YAZARLAR

İdris Baluken: Romanı, tecrit koşullarının sembolü olarak kaleme aldım

Tek başına tecrit koşullarında hapishanede tutlan HDP milletvekili İdris Baluken, cezaevinde bulunduğu sırada bir roman kaleme aldı: Üç Kırık Dal. Baluken'le hem romanını hem de onu cezaevine sürükleyen koşulları konuştuk.

Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) mahpus milletvekili İdris Baluken’in tecrit koşullarında yazdığı romanı Üç Kırık Dal bugün Dipnot Yayınları tarafından basılarak okurlarla buluştu. Sincan F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Baluken’le danışmanları ve avukatları aracılığıyla yaptığımız söyleşi böyle bir güne denk geldi. Baluken’i siyasi tutuklular arasında ayrıcalıklı kılan özel bir durumu var; kendisi yaklaşık 14 aydır tecritte tutuluyor. Yani hapishane hücresinde tek başına. İlk romanının basıldığı bugünün heyecanını da tecritte tutulduğu hücresinde “bir başına” yaşıyor Baluken. Buna rağmen sorularımıza yanıt verirken kendisine dönük bu özel muameleyi dahi kişiselleştirmeden anlatmayı tercih etti.

“Bu romanı tecrit koşullarının, fiziksel esarete karşı düşünsel özgürlüğün ve yaratıcı iradenin bir sembolü olarak kaleme aldım” diyen İdris Baluken, partisi tarafından 24 Haziran Genel Seçimi için Batman’dan milletvekili adayı gösterildikten hemen sonra kendi deyimiyle “telaşla kaleme alınan bir kararla” 9 yıl 2 ay hapis cezası onanarak milletvekili adaylığı engellenen bir siyasetçi.

4 Kasım 2016’da gözaltına alınarak tutuklanan, 30 Ocak 2017 tarihinde görülen ilk duruşmasında tahliye edilen Baluken, savcılık itirazıyla 21 Şubat 2017 tarihinde tekrar tutuklanmıştı. İkinci tutuklanması riskli bir ameliyat geçirdiği hastanede gerçekleşti. Üç ay fizik tedavi görmesi gerektiği doktor raporuyla sabitken ameliyatlı halde hastanenin kapısından alınarak mahkemeye çıkarıldı ve tutuklandı.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER: BALUKEN’İN KİTABI İÇİN HİÇBİR EDEBİYAT ELEŞTİRMENİ BU BİR İLK ROMANDIR DİYEMEYECEK.

Cezaevinden ilk söyleşisini geçtiğimiz günlerde Mezopotamya Ajansı’ndan Hayri Demir’e veren Baluken’in bu ikinci söyleşisinin detaylarına geçmeden önce, romanını ilk paylaştığı isimlerden HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in Üç Kırık Dal'la ilgili sorumuza verdiği yanıtı paylaşalım:

"Bütün cezaevi yaşamı boyunca tutuklandığından bugüne kadar İdris’le ve Selahattin Bey ile sadece birer kez görüşme izni alabildim. İkisine de Pervin Başkanla (Buldan) beraber gittim. İkisiyle de vaktimizi hasret giderme ve diğer işler yerine kitap, roman, edebiyat ve sanat üzerine yoğun tartışmalar ve önerilerle geçirdik. O deryaya daldığımızda birden farkına vardık ki görüşme bitmiş. Edebiyat söz konusu olduğunda torpil yapmam. Hiçbir edebiyat eleştirmeni bu romana 'bir yazarın ilk romanı' diyemez. Yapısal olarak, olay örgüsü ve karakterlerin serüveniyle, bunların kurgulanışıyla, hiçbir edebiyat eleştirmeninin 'bu bir ilk romandır' diyemeyeceği kadar yetkin bir roman Üç Kırık Dal.

'FİZİKSEL ESARETE KARŞI DÜŞÜNSEL ÖZGÜRLÜĞÜN SEMBOLÜ'

Şimdi söz İdris Baluken’de…

Bugün Dipnot Yayınlarından çıkan ve Müslüm Yücel’in editörlüğünü yaptığı Üç Kırık Dal adlı romanınızı ilk paylaştığınız isimlerin Sırrı Süreyya Önder ile Selahattin Demirtaş olduğunu haberlerimizde okuyucularımızla paylaşmıştık. Kitabınızın kapak yazısını da Selahattin Demirtaş yazdı. İkisinin de nasıl eleştirileri oldu kitabınıza yönelik? Romanınızda nelere yer verdiniz?

