YAZARLAR

Solun kumdan kaleleri

Mahkum olduğumuz seyirciliktir, bizi koruduğunu sandığımız kumdan kalelerin sahte duvarlarıdır. Kumdan kaleler inşa etmekten kurtulduğumuz, seyirciden eyleyene, talep eden halklara, hakları için mücadele eden yurttaşlara dönüştüğümüz günler yakın olsun dileğiyle....

24 Haziran yaklaşırken seçimler dışında konuştuğumuz pek az şey var. Adaylar birer birer kesinleşirken, ittifaklar oluşurken ilk günlerin her an sürpriz beklenen atmosferi de değişiyor. Geriye bir CHP’nin Cumhurbaşkanı adayının açıklanması kaldı. O da bugün (4 Mayıs 2018) törenle ilan edilince ve Cumartesi günü CHP, İYİ Parti, SP ve DP arasındaki ittifakın protokolü imzalanıp adı kesinleşince artık meselemiz propaganda savaşları olacak. Ben şimdiden bıktım, sizi bilmem. Umutlarımız kumdan kaleler, umut bağladıklarımız sırça dükkanına dalan filler oldukça sıkılmamak da işten değil galiba.

Bugün ne yazsam da bu can sıkıntısını çoğaltmasam bilemedim. Nereye yüzümü çevirsem sıkıntım derinleşti, şöyle umut tazeleyen sözleri tuşlayabilmeme, yüreklere su serpebilmeme vesile olacak o duygu, olay, düşünce kırıntısını bulamadım. Ben bunları yazarken dolar almış başını gitmiş. Buradan nasıl umut devşirebilirim ki? Ayşe öğretmen, hapiste olduğu yetmiyor gibi bebeğinden ayrılmak zorunda kalmış, bunun umut veren yanı ne mesela? Yüksek Seçim Kurulu, seçim yasaklarını açıklamış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yasaklardan muafmış! Bir sosyal demokrat parti, ülkedeki bütün sol partilere, sivil toplum örgütlerine sırt çevirip muhafazakar, milliyetçi sağdan üç partiyle seçim ittifakı yapma konusunda uzlaşmış, bunun bir demokrasi ittifakı olduğunu iddia ediyormuş. Bu ittifak mı umut? Geçen haftaki yazımda söylediğimden fazla ne diyebilirim bununla ilgili?

Cumhuriyet gazetesinden Mahmut Lıcalı’nın 3 Mayıs tarihli haberine göre HDP sözcüsü Ayhan Bilgen, söz konusu ittifakın rot balans ayarının bozuk olduğunu, sağa çektiğini söylemiş. HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu ise, seçim yarışının iki sağ ittifak arasında geçeceğini belirtmiş. Doğru söze ne hacet. Belli ki İYİ Parti ile HDP arasında bir tercihe zorlanmış ana muhalefet partisi. Uzun salınımların ardından ise tercihini İYİ Parti'nin belirlediği çerçeve içinde kalmaktan yana kullandı. Sürecin akışının milliyetçilerce belirlenmesine razı oldu. CHP’nin kendisine sorması ve samimiyetle cevaplaması gereken soru şu: CHP, SP, DP ve İYİ Parti'yi adı henüz kesinleşmemiş ittifak içinde bir araya getiren unsur, tek adam rejimine karşı parlamenter demokrasinin yeniden inşasının gerekliliğine duyulan inanç mı, yoksa “milli hassasiyetler” mi? CHP, bu ittifakın bir koalisyon olmadığına, sadece seçim barajının sıfırlanmasına yönelik olduğuna, amacın, hedefin demokrasinin yeniden tesisi olduğuna inanmamızı bekliyor.

Diyelim ki öyle, diyelim ki barajı sıfırlayacak ittifaklar muhalefet için bu seçimleri kazanmanın tek yolu, bu ittifak da muhalefete başarıyı getirecek, böyle bile olsa ittifakın yapısı yazı yazmaya başladığımdan beri dikkat çekmeye çalıştığım Türkiye siyasetine özgü bir sorunu iyice görünür kılıyor ne yazık ki: Sağ ve sol arasındaki sınırların bulanıklaşması, demokrasi mücadelesinin tarafı olması gereken “sol” partilerin milliyetçi hassasiyetlere teslim olmaları, gerçek bir seçeneğe dönüşmelerini sağlayacak siyasal projeler üretememeleri.

Derinleşen toplumsal eşitsizliklerle boğuşan bizimki gibi bir toplumda, marjinalleşmiş, yoksullaşmış, ürettiğinden pay alamaz hale gelmiş kitleler adına proje üretmesi beklenen bir sosyal demokrat partinin emeklilere verilecek ikramiyeyi iktidardan önce kendisinin akıl etmiş olduğundan başka sözü yoksa ne diyebiliriz ki? Demokratik tartışmayı üzerine bina edebileceğimiz bir projesi olmayınca sol sol mudur? Başkalarının kötülüğünü kınamaktan öteye geçmeyen, kendi sıradanlığında yeşeren kötülüğe körleşmiş, kendi “iyiliğinden” eril bir hamaset türeten (Örnek mi istiyorsunuz? Onlar yolsuzluk yaptılar, ben dürüstüm, çalmam çırpmam, boğazımdan haram lokma geçmez! Sözümün eriyim!), inancın sahtesine karşı kendi inancının hakikiliğini sözüne kaynak eden, ülkenin dağlarına milliyetçiliği yazmakla övünen bir dil sol bir dil midir?

Kınamanın dilinin siyasal analizin yerini almasına izin verirsek bize kalan sadece, siyaset teorisyeni Chantal Mouffe’un Siyasal Üzerine adlı eserinde yazdığı gibi, kendimizi bütün mağduriyetimizle “karantinaya almak”, iyilerle kötüler arasına duvar çekmektir. Oysa mahkum olduğumuz seyirciliktir, bizi koruduğunu sandığımız kumdan kalelerin sahte duvarlarıdır.

Kumdan kaleler inşa etmekten kurtulduğumuz, seyirciden eyleyene, talep eden halklara, hakları için mücadele eden yurttaşlara dönüştüğümüz günler yakın olsun dileğiyle....


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.