YAZARLAR

Sonsuzluk ve bir gün

Gün aynı gün, zaman aynı sonsuzluk. Allah’tan öfke ve isyan var. Hayat veren yakıcılıklar da var. Onlardan güç almak ve devam etmek var. Varsın değirmenlere karşı olsun duruşumuz. Zulmün yanında olmanın kahrına, utancına, suç ortaklığına yeğdir. Ve elbet döner bu devran. Dönmelidir.

Zamanı düşünmek ferah zamanların işi, hissetmek dar vakitlerin. Nicedir günler sonsuzluğa uzuyor, aylarsa bir göz kırpımlık anda geçiveriyor. Temmuz, o öldürücü neminden önce yirmi beş yıllık yangınıyla geldi. Yirmi beş yıl, bir insanın doğup yetişkin olduğu zaman dilimi. Bir ülkenin halleşemediği sistematik nefret ve kötülüğün ibaresi. Sanıkların, faillerin, avukatlarının kayrılma ve terfi mertebesi. Zaman aşımlı insanlık suçu. Zaman inkâr edilmiş vebalin, hesabı sorulmamış ah’ların nasıl üstünden aşsın ki…

Sonsuza uzayan ama bir yanıyla da hep aynı kıyametimsi yakıcılıkta kalan günlerin aklıma tek ve hep getirdiği şarkıdır Bülent Ortaçgil’in ‘Değirmenler’i:

Zaman düşer ellerimden yere

Oradan tahta boşa

Saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya

Resimler sarı güneşsizlikten

Duygular değişir

Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına

Ve sen, ben değirmenlere karşı

Bile bile birer yitik savaşçı

Akarız dereler gibi denizlere

Belki de en güzeli böyle

İyi bir şeylerin olma hissini çok eskilerde kaybetmişler için büyük oyalanıştır zaman. Futboldaki heyecanından yoksun hayat uzatmalarıdır. Çünkü bir şeylerin düzeleceği, mucizevi güzelliklerin geleceği inancı gitmiştir. Sana öğretilmiş bütün erdem ve değerler ayak bağı ilan edilmiş. İyi niyetin enayilik bellenmiş. Sırf bu yüzden bildiğin yoldan vazgeçecek değilsin elbet ama işte artık hayat değirmenlere karşı. Mesele sadece karar vermekte: Kabusların mı daha yorucu, uyandığın hayat mı?

Uçurtma uçar sözlüğümden

Geri gelmeyecek bir kuş

Yaşanmamış kırıntılar sadece bir düş

Zaman düşer ellerimden yere

Oradan tahta boşa

Saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya

Ve sen, ben değirmenlere karşı

Bile bile birer yitik savaşçı

Akarız dereler gibi denizlere

Belki de en güzeli böyle

Çünkü hayallerimiz vardır. Niye olmasın? İnsanın en müthiş zenginliğidir düş kurmak, uğruna mücadele edebileceği anlamlar bulmak. Ama bunun için asgari müşterekte sana adını bile unutturan bir cinnetin ortasında yaşamaman gerekir. Yani, asıl çabayı delirmemek için harcamaman, günlük hayatı çabayla sürdürmemen.

DEĞERLENDİRMELER, TEHDİTLER VE DİĞERLERİ

Oysa işte sonsuzluk ve bir güne neler sığmıyor ki art arda: Kırıkkale Keskin T Tipi Cezaevi’nde yatan ve halen Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’nde tedavi gören organize suç örgütü liderliğinden hükümlü Alaattin Çakıcı, seçim sonrasının gözde siyasi figürü olarak yorum ve değerlendirmeleriyle bizlerle. OHAL döneminde sınırsız eş dost ziyaret hakkına sahip olan Çakıcı’nın beyanlarına hava durumundan daha sık bakar haldeyiz.