Üç Kırık Dal, İdris Baluken, Dipnot Yayınları, Haziran 2018

Sırrı Süreyya Önder ilk ve en sert eleştirmenimdir. Bu romanı tecrit koşullarının, fiziksel esarete karşı düşünsel özgürlüğün ve yaratıcı iradenin bir sembolü olarak kaleme aldım. Gerek Sırrı Bey gerekse de Selahattin Başkan bu çabanın önemli olmakla birlikte metodolojik, edebi, estetik ve diğer açılardan da zorlanması gerektiğiyle ilgili kanaatlerini ilettiler. Bu konuda kalemi daha cesur oynatmam gerektiğini belirttiler. Onların eleştirileri doğrultusunda yazdığım yazıların ya da yürüttüğüm çalışmanın gelişen yönünü daha iyi gördüm. Roman bence yaşamı çok farklı pencereden ele almaya çabalıyor. Her bir okurun kendini bulabileceği bir pencere olduğu kanaatindeyim. Kürt meselesinin tarihi boyutu ve güncel yakıcılığından acil barış ihtiyacına, öğrenci yaşamının zorluklarından bireyin iç dünyasında yaşanan ruhsal çatışmalara kadar çok farklı konularda ete kemiğe bürünmüş bir çalışma. Kitap konusunda okurun eleştirilerini merak ediyorum. Dilerim Üç Kırık Dal okuyanların zihninde güzel bir tat bırakır.

'BU DA GEÇER YAHU! ZALİMİN ZULMÜ DE GEÇER. HALKIN GÜCÜNÜ UNUTMAYALIM!'

Hapishane hücresinde tecritte, bir başınıza hayat nasıl geçiyor?

Kendi özgün durumumdan bahsetmeyi uygun görmüyorum. Ama tecrit mantığını kırmak için sürekli olarak okuma yapıyorum. Yazmaya ve üretmeye çabalıyorum. Amacım buradaki hiçbir zaman kesitinin boşa geçmemesidir. Neticede yaşamın hakikatini takip etmek ve anlamak için kararlı olan bir iradeye tecrit koşullarının kar etmeyeceğini ifade etmek isterim.

Bu toprakların en bilge sözlerinden değil mi: Bu da geçer yahu! Bu devir de geçer, zalimin zulmü de geçer. Halkın gücünü unutmayalım. Günbegün emekle var ettiğimiz hayatın gücünü unutmayalım. Ümidi unutmayalım. Ümit, kendi vicdanımızdadır. "Bu da geçer yahu"ya can verecek güç oradadır, halkımızın vicdanı ve ferasetindedir.

'CEYLANPINAR OLAYI ARAŞTIRILSAYDI BAMBAŞKA BİR SİYASİ İKLİM OLUŞABİLİRDİ'

Çözüm Sürecinin kilit aktörlerinden ve İmralı Heyeti’nde yer alan isimlerden biriydiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, açıklanmasının ardından tanımadığını ifade ettiği tarihi Dolmabahçe Anlaşmasının yapıldığı o görüşmede, HDP adına Grup Başkanvekilleri olarak siz ve Pervin Buldan’ın yanı sıra İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder hazır bulunmuştu. AK Parti adına ise dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal vardı o fotoğrafta. AK Partili bu üç isim 24 Haziran Genel Seçiminde yine iktidar partisinin milletvekili adayları arasında. Sizin ise adaylığınıza bile razı olunmadığını anlıyoruz yaşananlardan. Bunu nasıl yorumlamalıyız?

“Çözüm Süreci”nin akamete uğradığı andan itibaren güvenlik eksenli savaş politikalarıyla sonuç alınmaya çalışılıyor. Siyasi iktidar bu konuda toplumdan gelebilecek tüm itirazların önünü almaya çalışıyor. Bunun için her türlü antidemokratik ve hukuksuz uygulamayı devreye koymaktan kaçınmıyor. Bu uygulamalarla hiçbir insanın ölmediği süreçle bugünkü felaket tablosunun kıyaslanmasını engelliyor. Siyasi iktidarın tüm çabalarına rağmen toplumun çözüm sürecinin neden bitirildiğini, insanların neden yeniden yaşamını yitirmeye başladığını anlamaya ve sorgulamaya başladığı ortaya çıkıyor. Siyasi iktidar ise toplumun bu sorgulama sürecini engellemek için bir takım semboller üzerinden toplumu kuşatmaya, baskı altına almaya ve korkutmaya ihtiyaç duyuyor. Bu kapsamda şahsımla ilgili karar süreçleri demokratik çözüm talebinin yeniden dillendirilmesini engellemeyi hedefliyor. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar halka şu sorunun cevabını asla veremeyecekler: Çözüm Süreci yürürken gençler yaşamını yitirmiyor, analar ağlamıyor, insanlar çocuklarına dair kaygılarla başlarını yastığa koymuyordu. İç politikada bu düzeyde kutuplaşma ve çatışma kaygısı yaşanmıyordu. Dış politikada Avrupa Birliği başta olmak üzere küresel aktörlerle bu düzeyde sorun yaşanmıyordu. Ortadoğu’da böyle bir itibarsızlaşma söz konusu değildi. Neden ve ne uğruna bu tablo tersine çevrildi?

