibi hastalıkları göstererek yapıyor. Bu kötü minvalde son adım 19 Temmuz’da Duma’dan geçen anadilde eğitim yasasıydı. Yasaya göre 35 resmi dilden 34’ünde anadilde eğitim seçmeli derse dönüştürüldü ve haftada iki saate indirildi. Anadilde eğitim federatif sistemin en temel unsurlarından biriydi. Kısıtlamalar tepki olarak toplumun katmanlarında kültürel-milli tetikleme yapıyor. Kayıplar karşısında milliyetçi refleksler gelişiyor.

***

Kafkasya halkları, Çarlığın yıkılışını fırsat bilip 1918’de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni kurmuştu. SSCB tesis edilirken Kafkasya’da bu çok milletli modele fırsat verilmedi. 1921’den itibaren Kafkasya özerk cumhuriyetler ve bölgelere ayrıldı. Sovyetler zamanının iyi tarafı özerkliğin getirdiği imkânlar sayesinde halkların kendi dil ve kültürlerini geliştirme şansını bulmasıydı. Sürülenler ise uğruna savaştıkları Osmanlı coğrafyasında ve tekrar dağıldıkları yerlerde kendi dillerini yitirdi. Yani kültürel kimliğin korunmasında kalanlar daha şanslı çıktı. SSCB sonrası dönemde özerklik statüleri belli değişikliklerle devam etti. Ruslar özerk bölgelerin sınırlarını tayin ederken halklar arasına düşmanlık tohumları ekecek şekilde ‘ince işçilik’ yaptı. Etnik olarak hepsi aynı kökten olmalarına rağmen Rus idare sisteminde resmi evraka ‘Adıge’, ‘Kabardey’ ve ‘Çerkes ’ olarak giren Adıgeler (Çerkesler) bu bölünmeye karşı yer yer “Birleşik Çerkesya” fikrini gündemleştiriyor. Kıyıboyu Şapsuğya ve Krasnodar Kray’daki Adıge bakiyesi ise artık yok hükmünde. Ne zaman etnik gerilimler nüksetse Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ndeki Balkarlar da “Balkarya Cumhuriyeti”ni, hatta Karaçay-Çerkes’teki Karaçaylarla birleşerek “Birleşik Karaçay-Balkarya”yı kurmayı hayal ediyor. Beri tarafta tarihsel olarak siyasi eğilimleri farklı olan Çeçenler ve İnguşlar arasındaki bölünmenin mantığını sorgulayanlar da yeri geldiğinde 'Vaynakhları birleştirmek'ten söz ediyor.

***

Bugünlerde yeniden nükseden gerilimlerle 1990’lardaki argümanların canlandığını görüyoruz. Kabardey-Balkar’daki son gerilim, Kırım Hanlığı’na karşı kazanılmış Kanjal Savaşı’nın 310’uncu yıldönümünü kutlamaya çalışan Kabardeylerin (Adıgeler) Balkar engeliyle karşılaşması nedeniyle çıktı. 18 Eylül’de Kanjal dağına gitmek için yola çıkan 30 atlının önü Balkarların yaşadığı Kendelen köyünde kesildi. Kabardeyler ertesi gün daha büyük bir kalabalıkla yürüyüşe geçti. Bu sefer kitle Zayukovo’da güvenlik güçlerinin şiddetli müdahalesiyle karşılaştı. Olaylar etnik gerilimleri tetikleyecek şekilde büyüdü. Kabardeylerden bir rivayete göre 70, bir rivayete göre 120 kişi gözaltına alındı. Yedisi hariç hepsi peyderpey bırakıldı. Gözaltına alınanların hepsi davalık oldu. Bu arada engellemenin tekrarlanması yüzünden yürüyüşçüleri temsilen küçük bir atlı grubu, tehlikeli bir güzergâhtan iki gecelik yürüyüşle dağın zirvesine varıp Kanjal Zaferi'ni andıktan sonra döndü. Fakat etnik fay hatları bir kez daha harekete geçirilmiş oldu.

Benzer bir gerilim Kanjal’ın 300’üncü yıldönümünde yaşanmıştı. Balkarların iddiasına göre “Kanjal tamamen uyduruk bir efsane” ve anma etkinliklerinin arkasında meraları ele geçirme ve nihayetinde “Büyük Çerkesya”yı kurma hesapları yatıyor. Adıgeler ise Kanjal Savaşı’na simgesel anlamlar yüklüyor. Onların anlatısına göre 1708’de Kırım Hanı Kaplan Girey, Çerkesya’ya  saldırıp her yıl haraç olarak üç bin delikanlı ve genç kızın verilmesini istedi. Çerkesler ise reddetti. Bunun üzerine Kırım Hanı Çerkesya üzerine büyük bir ordu gönderdi. Barış istemek zorunda kalan Kabardeyler, 30 seçkin savaşçıyı Han’a köle olarak gönderdi. Bu kişiler bir gece fırsatını bulup Tatar subaylarını öldürdü ve ardından Çerkesler ani baskınla Har’ın ordusunu yendi.