Seçim sonrası ilk “değerlendirmelerini” basın danışmanı gazeteci Ferhat Aydoğan aracılığıyla kamuoyuna duyuran Çakıcı, seçim çalışması olarak kendisini ziyaret eden ve genel af isteyen MHP Başkanı Devlet Bahçeli’ye ve ülkücülere gereken teşekkürün sunulmadığından bahisle Erdoğan’a “Devletin sahibi sen değilsin! Devletin mihenk taşı ülkücüler ve devletine gönülden bağlı her etnik mozaikten olanlardır. Unutma! Sen yolcusun, Ülkücüler ve Türk milliyetçileri, her etnik mozaiğe mensup vatan sevdalıları da hancılardır! Sokak çocuğu, sokak çetesi olmadığımı da o beyninin derinliklerine sok” buyurdu. Bu ayara yer veren, cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri öncesi AKP ve MHP tarafından kurulan “Cumhur İttifakı”nı eleştiren Karar gazetesi ise ölüm tehditlerinden nasibini aldı. Ömrümde zarar vereceğim adama hep önceden haber verdim!” diyen Çakıcı, “Abi vur de vuralım, öl de ölelim” diyenlere seslenerek “Kim beni seviyorsa çağrımdır. Görevlerini yerine getirsin” dedi. Bu açık infaz emri üzerine gazete “Çakıcı’dan Erdoğan’a küstah sözler” başlıklı haberini çeker, yazarlarından Etyen Mahçupyan ve Elif Çakır yazılarına ara verdiği duyururken gazete binasına polislerin gittiği ve gazetecilere koruma tahsis ettiği öğrenildi. Derken Çakıcı’nın avukatı Can Sevinç’ten "doğru çizgiye geldikleri için teşekkür"le, “(Çakıcı’nın) Buradan sevenlerine göndermiş olduğu mesaj üç ay için iptal edilmiştir. Üç ay hata yapmazlarsa süresiz olarak bu çağrı dondurulacaktır” mesajı geldi.

YAŞAMA HAKKI

Beri yanda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da eş zamanlı olarak sahnedeydi. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, telefondan aldığı tehdidi kamuoyuyla şöyle paylaştı: "Dün Süleyman Soylu'dan tehdit içerikli bir telefon aldım. Soylu, Ağrı Doğubeyazıt'ta gerçekleştirilen infazın sorumlusunun partimiz olduğunu iddia etti. 6 milyondan fazla insanın oyunu alan bir partiyi bu tür suçlamalarla karalamalarına asla izin vermeyeceğiz. "Soylu'nun bir partinin eş genel başkanını arayıp tehdit etmesi kabul edilemez.”

Bahsi geçen tehdit “Size artık yaşama hakkı yok” şeklinde. Devamı da “O köyde taş taş üstünde bırakmayacağım. O teröristleri yakalayacağım. Sizi CHP bile kurtaramayacak" şeklinde geliyor. Kimden? Vatandaş güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı’ndan. Eh ama herkes dosdoğru vatandaş olmuyor değil mi? Dosdoğru seçmen de.

Hislerime HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu’nun Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazısı tercüman olsun: “Almış koskoca devlet gücünü arkasına konuşuyor! Diyor ki ‘Hiçbirinizi yaşatmayacağız! Bundan sonra göreceksiniz!’ Bunu bir kadına söylüyor. Bunu bırakalım bir kenara. Meclis Başkanvekilliği yapmış bir kadına söylüyor. Bunu da bırakalım bir kenara. Bir parti başkanına söylüyor. Bunu da bırakalım bir kenara. Ama asıl kime söylüyor biliyor musunuz; eşini faili meçhul bir cinayette yitirmiş, hem de ikinci çocuğunu kucağına aldığı gün bunu yaşamış, yıllarca kendisi de bir siyasetçi olsa da, o kimlikle değil, kayıp yakını olarak Cumartesi Anneleri’yle oturmuş bir kadına söylüyor! Bir telefon hattından söylüyor üstelik, yüz yüze de değil! Ve karşısındakini dinlemeden telefonu kapatıyor! O kadar emin ki kendinden, gücünden, her türlü fütursuzlukla yapabiliyor bunu.”

Devir işte bu devir. Üslup işte bu üslup. Sahi biz seçimden çıktık değil mi?

Gün aynı gün, zaman aynı sonsuzluk. Allah’tan öfke ve isyan var. Hayat veren yakıcılıklar da var. Onlardan güç almak ve devam etmek var. Varsın değirmenlere karşı olsun duruşumuz. Zulmün yanında olmanın kahrına, utancına, suç ortaklığına yeğdir. Ve elbet döner bu devran. Dönmelidir. Madem ki adına hayat demişler. Sonsuz olasılıklarıyla o gün gelir, hayat insan onuruna yaraşır olmanın hakkını ister. Kendi adına. Hayata inanmak da işte bu kadarlık bir şeydir.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.