Çözüm Süreci ile ilgili kamuoyunun dikkatinden kaçan bir gelişmeyi aktarmak isterim. Çözüm Süreci’ni bitirmeye gerekçe yapılan Ceylanpınar’da iki polisin katledildiği olayın karanlık bir olay olduğu yargı kararıyla da tescillendi. Kamuoyunun bu kararı yeterince ele almadığını ve gereğince tartışmadığını düşünüyorum. Ceylanpınar’daki o cinayetleri kimin, ne amaçla işlediğinin ortaya koyulmasının ve olayın daha güçlü şekilde sorgulanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu olay kamuoyunda yeterince tartışılsaydı ve gerçekler açığa çıkarılabilmiş olsaydı bambaşka bir siyasi iklim oluşabilirdi. Dar, günübirlik polemiklerden çok büyük resim üzerinden yapılacak tartışmanın içinde bulunduğumuz hukuksuzlukları gün gibi ortaya çıkaracağı, daha demokratik bir geleceğe götüreceği ve şahsıma olan özel yönelimleri de teşhir edeceği kanısındayım.

‘BAŞIMI EĞMEDİĞİM İÇİN ÖZEL BİR RÖVANŞ ALMA YÖNELİMİNDELER’

4 Kasım 2016 günü HDP Genel Merkezi önünde sizi gözaltına alan polislerden birinin başınıza eliyle bastırarak arabaya bindirmeye çalışmasına gösterdiğiniz tepki hâlâ hafızalarda. Sonrasında da hep özel bir muameleye maruz kaldığınız, o günden bu yana tutukluluğunuzun büyük bölümünü tecritte geçirmenizden, yani hücrede tek başınıza bırakılmanızdan da anlaşılıyor. Sizi özel olarak hedef seçmelerindeki sebep nedir?

Bu soruyu devlete ve AKP yetkililerine sormak lazım. Ben hayatı boyunca yaşamı ve barışı önceleyen bir insan oldum. Siyasete giriş nedenim de barışı ve yaşamı öncelemektir. Hayatımın en onurlu sayfası gençlerin ölümünün önüne geçtiğimiz Çözüm Sürecidir ve Barış Heyeti çalışmalarıdır. Bundan dolayı özel bir yönelim olacaksa da sadece "baş göz üstüne" derim.

Ayrıca yıllar önce rahmetli Orhan Doğan şahsında halkımızın iradesine yönelik ortaya koydukları utanılacak bir tavrı benim üzerimde yinelemek istediler. Bir polis memuruna milyonlarca yurttaşın iradesini ezdirmek istediler. Ben de yapmam gerekeni yaptım ve milyonlarca yurttaşın iradesini ezdirmedim. Bu tavrıma karşı rövanş almak için özel bir yönelime gittiler.

İdris Baluken, tahliyesinin hemen ardından ayağından ameliyat olmuş ancak henüz hastanedeyken hakkında yeniden tutuklama kararı çıkmıştı.

Tek başınıza bir hücrede hapissiniz. Tecritte olmanın zorlukları neler?

Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre sağlıklı olmak biyolojik ve psikolojik açıdan tam iyilik halidir. Biz hekimler buna siyasal iyilik halini de ekleriz. Tecrit bir insanın biyolojik, psikolojik, sosyal ve siyasal açıdan her yönüyle çökertilmesini amaçlayan bir uygulamadır. Şahsımla ilgili özgün koşullardan bahsetmek istemem. Sadece tecridin insanlık onuruna aykırı olduğunu ve bütün dünyada böyle kabul edildiğini ifade etmek istiyorum.

Yaklaşık 1.5 yıllık tutukluluğunuz boyunca sessiz kaldığınıza dair bir izlenim var. Neden?

Bizim burada ağır tecrit koşulları altında her bir soluk alışımız tarihe geçecek bir direniştir. Direnişin en güçlü sesidir. 6 milyon yurttaşımızın iradesinin sığdırılmaya çalışıldığı tecrit mekânlarından çıkan bu sesi, 80 milyonun ezici çoğunluğunun anladığını düşünüyorum. Ağır şartlara direnen bir iradenin sesi her toplumda duyulur. Bunun dışında cezaevlerinde darbe dönemlerini aşan hukuksuzluklar ve antidemokratik uygulamalara rağmen gereken her konuda mesajlarımızı da ilettik. Bunun dışarıya ne kadar yansıdığını, ne derece yaygınlaştığını mevcut ağır koşullarda takip etmemiz imkânsızdır. Kaldı ki, sadece kendi duruşmalarımızdaki tarihi mesajlara layıkıyla yer verilseydi hem böyle bir izlenim oluşmazdı hem de siyasetin seyri farklı mecralarda akabilirdi. Dolayısıyla sessiz kalan biz değiliz. Öte yandan medya özgürlüğü sorunu da ortadadır. Birçok medya kuruluşu kapatıldı ve bu kuruluşlara el konuldu. Kalanlar ise büyük baskı altındadır. Sizleri tenzih ederek belirtmeliyim ki, dışarıdaki arkadaşlarımızın bile sesine yer vermeyen yandaş medya düzeninin, cezaevindeki arkadaşlarımızın seslerini toplumdan tamamen saklamaya çalıştığı da açıktır.