Kanjal tartışması, taraflar arasında “Aslında bu topraklar bizimdi” iddiası etrafında derinleşip gidiyor. Bugün Kafkasya’nın sorunlarına ışık tutacak ve çözüm perspektifi sunacak bir tartışma olduğu söylenemez. Aksine ‘işgalci’ olarak gördükleri Ruslara ‘kavgalı halklar arasında tutkal olma’ ve ‘büyük ağabey rolü’ oynama fırsatı sunuyor. Halbuki bu olay basitçe ilgili makamlardan izinli ya da resmi kutlamaya dönüştürülerek halklar arasında husumetleri körükleyen bir mesele olmaktan çıkartılabilir.

***

Bir diğer olay ise iki kardeş halk olarak bilinen Çeçenler ile İnguşlar arasında yine toprak meselesi yüzünden patlak verdi. Çeçenya ve İnguşetya liderleri Ramzan Kadirov ile Yunus Bek Yevkurov 1991’den beri anlaşmazlık konusu olan iki cumhuriyetin sınırlarını belirleyen anlaşmaya 25 Eylül’de imza attı. İnguşlar kendilerine ait 58 bin hektar toprağın Çeçenya’ya verildiğini belirterek Magas ve Sunja’da ayaklandı. Resmi açıklamaya göre anlaşma eşit miktarda takası esas alıyor ve transfer edilen toprak 2 bin hektardan az. Kremlin nezdinde eli daha güçlü, kendi evinde ise daha fütursuz olan Kadirov’un protestocuları tehdit etmesi öfkeyi daha da artırdı ve gösterilere şiddet karıştı.

1943-1944’de Nazilerle işbirliği suçlamasıyla Sibirya ya da Orta Asya’ya sürülen Çeçen, İnguş, Karaçay ve Balkarların topraklarına diğer halkların yerleştirilmesi, 1957’den sonra döndüklerinde mülklerin tam iade edilmemesi ya da başka yerlere yerleştirilmeleri bugün Kafkasya’daki toprak kavgalarının en önemli kaynağı. Bu türden anlaşmazlıklar Çeçenler ile Dağıstanlılar ve İnguşlar ile Osetler arasında da var.

***

Rus yönetimi etnik gerilimleri hem Rusya’yı Kafkasya’dan vurmak isteyen ABD ve Avrupalı güçlerin komplosu olarak görüyor hem de bu olayları kendi ‘milliyetler politikasını’ rahatça yürütmek için bahane olarak kullanıyor. Merkezi otoritenin zayıflığından dolayı bu tür sorunların yaşandığını öne sürüp cumhuriyetlerin ‘özerk’ karakterlerini bitiriyor. Diğer taraftan milli eğilimleri güçlendiren olası tüm kanalları da tıkıyor. Yine çıkardığı zorluklarla diasporadan anavatanına dönüş hayallerinin önüne geçiyor. En basitinden Suriye’de iki ateş arasında kalan Çerkeslere dönüş izinleri derde devam olamayacak kadar sınırlı tutuldu. Yabancılara uygulanan prosedürle zar-zor dönenleri de ‘güvenlik’ kıskacına alıp en ufak bir olay ya da iddiada sınır dışı ediyor. Mesele Almanya’dan Nalçik’e dönüp Kabardey-Balkar Üniversitesi’nde okumaya başlayan ve Çerkeslerle ilgili internet ortamında aktif olan Tarık Topçu’nun oturumu tam da Kanjal gerilimi sırasında iptal edildi.

Kafkasya’nın karıştırılacağına dair algılar zaman zaman tavan yapıyor. Rusya’nın Doğu Ukrayna, Kırım ve Suriye’deki müdahalelerine paralel olarak ‘Kafkasya sendromu’nun tekrarlandığını görüyoruz. Putin yönetimi Çerkes Soykırımı’nın gündemleştirilmesini de ‘Batı oyunu’ olarak okudu. Öteden beri bu meseleyi Rusya’da konuşmak tabu olmadığı halde. Üstelik yerelde resmi olarak soykırımı anma programları düzenleniyor.

Elbette Batılıların boş durmadığına dair kaygılar ve korkular tamamen yersiz değil. Ruslar, soykırımın tanınması meselesine Amerikalıların 2014 Soçi Kış Olimpiyat Oyunları öncesinde Gürcistan üzerinden el atmış olmalarını kalınca not etti ve bu konu aşırı duyarlılık kazandı. Bu arada Abhazya Başbakanı Gennadi Gagulya’nın 9 Eylül’de Suriye’den dönüşte şüphe çeken bir trafik kazasında ölmesinin de Rus antenlerini nasıl kaldırdığını tahmin etmek zor olmasa g6erek. Yani Rusya, bir hesaplaşma alanı olarak Kafkasya’dan vurulacağına dair ihtimal hesaplarını hep bir kenarda tutuyor.

Fakat basitçe çözülecek sorunlar yüzünden etnik gerilimlere davetiye çıkartılıyor. Ortaya çıkan krizler de kötü yönetiliyor. Siloviki’nin eli zaten ‘ağır’, yerel siyaset ve bürokrasi kifayetsiz, olay merkeze intikal edinceye kadar da istenmeyen sonuçlar büyüyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.