'TEK ADAM REJİMİNİN PANZEHİRİ DEMOKRASİ, HUKUK VE ÖZGÜRLÜK TALEBİDİR'

24 Haziran Genel ve Cumhurbaşkanlığı Seçiminin sonucuna ilişkin öngörünüz nedir?

Bahçeli ve Erdoğan tarafından erken seçim kararı alınması iyi analiz edilmelidir. “Erken seçim vatana ihanettir” sözlerinin mürekkebi kurumamışken böyle bir karar verilmesi bir yönetememe krizinin ortaya çıktığını göstermektedir. AKP-MHP ittifakı ülkeyi her açıdan uçurumun kenarına getirmiştir. Bu ittifak erken seçim kararıyla krizi ertelemenin arayışına girmiştir ama görüldüğü üzere hem krizi aşacak bir demokratikleşme programına sahip değiller hem de topluma vaat edebilecekleri yeni hiçbir şey yoktur. Tek adam rejiminin panzehiri demokrasi, hukuk ve özgürlük talebidir. Bu talebin ete kemiğe bürünmüş hali “Demokratik Cumhuriyet”tir. Bu bağlamda Demirtaş ve HDP, Türkiye’de demokrasiye, hukuk devletine ve toplumsal barışa ulaşma programı ve iradesi olan tek seçenektir. 24 Haziran’da Türkiye halklarının mevcut siyasi krizi, Demirtaş’ı ve HDP’yi güçlü şekilde destekleyerek aşacağına olan inancım tamdır. Bu kapsamda Türkiye halklarının Demirtaş ve HDP etrafında birleşerek güçlü bir sonuç ortaya çıkaracağını ve ülkenin demokratik geleceğine sahip çıkacağını düşünüyorum. Her türlü değeri ayaklar altına alınmak istenen Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye halkları tarihi bir kavşakta olduğumuzun bilinciyle 24 Haziran’da sandık başına giderek ve oyuna sahip çıkarak “Bir Oy Demirtaş’a Bir Oy HDP”ye diyecektir.

'HALKIMIZ SANDIKLAR NEREDE KURULURSA KURULSUN GİDİP OYUNU VERECEK VE İRADESİNE SAHİP ÇIKACAKTIR'

HDP’nin güçlü olduğu yerlerde YSK’nın sandıkları taşıma kararı almasının sonuca etkisi olur mu?

Siyasi iktidarın 24 Haziran seçimleri için ana hedefi HDP’yi baraj altında bırakmaktır. HDP’nin tüm baskılara karşı ayakta kalması ve demokrasi, hukuk, ekonomi gibi sorun alanlarında güçlü çözümlerle politika üretmesi, siyasi iktidarı korkutmuş ve hukuk dışı yeni engeller üretmeye yönlendirmiştir. Bu kapsamda YSK sandık taşıma kararı vermiştir. HDP’ye sadece yüzde 10 baraj engeli değil aynı zamanda YSK kararı, siyasi baskılar ve medya ambargosu gibi birçok konuda engel çıkarılmaktadır. Asgari demokratik şartları bile ortadan kaldıran bu anlayışın doğru olmadığını, Türkiye halklarına bir yarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Bunun yanı sıra halkımız sandıklar nerede kurulursa kurulsun gidip oyunu verecek ve iradesine sahip çıkacaktır.

'DEMİRTAŞ BU ÜLKENİN AYDINLIK YÜZÜDÜR'

Partinizin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın diğer adaylarla eşit olmayan biçimde cezaevinden yürütmek zorunda kaldığı seçim kampanyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde olması ülke ve dünya tarihine geçmiş büyük bir utanç vesikasıdır. 4 Kasım 2016’dan şu ana kadar tutuklu kalması başlı başına bir siyasi ve hukuki garabet örneği iken Cumhurbaşkanı adayı olarak cezaevinde tutulması ise izahı mümkün olmayan bir husustur. Demirtaş bu ülkenin aydınlık yüzüdür. Demirtaş’ın cezaevinde rehin olarak tutulmasına, halkımız 24 Haziran’da en güzel cevabı verecektir. Bu ayıbı Türkiye halklarına reva görenleri halkımızın affetmediğini, 24 Haziran seçim sonuçları ile göreceğiz.